2013 Diyarbakır’daki Nevruz Gösterisi Üzerine..

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Açılım” denen politikasıyla AKP iktidarının açık işbirliği yaptığı terörist PKK/BDP, dün, 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’daki Nevruz ile büyük bir gövde gösterisi yaptı. Gösteri, birçok yerli yabancı TV kanalları ve internet portalları tarafından bütün Türkiye’ye ve dünyaya canlı olarak yayınlandı.

Hiçbir Türk bayrağının olmadığı, her tarafta PKK’nın sembolü bayrak ve flamaların dalgalandığı, hatta dağdaki PKK’lı militanların bile doğrudan katıldığı gösteride, Öcalan’ın mesajı okundu.

Türkiye’de AKP iktidar yandaşı basın, önemli TV kanalları, bazı ünlü sanatçılar vs. PKK/BDP’ nin bu Nevruz gösterisini büyük bir Barış(!) gösterisi olarak selamladılar. Öcalan’ın mesajını değerlendiren bazı gazete yazarları, bildik akademisyenler vs. ise hemen Öcalan’ın “Bağımsız Kürdistan” dan vaz geçtiğini ilan ettiler.

Peşinen bir konuda anlaşmak gerekir ki Öcalan’ın Nevruz mesajını tek başına değerlendirmek, bizi yanlış bir yorumlamaya götürecektir. En azından “Açılım” süreciyle birlikte BDP müzakere heyetinin basına sızdırdığı, Öcalan’ın gerçek niyetini içeren tutanaklarla birlikte ele alınması çok daha doğru bir değerlendirme yapmaya yardımcı olacaktır. Basına sızdırılması Başbakan Erdoğan’ı çok kızdıran bu tutanaklar, Öcalan’ın samimi olarak gerçek amaçlarını içermektedir. Dolayısı ile bu bağlamda tutanaklar, Öcalan’ın Nevruz mesajından çok daha sağlam kanıtlardır.

Öcalan’ın Diyarbakır Nevruz gösterilerindeki mesajında dikkati çeken en önemli husus; “Açılım” denen sürecin ana hedefi olması gereken “Silahları Bırakma” olayının, olmamasıdır! “Silahları Bıraktırma” nın sadece propaganda amaçlı bir yalan olduğu böylece ortaya çıkmıştır. Çünkü Öcalan mesajında “..artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmaktır “ diyerek bir terör örgütünün elinde tuttuğu en önemli kozdan öyle kolay kolay vaz geçemeyeceğini göstermiştir.

Kaldı ki basına sızan İmralı tutanaklarının satır aralarında “Sınır Ötesine Çekilme” olayı bile iki şarta bağlı olduğu ortaya çıkmıştır:

  • Kürdistan’a Statü ve
  • Öcalan dâhil PKK’ya özgürlük (Af bile istemiyorlar)

Öcalan, mesajında "Yeni mücadelenin zemini: fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir" diyerek esas itibariyle “yeni” Anayasa çalışmalarına işaret etmektedir. PKK'nın yeni anayasa ilan edilmeden tüm militanlarını Türkiye topraklarından çekmemesi, anayasa değişiklikleriyle ilgili müzakerelerde elindeki kozu kaybetmek istemediği anlamına gelmektedir. Anlaşıldığı kadar, hükümet PKK'nın bu koşulunu şimdiden kabul etmiş gibi görünüyor.

Öcalan’ın PKK’ya çağrısındaki “Silahları Bırakma” yerine “Sınır ötesine çekilme” taktiğinin zamanlaması da doğrudan “yeni” anayasa süreciyle bağlantılı olduğu anlaşılıyor.

Mesajında "İttifakın, birlikteliğin, helalleşmenin zamanıdır"  diyen Öcalan, devamla “Son 90 yılın tüm eksiklerine rağmen büyük felaketlere uğramış halkları da katarak yeni bir model oluşturmak istediklerini” söylemektedir.

