AK Parti ve Devlet

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“(...) Ak Parti, işbaşına Taksim ‘tarzı’ gelmişti. Bir kere sistem dışıydı. Sistemin kıyısından, kenarından geliyordu. Sistem devlet demekti ve o devlet Ak Parti tabanını, dışlamak bir yana, açıkça yok sayıyordu, o kitleye hayat hakkı tanımıyordu. Kendine göre bir finans gücü, çok kuvvetli bir örgütü vs vardı ama hepsinden önemlisi, Ak Parti gene Taksim Meydanı’ndakine benzer bir dayanışma, bir ‘Gökkuşağı Koalisyonu’ ile geldi iktidara. Kendi doğal tabanı dışında liberalleri, demokratları, eski sosyalistlerin bir bölümünü devlet-sistem dışılığı nedeniyle yanına almıştı. Bir daha söyleyeyim: Bu Taksim Meydanı koalisyonuydu ve dışlanmışları, muhalifleri içeriyordu.

Şimdi işler değişti. Ak Parti kendi kitlesini buldu, yarattı, onları kendisine bağladı. Onun dışındaki bir kitleyi istemiyor. Kendi kendisine yetecek bir güce sahip olduğunu düşünüyor. Buna bağlı olarak liberal demokrat çevreyle ilişkisini kendi kontrolü ölçüsüne indirgemeyi tercih ediyor. Hepsinden önemlisiyse, söyleminde ‘devlet’ kavramını kullanıyor. ‘Bu devlet sizin oyuncağınız değildir’ diyor örneğin. Her şeyin sahibi olarak devleti gösteriyor. Bu, toplumdan devlete doğru bir kayış anlamına gelir. Sisteme yerleşmek, onunla özdeşleşmek anlamı taşır. (...)” [1]

* * *

Adalet ve Kalkınma Partisi, çevrenin destekleri ile, ama, Sayın Kahraman’ın da belirttiği gibi, muhafazakâr yaşam tarzına sahip olmayan kesimlerin desteğiyle iktidara gelmiş ve daha sonraları iktidarını da bu bahsedilen çevrelerin desteğiyle konsolide etmiştir. Ak Parti Genel Başkanı ve başbakan Erdoğan, konuşmalarında sürekli maziye atıfta bulunarak, kendilerinin içinden çıktığı çevrenin nasıl zorluklar ve kısıtlamalarla karşı karşıya kaldıklarını belirtiyor. Yine buradan hareketle Sayın Erdoğan, muhalefeti eleştirmek için de, belki de şuanki Cumhuriyet Halk Partililerinin hiçbirinin dahli olmadığı hususlarda, muhalefeti yıpratmak için geçmişte yaşanılan sıkıntıları gündeme getirmek koşuluyla, Cumhuriyet Halk Partisi ve yöneticileri üzerinden siyaset üretmeye çabalıyor. Başörtülü kızların üniversitelere sokulmadığını, yine başörtülü kızların üniversite kapılarında bekletilerek veya ikna odalarında psikolojik baskı uygulanarak özgürlüklerini kullanamadıklarından dem vurarak, aslında biraz da siyasal istismar yapıyor. Çünkü, artık bu husus, bir istismar durumuna dönüşmüştür.

* * *

Özgürlüklerin ve demokrasinin önünü açmakla kendisini konumlandıran bir partinin, içinden geçtiğimiz zaman tünelinde devletle eklemlenerek, devlet aygıtının bir parçası olması, manidardır. Gerçi, ülkemizde sürekli olarak devlet olgusu, öcü gibi bir algılamayla kendisine kamuoyunda yer bulmuştur. Darbelerden sonra yapılan anayasaların, daha çok devlet merkezli olması, devleti vatandaşından korumaya yönelik bir üslûbun anayasanın ruhuna işlemesi, Türkiye’de devletin “ceberut” yüzünü görmemize neden olmuştur. Devlet aygıtı üzerinden ülkemizin hem demokrasi sicilinin, hem de insan hakları sicilinin çok iyi olduğu söylenemez. Türkiye’de siyaset, daha önceleri yüksek bürokrat ve asker koalisyonuyla teşkil ettirilirken, belki şimdi bazı aksaklıklar olsa bile zahirde bir “millet iradesi ve egemenliğinden” bahsedilebilir. Jakoben laiklik anlayışının tüm topluma dayatılması, vesayet gölgesinin politikacılar üzerinde “demoklesin kılıcı” gibi durması, devlet aygıtının halkla bütünleşememe nedenlerinin en başında gelmekteydi. Koalisyon hükümetlerinin idare ettiği ülkemizde, büyük sermaye ve bürokrat ile asker üçlüsü, siyaset üzerinde çok etkili bir güce sahipti. Türkiye’nin her ne kadar imparatorluk geleneğinden gelmiş olsa da bulunduğu coğrafyada diğer ülkelerden ayrılan özelliği, modern bir ulus devlet olmasıdır. Tabii ki bu da, o dönemin toptancı bakış açısıyla hayata geçirilmiş, devlet aygıtı toplumla arzu edilen kucaklaşmayı sağlayamamıştır... Adalet ve Kalkınma Partisi, devletin merkeze geçtiği ve kendi düzeni için tehlikeli addettiği “çevrenin” talepleri ve beklentileri ile 3 Kasım 2002 tarihinde iktidarı, koalisyon yapısından devralmıştır. Evet, Ak Parti bir Gökkuşağı oluşumudur da denebilir; çünkü Ak Parti yönetim katında da seçmen tabanında da, farklı yaşam tarzlarına sahip kesimler yer almaktadır. Ak Parti, son dönemlerde devlet içindeki gücüne istinaden kendisine destek veren; ama kendisi gibi bir yaşam tarzına sahip olmayan seçmen tabanını, küstürmekte ve hayalkırıklığına neden olmakta. Devlet sistemi içinde güçlenen bir siyasal hareketin, bütünleştirici ve birleştirici demokrasi anlayışından ziyade, çoğunluk tabanlı demokrasi anlayışında ısrar etmesi, Sayın Kahraman’ın da ifade ettiği gibi, siyasî iktidarı toplumdan/halktan uzaklaştırmakta. Siyaset üretilirken kullanılan dilin, “Ben” “Bizim” gibi belli bir özneyi nitelemesi ve “diğerleri” gibi bir olgunun oluşmasının kapısının aralanması, ülkemizdeki kutuplaşmanın ivme kazanma sebeplerindendir... Türkiye’de; zahirde devletle toplumu/halkı bütünleştiren, güya devletin ceberut yüzünden, kucaklayan yüzüne dönüşüm yaşandığı bir süreçte, tabii ki bu bir iddiadır, ben son zamanlarda bu görüşün olumlandığını söyleyemem, “müdahaleci bir devlet” zihniyetinin Taksim Gezi Parkı eylemlerinde yeniden nüksetmesiyle, istenilen toplumsal barış da tesis edilemiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, devlet aygıtını kendi var ettiği toplum tabanı ve sermaye tabanı için olumlamaya başlarsa, muhalefet edenleri anlamak yerine, müdahale yoluna giderek müzakereci bir dilden saparsa, ülkemizde ileri dönemlerde iç huzursuzluğun artması da sürpriz olmayacaktır...

 

Erhan SALMAN

erhan.salman@politikadergisi.com


[1] Hasan Bülent Kahraman, sabah.com.tr, 17.06.2013

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.