Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- Önümüzdeki 2014 Mart Yerel Seçimlerin Siyasi Önemi
- Emperyalizm Türkiye'de Kaos Yaratmak İstiyor!
- Bunalımlı Zamanlarda En Büyük İhtiyaç; Kafaların Net Olmasıdır!
- Başbakan Erdoğan’ın Siyasi Manevraları ve Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler
- Kumpas Kurbanı Tutsak Yurtseverlere Özgürlük!
- 14 Aralık Operasyonu Nasıl Yorumlanmalıdır?
- Bir 2014 Yerel Seçim Analizi
- Böcekler, Derin Devlet ve İktidar Paylaşım Kavgası
- AK Parti ve 3 Y
- “Gezi” Direnişinin Yıldönümünde Direnişin Bir Siyasi Yorumu
- 2014 Yılında Türkiye’de Neler Oluyor, Neler Olabilir?
- BOP Eş Başkanı Türkiye’ye (Cumhur) Başkan(ı) Oluyor!
- “Tape” Siyaseti İçinde Boğulan Türkiye
- Sağlam İrade(?)
- Paralel Devletin Köstebekleri-2
Başbakan Erdoğan’ı Siyasi Olarak Bitirecek Olan; Halk Hareketidir!
17 Aralık “Yolsuzluk ve Rüşvet” operasyonu ile ülkemizde siyaset, hiç beklenmeyen yeni bir mecraya oturdu; yeni bir gündeme sahip oldu. Yıllardır birlikte iktidar olan Gülen cemaati ile AKP arasındaki kavga iyice kızıştı.
Başbakan Erdoğan hükümeti aleyhine hırsızlık ve yolsuzluk iddiaları ayyuka çıktı. Bu soruşturma ve iddiaların ucunun giderek Başbakan Erdoğan’a kadar uzanacağı; hem bizzat Başbakan tarafından görülmekte, dolayısı ile Başbakan, bunu önlemek için sıkı siyasi ve idari önlemler almaktadır; hem de kamuoyu, bu skandalın sonunda Başbakan Erdoğan’ı siyaseten bitireceğinin farkındadır.
Başbakan Erdoğan ve hükümetinin hakkındaki “Yolsuzluk ve Rüşvet” iddiaları daha şimdiden onun hükümetine büyük hasarlar verdi. Üç bakan oğlunun ve bir bakanın adı karıştığı yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıyla olaya adı karışan bakanların da ayrılmasıyla Erdoğan hükümetinde 10 bakan değiştirildi.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin kötü mirasını da kullanarak 11 yıllık iktidar uygulamalarıyla yasama ve yürütmeyi tekelinde tutan Başbakan Erdoğan, şimdi de bir zamanların iktidar ortağı Gülen cemaatinin etkisinde olduğu bilinen Türkiye’nin emniyet örgütünü ve yargısını da tamamen kendi denetimi altına alma çabası içindedir.
Başbakanın bu çabası, emniyet teşkilatında kolay başarılabilir ama yargı için aynı şeyi söylemek çok zor. Çünkü Erdoğan hükümeti, emniyet teşkilatında başta İstanbul Emniyet müdürü Hüseyin Çapkın olmak üzere bütün Türkiye çapında 17 Aralık’tan itibaren 400 den fazla emniyet görevlisini görevinden uzaklaştırmasına veya yerlerini değiştirmesine rağmen aynı tasarrufları, çok istese de, yargı da yapamamaktadır. Bu nedenle Başbakan Erdoğan yargıya her konuşmasında saldırmakta; bu ve benzeri soruşturmaları yürüten savcılara karşı adeta linç kampanyası yürütmektedir.
Gülen cemaatinin egemen olduğu bilinen yargıdaki çaresizliğine çok sinirlenen Başbakan Erdoğan; olayların perde arkasında emperyalistlerin başrolü oynadığını da çok iyi bilmektedir. Çünkü kendisi yıllarca bu güçlerle işbirliği yapmıştır. Emperyalist dinamiklerin adını açıkça belirtmeden Erdoğan; “Dış mihraklar”, onların devlet içindeki uzantılarına da “yargı cuntası”, “paralel devlet”, “otonom yapı” vs. gibi suçlamalarla bu güçleri kamuoyuna şikâyet etmektedir; çünkü artık bu güçler kendine karşı yönelmiştir.
