Açılımın Yeni Sloganı; “Silahlar Bırakılmalı!”

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

23 Kasım 2012 tarihinde Erdoğan, açlık grevlerinin sona ermesinde Öcalan’ın da rolünün olduğu ve muhtemel bir ateşkes için devreye gireceği yönündeki iddiaların sorulması üzerine şöyle konuştu: Silahların susturulması çözüm değil, silahın bırakılması lazım. Silah teröristin elinde duruyorsa bu çözüm değildir. Vakti saati geldiğinde silahlar yeniden patlayabilir. ‘Biz farklı ülkelere gidebiliriz’ derlerse olabilir. Örgütün önemli bir kısmı Kandil ve Mahmur’ da bulunuyor. Bunlar farklı ülkelere gitmek isterse gidebilir.”

Başbakanın bu görüşüne muhalefet partilerinin tepkisi ise farklı oldu. CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu, “Silah bırakıp, başka bir ülkede gidip normal yaşantılarını sürdürürlerse bundan da ayrıca memnunluk duyarız” dedi.

MHP’li Oktay Vural: " Başbakan'ın dilinin altında yatan; Aftır. Öcalan'ı muhatap alarak açlık grevleri konusunda oynadıkları tiyatroyu devam ettiriyorlar. Bundan sonraki süreç, Sayın Başbakan’ın istedikleri ülkelere gidebilirlerin altında yatan PKK'ya, Öcalan'a yönelik bir af hazırlığıdır" dedi.

BDP ise Erdoğan'ın açıklamalarını inandırıcı bulmadı.

***

Biliniyor; Türkiye 29 yıldır terör sorunundan çok çekti, hala da çekiyor! Herkes bu sorunun biran evvel çözümünü istiyor. İstiyor da; çözüm bir türlü gelmiyor. Neden? Çünkü terör sorunun çözümün zamanlamasından çok, nasıl çözüleceği önemli de ondan!

Çağımızda modern, demokratik ve medenî bir ülkede terörün aslında hiçbir haklı ve insanî gerekçesi yoktur ve olamaz da! Çünkü terör, amacından bağımsız olarak, davasıyla hiçbir ilgisi olmayan masum insan yaşamına kast eden insanlık dışı bir yöntemdir. Oysa ülkemizde bugün kimileri, hatta kendilerini ilerici olarak tanımlayanlar bile, açık açık “Kürt Sorunu” denen sorunun çözümü için adeta terörün meşruiyetini savunur oldular.

Teröristler, terörü bir siyasi araç olarak, fiziki etkisinden çok psikolojik etkisi nedeniyle tercih ederler. Yani terör eylemleri, siyasi amaca ulaşmak için, geniş halk kitleleri üzerinde korku ve yılgınlık yaratmaya yöneliktir. Bu nedenle de teröristler toplum üzerinde psikolojik etkiyi, yani korku ve dehşeti artırmak için son derece gaddar ve insanlık dışı davranırlar!

Özetle, zevk için terör uygulanmaz! Her terörün bir amacı var elbette. Çünkü terör bir siyaset aracıdır. Terör, hedeflediği siyasi amacına ulaşmadan veya artık terör aracının istenen amaca ulaşmada işe yaramaz olduğu deneyimine kavuşmadan sona ermez! Ufukta henüz her iki ihtimalin de gerçekleştiği görünmüyor. Ancak birinci ihtimalin gerçekleşmesi için çabalar çok yoğun!

Emperyalizmin egemenliğindeki bir dünyada; Ortadoğu ve Mezopotamya’da ”Bağımsız bir Kürdistan” ise emperyalizme karşı bir kurtuluş mücadelesi biçiminde değil de tam tersine, emperyalizmin desteği ve güdümüyle, emperyalizme bağımlı olan Türkiye ve komşuları olan Irak, İran ve Suriye bölünerek kurdurulmaya çalışılmaktadır. Türkiye’deki terörün siyasi amacı budur!

Ancak bağımsız fakat emperyalizme uydu olarak oluşacak bir Kürdistan, ha deyince kurulacak bir devlet değildir! Bu iş aşama aşama gerçekleştirilebilecek, uzun vadeli bir süreçtir. Örneğin Ortadoğu’daki emperyalist çıkarları korumak için Filistin’de oluşturulan Yahudi devleti İsrail’in kuruluşu yarım asırlık bir süreci kapsamıştır.

