AKP, Hızla Zayıflayabilir mi?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde AKP, % 49,9 oranla 21 milyon 466 bin seçmenin oyunu aldı. Son anketlere göre, aşağı yukarı AKP’nin 4-5 puan kayıpla seçmen nezdinde hâlâ birinci sıradaki yerini korumaktadır. Fakat genel eğilim, AKP’nin sürekli kan kaybetmesi yönündedir. AKP’nin kan kaybı süreci hızlanabilir mi? Bu soruya doğru bir yanıt için AKP seçmeninin eğilimini analiz etmemiz gerekir.

AKP; 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinden hemen sora, aldığı oyların ideolojik kaynağını öğrenmek için, bir anket yaptırmıştı. Bu ankete göre; AKP’nin aldığı oyların sadece % 27 sini oluşturan seçmen, yani yarıdan biraz fazlası, kendilerini “Muhafazakâr” olarak yani saf kan AKP’li olarak tanımlamıştı.

AKP’ye oy veren diğer kalan % 23’e varan seçmen kitlesi ise; ideolojik pozisyon olarak, en başta Türk Milliyetçisi (MHP çizgisi) olmak üzere Sosyal Demokrat (CHP, DSP veya diğer sol çizgide), Liberal Demokrat (DP, Genç Parti vs.) ve hatta  % 3’e kadar olan bölümü de İşçi Partisine yakın olan ulusalcı, olduklarını açıklamışlardı.

Özetle son seçimlerden sonra yapılan bu ankete göre; ideolojik olarak, AKP’nin oylarının kabaca yarısı kendisine ait olmayan, diğer partilere gidebilecek, ödünç oylar olarak kabul edilebilir. Bu oran, aşağı yukarı 9-9,5 milyon seçmene karşılık düşmektedir.

Bu seçmenleri AKP’ye oy vermeye iten nedenler, neler olabilir?

Bence bunun çok çeşitli nedenleri vardır. Fakat nedenler arasından özellikle ekonomik ve siyasi olanlar, başat rol oynamaktadırlar.

Ekonomik açıdan AKP’yi destekleyen bu ödünç oyların bir numaralı motifi, AKP’nin istikrar sağladığıdır.

Siyasi olarak ise bu seçmenler çoğunlukla; kendi dünya görüşüne sahip olan siyasi partilerin politikalarını ve çalışmalarını, yetersiz bulmalarıdır.

***

Başbakan Erdoğan; Türkiye'nin Borçları konusunda yaptığı tüm konuşmalarında hep, kendi iktidar döneminde IMF’ye olan borçların azaldığından, hatta IMF'ye borç para bile verecek duruma geldiğimizden dem vurmaktadır. Bu tipik bir Başbakan Erdoğan hilesidir. Yaptığı hilenin özü, kendisinin bir Başbakan olarak sorumlu olduğu Türkiye'nin toplam borcunu değil de, sadece IMF'ye olan kısmını dillendirmesidir.

Başbakan’ın bu davranışını bir örnekle somutlaştıralım. Karısından ailenin mali durumunu gizleyen, esasında mobilyacıya ve bankaya borcu olan bir adama karısı; ne kadar borcumuz var diye sorunca, o adam bankaya olan borcunu iki misline çıkarıp o parayla mobilyacıya olan borcunu ödemiş olsa, karısına sadece “Mobilyacının bütün borcunu ödedim!”  demesi gibi bir tavırdır.

Borçlanmanın, insan üzerinde iki türlü etkisi vardır. Birincisi, insanı alacaklı tarafa karşı mahcup ve mahkûm, yanı bağımlı yapar; ikincisi ise borcu olan insanı durum itibariyle muhafazakâr yapar.

Türkiye toplum olarak, AKP iktidarı döneminde 2,5 kat daha fazla dışa borçlanmıştır. 2002 yılında ülkenin toplam borcu, 139 milyar dolarken 2012 yılı itibariyle bu borç 334 milyar dolara çıkmıştır. AKP’nin özelleştirmelerden aldığı 50 milyar dolar da eline geçen paranın cabasıdır!

Fakat Türkiye’nin bu yüksek borçlanması, kamudan çok özel sektöre aittir.