Mesajın işte bu noktasında Öcalan’ın gerçek niyeti de ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar Öcalan, “Bizi bölme ve çatışmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.” dese de Nevruz gösterisine egemen olan,  “Öcalan’a özgürlük”, “Kürdistan’a Statü” gibi ayrılıkçı slogan ve dövizlerin de işaret ettiği gibi, asıl amaç ayrılığa hazırlanmaktır.

Öcalan’ın şimdiki amacı ise,“90 yıllık Cumhuriyetin” halklara büyük felaketler getirdiği savıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp, yerine “yeni bir model” oluşturmaktır. Öcalan, bu noktada AKP ile de tam bir fikir birliği içindedir.

Öcalan, nereden bakarsak bakalım, en az 30 yıllık bir siyasi deneyim sahibidir. Ancak 14 yıldır İmralı’da mahkûm olan Öcalan’ın çok daha tecrübeli, dünya çapında emperyalist bir devlet olan ABD gibi danışmanlık aldığı dostları da var. Basında çıkan haberlere göre, henüz BDP ‘nin “Açılım” için müzakere heyeti İmralı’ya gitmeden önce bazı ABD uyruklu kişiler Öcalan’ı İmralı’ da ziyaret etmiştir. Belli ki Öcalan’a yetkili kişiler büyük bir danışma hizmeti vermişler.

Öcalan’ın çok iyi bir danışmanlık hizmeti aldığı aslında, onun tutanaklarda dillendirdiği şu talebi ele vermektedir: Öcalan; “ne ev hapsi, ne af, buradan hep beraber özgürce çıkacağız” diyerek, kendisinin ve bütün diğer teröristlerin özgür olabilmesi ve Türkiye dışına çıkış yapabilmesinin meşru yoldan güvence altına alacak “Meclis kararı” nı talep etmiştir. Bu talep, uluslararası hukuk bilgisi gerektiren bir uzmanlık işidir. Dolayısı ile bu talebin kaynağının kim olduğu da buradan çok iyi anlaşılmaktadır!

AKP iktidarı ile PKK arasındaki Oslo görüşmeleri dâhil bütün müzakereler dikkatle incelendiğinde; Öcalan’ın Türkiye devleti için düşündüğü “Yeni Model”, devlet yapısı itibariyle “Federasyona” dayalı bir başkanlık sistemi ve bu devletin dayandığı toplum itibariyle de tek Türk ulusu (Türk milletti) değil, çok uluslu bir ümmetçiliktir. “Kürdistan’a Statü” sloganın altında yatan talep budur. Bu talep; Öcalan ve PKK öncülüğünde şoven Kürt milliyetçilerine Türkiye’de 4 Haziran 2003 tarihinde 2200 sayılı yasa ile resmen kabul edilen, Birleşmiş Milletler nezdinde “Halklara kendi kaderini tayin etme” hakkı tanıyacağından,  tetikçi PKK’nın ve azmettiricisi emperyalizmin asla vaz geçemeyecekleri nihai çözümdür! 

Şimdi, bütün dünya ve Türkiye kamuoyunun “Barış”(!) beklentisiyle dikkatle izlediği bu Nevruz mesajında “Bağımsız Kürdistan” dan bahsetmesi büyük acemilik olmaz mıydı?

Türkiye topraklarındaki terörist militanlarının “Sınır ötesine geçmeleri” için bile meclis kararı, hatta yasal düzenleme talep eden Öcalan, hiçbir meşru bir gerekçe göstermeden böyle bir hassas noktada “Bağımsız Kürdistan” dan bahsetmesi, alenen kendi ayağına kurşun sıkma derecesinde azmettiricisi ABD emperyalizmi açısından da bir provokasyon olacaktı. Sonuç takkiye! “Bağımsız Kürdistan” çağrısı yapmayan, birleşmeden dem vuran bir terörist lider! Türk halkı yerse?