Ülkemizde 29 yıldır süren PKK terörünün ilk hedefinde de Kürt etnik kökenli Türk vatandaşlarını ulusal birliğimizden ayrıştırarak ve ülkemiz topraklarımızı bölerek “Bağımsız Kürdistan” devleti kurması vardır. Bu amaç için PKK terör uygulamakta, masum insanları katletmekte, Türkiye’ye zarar vermektedir. PKK, uyguladığı teröre paralel olarak emperyalist güçlerin desteğini de almakta; emperyalist işbirlikçisi AKP hükümetinin sinsi, pazarlıkçı ve Atatürkçü Türk ulus düşmanlığı, tavizkar politikaları ve büyük sermayenin denetimindeki basının da sayesinde zorla da olsa bir Kürt uluslaşma sürecini Türkiye’ye dayatmaktadır.

Bağımsız Kürdistan nihai amacında etnik Kürt milliyetçilerinin ilk hedefi ise 2003 Haziran ayında Türkiye’nin de AKP hükümetiyle yasalaştırarak kabul ettiği BM “İkizler Sözleşmesi” nin ön koşullarının yerine getirilmesidir.

PKK ve Kürt milliyetçilerinin ilk aşamada erişmek istedikleri BM “İkizler Sözleşmesi” nin ön koşulları ise bir ulus devlet içindeki herhangi bir etnik veya dini halk grubunun bağımsız devlet kurabilecek kadar kendi kendine yeterli bir duruma gelmesidir. Çünkü BM “İkizler Sözleşmesi” ne göre sadece ulusların kendi kaderini kendilerinin belirleme hakkı yoktur; bir ulus devlet içinde ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel olarak kendi kendilerine yeterliliğini kanıtlayabilen bütün etnik ve dini halk grupları bağımsız devlet kurma hakkına sahip olmaktadırlar. İşte bu nedenle Türkiye’de etnik şoven Kürt milliyetçileri ve PKK,  emperyalizmin gücünü arkalarına alarak; Türkiye’ye Özerklik, Ana Dilde Savunma ve Eğitim, Türk Kimliğinin Anayasadan çıkarılması ve Kürt kimliğinin siyasi olarak tanınması ve nihayet PKK lideri Öcalan’a af için terör estirmektedirler.

Bilindiği gibi Türkiye’de, 4 Haziran 2003 tarihinde Başbakan R.T. Tayyip hükümetinin icraatıyla “Anayasaya aykırı olmamak” koşuluyla BM “İkizler Sözleşmesi” 2200 sayılı kararla TBMM’de yasalaştırılmıştır. Yani AKP hükümeti bölünmenin yasal zeminini çoktan hazırlamıştır bile!

PKK terörü ve AKP’nin ihanete varan terör politikalarıyla Türkiye’de Kürt kökenli yurttaşların ayrıştırılmaları ve onlar için BM “İkizler Sözleşmesinin ön koşullarının gerçekleştirme süreci halen bütün şiddetiyle devam etmektedir. Emperyalizm, 1991 ve 2003 yıllarındaki savaşlarla Irak’ı işgal ederek, bu devleti parçalamış ve Barzani aşireti yönetiminde Irak’ın kuzeyinde Özerk bir Kürt yönetimini çoktan yaşama geçirmiştir bile! Irak’ın kuzeyindeki bu Kürt Özerk yönetimi de yine işbirlikçi AKP hükümeti ve Türk müteahhitleri tarafından inşa edilmektedir.

AKP hükümetinin başrol oynadığı, çeşitli Arap ülkelerinden getirilen paralı veya parasız teröristlerin çıkardığı isyan hareketiyle komşumuz Suriye halkı ve devleti 20 aydır kanlı bir iç savaş yaşamaktadır. Bu iç savaştan en yaralı ve kârlı çıkan PKK yandaşı etnik milliyetçi Kürtler olmuştur. Suriye’deki iç savaşı fırsat bilen etnik milliyetçi Kürt hareketi Kuzey Suriye’de de özerk bir yönetimle bölgeyi kontrolü altına almışlardır.

***

Yeniden Türkiye’ye dönersek; ülkemizde aynı amaçla 29 yıldır kanlı PKK terörü sürerken bu teröre paralel kamuoyunda “Kürt Sorunu” başlığı altında yoğun bir tartışma ve propaganda da sürdürülmektedir. Ülkemizde sadece ayrılıkçı etnik Kürt hareketi emperyalizm ile el ele çalışmıyor; aynı zamanda 10 senedir iktidarda olan gerici ve karşı devrimci AKP hükümeti de emperyalizmle ve arka planda teröristlerle sarmaş dolaş işbirliği yapmaktadır. 2009 yılı yaz aylarında başlayan ve PKK’ya af getirmeye çalışan AKP’nin  “Açılım” politikaları, Habur rezaleti ve 2010’da Oslo’da yürütülen PKK-MIT resmi görüşmeleriyle zirve yapmıştır. 