Yani emperyalizm, kendi karakterine uygun olarak her zaman ki gibi sinsi ve alçakça perde arkasında kalmakta; Türkiye’de kavga, onun zavallı kuklaları olan cemaat ve AKP veya Başbakan Erdoğan ve F. Gülen arasında yürütülmektedir.
Örneğin Başbakanın cemaati “paralel devlet” olmakla itham eden açıklamalarına karşı yine cemaat adına Gazeteci ve Yazarlar Vakfı yanıt vermektedir. Başbakanın bu suçlamalarını “delilsiz ve çok soyut suçlamalar” olarak niteleyen Vakıf sözcüleri, bu suçlamaların amacını da “soruşturmanın üstünü örtme” olarak yorumlamaktadırlar ki bir bakıma da bu konuda haklılar.
Elbette AKP iktidarı döneminde ülkemizde yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet vs. gibi sayısız yasa ve hukuk dışı korkunç suçlar işlenmiştir. Çünkü AKP’nin temel felsefesi; işbirlikçi, gayri mili, ülke emeğini, ulusal kaynakları ve zenginlikleri küresel sermayeye peşkeş çeken, neoliberalizmi temel olan vahşi kapitalizmdir. Her siyasi, mali ve ekonomik süreçten maksimum rant elde etmek, kar sağlamak, bireysel olarak zenginleşerek toplumsal itibar elde etmek; AKP politikasının temelidir.
Ancak AKP, iktidarda yeni değildir. AKP’nin ranta ve aşırı kara dayalı politikaları da yeni değildir. Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, kara para aklamak vs. gibi suçlar da AKP döneminde hiç yeni değildir. Yeni olan, birden bire bu suçların, Ergenekon, Balyoz vs. gibi tertiplenmiş davalarda yaşanan aynı hukuksuz ve yasadışı yöntemlerle soruşturulmalarıdır.
Temiz toplum ve temiz siyaset, uzun yıllardır ülkemizin özlemidir. Mutlaka bu tarz yasa, ahlak ve hukuk dışı zenginleşme yöntemleri ülke yönetiminden ve toplumsal yaşamdan tasfiye edilmeli, sorumlularından hesap sorulmalıdır. Bu tartışılmaz bir konudur. Fakat bu gibi suçların, yolsuzlukların, rüşvetin, kara para aklamalarının siyasete malzeme yapılarak hükümet devirme girişiminde kullanılmaları; bambaşka bir anlam taşımaktadır.
Öte yandan bilindiği gibi 2007 yılından itibaren ülkemizde yurtseverlere, Atatürkçülere karşı olağanüstü bir karalama ve linç kampanyası yürütülmüştü. Özellikle Türk Silahlı kuvvetlerin değerli subay ve komutanlarına ve ülkemizin vatansever aydınlarına karşı Ergenekon, Balyoz, Casusluk adı altında sahte dijital delil ve gizli tanık ifadelerine dayanan “darbe” suçlamalarıyla birçok davalar yürütülmüş ve bu yurtseverler uzun hapis cezalarına çarptırılmıştı. Bu davaların ne soruşturma ne de yargılama süreçlerinde hukuk ve yasalara uygun davranılmıştı. Amaç ülkenin ulusal birliğini ve bütünlüğünü savunan ordumuzu ve vatanseverleri itibarsızlaştırarak zayıflatmak, Türkiye’yi kolay bölünebilir bir siyasi duruma getirmekti. Emperyalizm; ülkemizde bu amacını, kuklaları olan meclis ve hükümeti kontrol eden AKP ve onun lideri Erdoğan ve emniyet teşkilatında ve yargıda yuvalanmış olan cemaat üzerinden ne yazık ki gerçekleştirebildi.