Yüksek borçlanma; ülkemizin dışa bağımlılığını artırdığı gibi, hükümet edenlerin de ülkenin dış ilişkilerinin değiştirilmesine pek yanaşmamalarına neden olmaktadır. Çünkü alacaklı ile borçlu ülkeler veya bu ülkelere ait kurumlar arası ilişkilerin bozulması, yeniden borçlanma koşullarını ve eski borçları ödeme koşullarını da bozacağından, borçlu tarafın sıkışmasına, alacaklı tarafın ise borçlu karşısında avantajını kaybetmesine neden olacaktır. Bu durumda borç ilişkisi, alacaklı ve borçluyu bir birine bağımlı yapmaktadır. İlişkide belirleyici olan taraf ise elbette alacaklıdır.

Aynı durum, yurt içindeki borçlu olan her vatandaş için de geçerlidir. Vatandaş, borçlandığı bankalara ve diğer kurumlara hem bağımlıdır; hem de düzenin, siyasi iktidarın değişmesini pek istemez(muhafazakâr bir davranış). Çünkü her siyasi değişiklik düşüncesi, insan psikolojisinde belirsizlik duygusu yaratır. Yani iktidar değiştiğinde; yeni iktidarda istikrarın olup olmayacağı, kriz yaşanıp yaşamayacağı vs. düşünceleri, dolayısı ile kendisinin işini kaybedip, borçlarını ödeyemez duruma düşüp icralık olma korkusu nedeniyle vatandaşlarda pek fazla iktidara muhalefet etme isteği de oluşmaz. Elbette; geleneksel olarak muhalif olmak, ayrı bir konudur.

Özetle ulus devletleri ve onların vatandaşlarını borçlandırmak; emperyalizm ve küresel finans sermaye için hem ekonomik açıdan çok kârlı bir iştir; hem de siyasi açıdan kendilerine bağımlı ve muhtaç toplumları ve insanları yaratma projesidir. Emperyalizm ve küresel finans sermaye işbirlikçisi AKP birlikte, bu projeyi on senedir Türkiye’de uygulamaktadırlar.

Küresel finans kapital, Türkiye’den her yıl ortalama 20 milyar dolar kâr ve faiz transferi yapmaktadır. Fakat küresel finans kapital bununla yetinmiyor; ayrıca 130 milyar dolar kadar “sıcak parayı” da Türkiye’nin kısa vadeli portföylerinde ve yatırım fonlarında, her an için yurt dışına çıkarabilecek durumda tutarak, Türkiye siyasetini şantaj altında tutuyor! Örneğin Türkiye’deki 2001 krizinde iki gün içinde yurt dışına 1,5-2 milyar dolar çıkmış; bu nedenle faizler bir gecede % 10000’e fırlamıştır!

Denebilir ki borçlanmak ve sıcak paraya muhtaç olmak konusunda, yabancı küresel finans sermayeyi ve emperyalizmi sorumlu tutmak haksızlıktır! Çünkü borcu alan da biziz, sıcak parayı ülkeye çağıran da biziz! Bu tespit doğru ama yarım doğru! Elbette bu konuda baş sorumlu olan, ülkemizin bu bağlamda uyguladığı siyasettir; fakat emperyalizmin egemen olduğu dünya serbest finans piyasalarında küresel finans kapitalin bizim gibi ülkeleri tuzağa düşürdüklerini de asla gözden kaçırmamamız gerekmektedir.

Örneğin 2008 büyük finans ve ekonomik krizden sonra ABD, AB ve Japonya son 4-5 senedir dünya finans piyasasına durmadan dolar, avro ve yen basıp sürmekteler. Öyle ki bu emperyalist ülkeler, para basmaya kâğıt dahi yetiştirememektedirler. Üstelik bu paraların basıldığı ana merkezlerde faizler sıfıra yakındır. (ABD’de merkez bankası politik faizi % 0,25’tir). Dolayısı ile her gün karşılıksız basılıp emisyona sürülen bu para birimlerinin milyarlarca miktarı; faizlerin, merkezde sıfıra yakın faize göre oldukça yüksek olan ve Türkiye gibi sıcak paraya muhtaç olan çevre ülkelerine oluk oluk akmaktadır. Ayrıca; eğer bu emperyalist ülkeler, sıfır faizle bu paraların dışarıya akmasını sağlamasalar, o zaman çünkü kendi emperyalist metropol ülkelerinin iç piyasalarında müthiş bir enflasyon da baş gösterecektir.