Habur’da özel ve seyyar mahkemelerle azılı PKK militanlarını serbest bırakan, Oslo’da PKK ile pazarlık yaparak teröristlere olmayacak sözler veren AKP, yaptığı politika ve çıkardığı yasalarla adım adım teröristlere verdiği sözleri yerine getirmeye çalışmaktadır.

Bir gece yarısı yasama eylemiyle yeni çıkarılan ve ülkeyi eyaletlere ayırabilecek “Büyükşehiryasası buna en güzel örnektir. Bir başka örnek olarak; yine AKP hükümeti, PKK ile danışıklı bir dövüş olduğu artık açıkça belli olan bir süreçte KCK tutukluların “Açlık Grevi” şantajına boyun eğerek, “açlık grevi” olayını terörist başı Öcalan’ı devlete “Siyasi Muhatap” mertebesine çıkarma operasyonu haline getirmiştir. Bu bağlamda, AKP’nin meclisteki “Açlık Grevi” şantajı yapanların önemli taleplerinden biri olan “Ana Dilde Savunma Hakkı” yasa tasarısı çalışmaları ayrıca ibret vericidir.

Çünkü ülkemizde zaten ve hukuken, adil yargılanma ve savunma hakkı temelinde “Ana Dilde Savunma Hakkı” hâlen vardır; bunun ön şartı ise, sanıkların mahkemenin dili olan resmi dil Türkçeyi yeterince bilmemesidir. AKP’nin hazırladığı bu konudaki tasarının asıl amacı ise resmi dil Türkçenin Türk mahkemelerindeki ulusal egemenlik hakkını çiğneyerek, dolayısı ile Anayasamızın 3. Maddesine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan antlaşması hükümlerine aykırı bir tutumla ülkenin bölünmesini hazırlamaktır.

AKP ve özellikle AKP lideri Başbakan R.T. Erdoğan ülkemizde “Başkanlık Sistemi” nin uygulanması konusunda ısrarlıdırlar. “Başkanlık Sistemi” ülkemizi ister istemez; bu sistemle yönetilen diğer ülkelerin tarihi deneyimleri ve ülkemizin 12 Eylül 1980 askeri faşist döneminden miras kalan ve halen yürürlükte olan gerici ve anti demokratik yasaları göz önünde tutulduğunda, T.C.’nin devlet yapısının üniter kalması durumunda ya tam bir faşist diktatörlüğe ya da eyaletlere ayrılarak parçalanmasına götürecektir!

Elbette terör sorunun en akıllıca ve insani çözümü, teröristlerin silah bırakıp, devlete teslim olmalarıdır. Ancak hiç bir enayi terörist; eğer o terörün artık amacına ulaşmada yararsız olduğu kanaatine henüz gelmemişse, kendiliğinden, gönüllü olarak bunu yapmaz! Ne zamanki terörist devletten amacına ulaşacak siyasi tavizler koparır, işte o zaman belki gerçekten silahları bırakabilir; fakat o terörist üçüncü bir ülke olarak olsa olsa “bağımsız”(!) Kürdistan’a gider!

PKK’ya af anlamına gelecek “Açılım” politikasına tam gaz devam eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aslında “Silahlar Bırakılmalı!” söylemi ile sadece teröristlerle yaptığı ve bundan sonra da yapacağı müzakereler ve onlara verdiği ve vereceği tavizler için kamuoyunda önceden kendisine kulağa hoş gelen, insani gerekçe ve argüman hazırlamaktadır! Bu koşullarda bu söylemin başkaca hiçbir başka anlamı yoktur! 

Terör bir ülkede olağan üstü bir sorundur.  Ülkemizde de terör “düşük yoğunluklu” bir iç savaş kapsamındadır. Olağan üstü toplumsal sorunlar da ancak ve ancak olağan üstü yöntemlerle ve araçlarla çözülebilir. Bu nedenle terörle mücadelede mutlaka kararlı irade, olağanüstü sert siyasi ve askeri önlemler şarttır!. Yoksa AKP’nin yaptığı gibi, teröristlerle müzakere edilerek veya onlara taviz verilerek asla bu sorun çözülemez! Tam tersine bu yöntemlerle terör daha da azar!

Kısaca, terörle AKP gibi olağanüstü mücadele yerine müzakere ve tavizle çözüm aramak demek, Türkiye’nin önüne emperyalistler adına Sevr’i yeniden çıkarmak demektir!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.