Şimdi, bumerang gibi bu yöntemler kendisine karşı yönelince, bu davaların birer “kumpas” olduğunu bizzat hükümet üyeleri ve hükümet yandaşları itiraf etmektedirler. Örneğin düzmece davaların sürdüğü aşamada ülkemizdeki antiemperyalist, adaletten yana, yurtsever güçlerin yüksek sesle itiraz ettikleri bu davaların emperyalist bir tertip olduğunu kanıtlarcasına, bir zamanların Adalet Bakanı ve Meclis Başkanı olan Mehmet Ali Şahin; yargı kararlarında son sözün Pennsylvania’daki Hoca Efendinin olduğunu itiraf etmektedir.
Dahası, Başbakan'ın siyasi başdanışmanı olan Yalçın Akdoğan; Ergenekon ve Balyoz davalarına ilişkin yeniden yargılama tartışmalarını başlatan "Orduya kumpas kurulduğu" nu bir yazısında açıkça beyan etmektedir. Gerçi Akdoğan daha sonradan, "Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir. Amaca ulaşmak için her yolu mubah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini iyi bilir" diye yazdığı sözlerin yanlış anlaşıldığını söylemektedir. Fakat artık ok yaydan çıkmıştır.
Sonuç olarak demek istediğim; kendisinin iktidara getirdiği, sıcak parayla destekleyerek 10 yıldan fazla iktidarda tuttuğu, fakat 1 yıldır artık gözden çıkardığı Başbakan Erdoğan’ı emperyalizm; AKP’nin rüşvet, yolsuzluk ve kara para aklama olaylarını da bahane ederek, deliğe süpürmeye çalışıyor. Emperyalizm; Erdoğan’ı deliğe süpürme operasyonunda ise Türkiye’de diğer bir kuklası olan, özellikle Türk emniyet teşkilatı ve yargısında yuvalanmış olan Gülen cemaatini kullanıyor. Yolsuzluk ve Rüşvetle ilgili olayları; kamuoyuna AKP-cemaat kavgası görüntüsü veriyor ama gerçekte bunlar, emperyalizmin Türkiye’yi içerden dizayn etmesinden başka bir anlam taşımıyor.
17 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk” operasyonuyla emperyalizm; bir an önce, AKP dağılmadan, AKP seçmen nezdinde itibar ve oy kaybetmeden, Erdoğan’ı siyaseten bitirmek istemektedir. Çünkü emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi’nin iflasından sonra, onun çıkarlarını Türkiye’de ve bölgede AKP’den başka savunacak daha iyi bir siyasi parti yoktur. Sanırım; emperyalizmin planı, Erdoğan’ın yerine AKP’ye Abdullah Gül’ü monte etmektir. Bütün siyasi işaretler bunu göstermektedir.
Ancak emperyalizm, bu noktada bir şeyi unutmaktadır. Emperyalizmin BOP ’unun iflası, Erdoğan’ı gözden çıkararak onu deliğe süpürme kararını alması vs. hep Türk ulusunun, Türk halkının ve Türk gençliğinin yükselen antiemperyalist ve AKP politikalarına karşı mücadelesidir!
Daha 6-7 hafta öncesi 1 milyondan fazla Ankaralı yurtsever, Anıtkabir’i ziyaret ederek Atatürk’e “Tam Bağımsız” ve “Gerçekten Demokratik” bir Türkiye için ant içmiştir. Şanlı “Gezi” Direnişi, 19 Mayıs, 29 Ekim vs. gibi milyonlarca yurttaşla ulusal günlerin kutlanması, bu mücadelenin tarihe geçen anlarıdır.
Evet, Başbakan Erdoğan’ın siyasi sonu gelmiştir. Ancak bunu sağlayan yükselen antiemperyalist halk hareketidir. Aynı halk hareketi, Başbakan Erdoğan’a bölücü bir yeni anayasa yapma fırsatı da tanımamıştır!
Halkımız, önümüzdeki seçimlerde “Milli Merkez” ile emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine gereken dersi de verecektir. Çöken Erdoğan ve AKP iktidarına seçenek olarak Atatürkçü bir programla milli ve demokratik yeni bir iktidar kuracaktır!
Yaşasın “Tam Bağımsız” ve “Gerçekten Demokratik” Türkiye!
Mehmet ÇAĞIRICI
mehmet.cagirici@politikadergisi.com
- Mehmet ÇAĞIRICI içeriği
- 10501 okunma
Yorumlar
Yeni yorum gönder