Kısaca, bu para bolluğu politikası, ABD, AB ve Japonya gibi emperyalist devletlerin merkez bankalarının, çevre ülkeleri sömürme ve onları borçlandırarak kendilerine bağımlı yapmalarının bilinçli bir siyasetidir. Yani emperyalist finans kapitalin hizmetinde olan devletler, resmi kalpazanlıkla sıcak paraya muhtaç, durmadan borçlanan çevre ülkeleri sömürmektedirler.

Bu olay özünde, resmen bir kalpazanlıktır! Ancak parayı basan resmi merkez bankaları olduğu ve de diğer dünya devletleri de bu para birimlerini resmen tanıdığı için bu kalpazanlık da tıkır tıkır işlemektedir. Görüldüğü gibi, borçlanan ve sıcak paraya muhtaç olan devletler, emperyalist devletler tarafından resmen mafya usulü bir kalpazanlıkla, bu paralara faiz ve kâr ödeyerek sömürülmektedirler; siyasi olarak ta onlara bağımlı hareket etmek zorunda kalmaktadırlar.

Türkiye; devleti, hükümeti, toplumu ve vatandaşları ile işte bu borç ve sıcak para tuzağına düşürülmüştür. İktidardaki AKP, ele geçirdiği bu iktidarını kaybetmemek için bu oyuna gelmekte beis görmemekte, emperyalistlerin her şantajına boyun eğmektedir. Çünkü AKP; ulusal bir parti değil, işbirlikçi bir partidir!

***

AKP’nin seçimlerde bir bakıma ödünç aldığı, ideolojik olarak kendisine ait olmayan oyların AKP’ye gelmesinde yine önemli rol oynayan diğer bir faktör ise; siyasi olarak bu seçmenlerin, küçük partilerin % 10 seçim barajına takılmaları endişesi, büyük partilerin ise onlar açısından yetersiz ve basiretsiz siyaset yapmalarıdır.

MHP’nin geçmişte AKP’nin zor duruma düştüğü siyasi durumlarda hemen onun yardımına koşması (örneğin A. Gül’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesi vs. gibi), CHP’nin ise adeta iktidar olmak istemeyen bir tavırla, kendi tarihsel kökenini inkâr edecek derecede beceriksiz ve ilkesiz bir siyaset izlemesi, bu iki partinin kimi seçmenlerini, bu partilerden soğutup AKP’ye yöneltmiştir.

Ancak iktidarının üçüncü döneminde AKP, giderek ülkenin devleti ve milleti ile bütünlük içinde varlığını riske atacak hatalar yapmaya başlamıştır. AKP’nin 29 yıldır ülkeye kan kusturan PKK terörü ile işbirliği yapması, artık bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu durum, meclisteki muhalefet partilerinin de aklını başına toplamalarına vesile olmaktadır. Özellikle son zamanlarda MHP, AKP-PKK ortaklığına tutarlı ve gerçekten milliyetçi bir direniş göstermektedir. CHP ise başlangıçta bu ortaklığa verdiği siyasi krediden yavaş yavaş vaz geçeceğe benzemektedir.

AKP-PKK ortaklığı; ülkeyi süratle bölünmenin eşiğine yaklaştırmakta, teröristleri meşrulaştırmakta, on binlerce şehit yakınlarını ve gazilerimizi derinden incitmekte, ülkede, belirsizlik ve iç barışı tehlikeye atan bir gerginlik ortamı yaratmaktadır. Akil İnsanların toplantılarına olan halkımızın öfkesi ve 1 Mayıs’ta İstanbul’da bütün İstanbullulara adeta dışarı çıkma yasağı uygulayan, emekçilere karşı gaddar ve zalimce terör estiren, bir iç savaş provasını andıran AKP’nin faşist polis devleti uygulamaları; bizim bu tespitimizin en açık kanıtlarıdır.

Dolayısı ile borçlu vatandaşlar açısından şimdiye kadar bir istikrar unsuru olarak görülen AKP iktidarı; tam tersine, artık ülkeyi, borç ve sıcak para üzerinden giderek dışa daha da bağımlı yapmasıyla, komşu devletlerle olan geçimsizliği ile teröristlerle işbirliği yaparak ülkeyi bölünmenin ve bir iç savaşın eşiğine taşımasıyla tam bir istikrarsızlık unsuru haline gelmektedir. Bu da istikrar argümanıyla AKP’yi destekleyenlerin, artık bundan vazgeçmeye hazır olacakları, anlamını taşımaktadır!

Türkiye’ye ne AB’den ve ne de NATO’da fayda gelir! NATO 60 yıldır hep ordumuzu kullanmış, buna karşılık biçim için, terör konusunda bile, kılını kıpırdatmamıştır. AB ise Türkiye’ye hiçbir hak tanımadan, Türkiye’yi 1996’dan beri kendisinin bir iç pazarı haline getirmiştir. Şimdiden sonra bu iki batıcı kurumdan daha fazla bir şey beklenemez!

Türkiye, emperyalist devletlerin borç ve ekonomik kriz içinde çırpındığı, BRIC devletlerinin ve Şangay İşbirliği’nin olağan üstü yükseldiği bu yeni dünya konjonktüründe; tam bağımsızlığını sağlayarak, doğu-batı ayrımı yapmadan bütün ülkelerle karşılıklı çıkar ve saygı temelinde uluslararası ilişkilerini yeniden düzenlemelidir!

Türkiye, teröristlerle müzakere ve işbirliği yerine; İran, Irak ve Suriye gibi komşu devletlerle, onların merkezi hükümetleriyle iyi ilişkiler kurarak; bu devletlerle teröre karşı ortak mücadele yürütmelidir.

Ülkemizin içinde bulunduğu bu kritik ve olağanüstü sorunlu durumundan kurtuluşunun yolu vardır ve bu yol Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur!  Bütün vatanseverler giderek Mustafa Kemal Atatürk’te birleşmektedirler. Yeniden Ulusal Kurtuluşa ve Tam Bağımsızlığa giden ulusal uyanış ve ulusal birlik süreci, 23 Nisan 2013 tarihinde Ankara’da Milli Merkez’in oluşması ve MHP ile CHP’nin giderek tutarlı hale gelmeye başlayan siyasetleriyle hızlanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme ve gericiliğe karşı büyük ve tarihi zaferini yaşayan Türk ulusu, bu tarihsel deneyim ve sağduyulu azmiyle bu kritik durumdan da zaferle çıkmasını bilecektir!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

AKP, Hızla Zayıflayabilir mi?

Merhaba Mehmet bey,

Emperyalist devletlerin bu mafyavari kalpazanlıklarında nasıl acımasız olduklarının en büyük örneği Irak'dır. Hatırlanacağı üzere Irak ABD yi Euro ya geçmekle tehdit etmiş ve yıkılışını imzalamıştı. Saygı ve selamlar...

Küçük Bir Katkı

Merhaba Cem Osman Bey,

Makalene küçük bir katkı:

  1. PKK çekilmedi. Asıl çekilen TSK'dır! TSK'nin çekildiği yerleri şimdi PKK denetliyor. Yani bölge, fiilen silahlı PKK'nın denetiminde özerkleşmiş durumda! Basında çıkan haberlere göre; Mardin’in Nusaybin ilçesinde ve Mardin Merkez köylerin birinde, PKK’lı teröristler, yol kesip köylülere kimlik sormuşlar!
  2. PKK ile pazarlıkta verilen sözler:
  • Özerklik ve Federasyon dayanan ve
  • Türk milletinin olmadığı, çok milletli yeni bir Anayasa;
  • Öcalan'a ve diğer Teröristlere Özgürlük!
  1. Alınan söz: AKP-PKK işbirliği ile halka Başkanlık Sistemini kabul ettirmek!
  2. AKP-PKK ortaklığının yeni askeri işbirliği alanı ise; birlikte Suriye'de Esad'ı devirmek, hatta bir Savaş durumunda İran'a karşı birlikte savaşmaktır!

 Saygı ve selamlarımla..

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.