***

PKK/BDP’ nın Diyarbakır’daki Türkiye’mizin fiilen bölünmüşlüğünü yansıtan tabloya en sert tepkiyi MHP, İşçi Partisi, TGB, ADD vs. gibi dernekler ve bazı sendikal örgütler vermiş; buna karşılık Cumhuriyeti kuran ana muhalefet partisi CHP sessiz kalmıştır. Bilindiği gibi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bundan 8-9 ay önce mecliste “Kürt Sorunun Çözümü için meclisteki bütün partilerden oluşan bir komisyonun kurulmasını” önermiş; sorunun nihai çözümü için de “Akil Adamlar” a havale edilmesi olduğunu söylemiştir. Bu öneri; Erdoğan’ın balıklama dalmasına rağmen, MHP’nin karşı çıkmasıyla yaşama geçmemiştir.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun dünyadaki bu yöntemlerle yapılan çözümlerin sonuçlarını ve bu alandaki tarihi deneyimleri dikkate almadan yaptığı bu öneri de aslında bir çıkmaz sokaktır. Kürt Sorunu denen soruna CHP’nin önerdiği “Akil Adamlar” çözümü, yakın geçmişte Yugoslavya ve Malezya’da uygulanmıştır. Sonuçta “Akil Adamlar” her iki ülkeyi de paramparça edip binlerce insanın katledildiği ve mağdur olduğu iç savaşlara neden olmuşlardır.

Başbakan Erdoğan’ın PKK’ya “Silah Bıraktırma” amacıyla yapıldığını iddia ettiği “Açılım” süreci, aslında AKP ile PKK arasında “al gülüm ver gülüm” veya Başbakan Erdoğan’ın o ünlü söylemiyle “Kazan Kazan” politikasından başka bir şey değildir. Başbakan Erdoğan PKK’ya meşruluk, özgürlük ve Kürdistan’a “Statü” vermek isterken, kendisi de “Başkanlığı” almak istemektedir.

Büyülü “Barış” sözcüğü altında yürütülmeye çalışılan “Açılım” sürecinin ikinci ve son perdesinde de yine PKK/BDP, iki bakımdan yani;

  • Ülkemizin fiilen hızla bölünme sürecinde olduğunu açıkça gösteren, Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadının cenaze töreninden sonra PKK/BDP büyük bir gövde gösterisi ve propaganda yapma fırsatı yakalamış olması bakımından ve de
  • PKK ve lideri Öcalan da Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından resmen muhatap alınarak meşrulaştırılmış olması açısından kârlı çıkmıştır.

 “Açılım” sürecinin kaderi, son tahlilde doğrudan “yeni” anayasaya bağlıdır. “Yeni” anayasa yazımına sadece AKP iktidarı ile PKK ortaklığının kaderi değil, aynı zamanda AKP iktidarının devam edip etmeyeceği de bağlıdır. Hatta iddia edebiliriz ki Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, bekası da bu “yeni” anayasaya bağlıdır.

Öcalan’ın 21 Mart 2013 Diyarbakır Nevruz mesajındaki “Birleşelim, Bölünmeyelim” çağrısına saf saf inanlara, Başbakan Erdoğan’ın “Analar ağlamasın!” duygu sömürüsüne kananlara tavsiyemiz; basına sızdırılan İmralı tutanaklarını bir kez daha okumaları ve “Kürdistan’a Statü” verilmesi sloganı üzerinde derin derin düşünmeleridir!

Olaylar; öyle göründükleri gibi anlam taşısalardı, o zaman ne düşünmeye ne de bilime ihtiyaç olurdu!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

2013 Diyarbakır’daki Nevruz Gösterisi Üzerine..

Merhaba.

Bence o tutanaklar basına özellikle sızdırılmıştır. Başbakanın hazmettirme politikasının bir parçasıdır diye düşünüyorum. Bop projesinin Türkiye ile ilgili bölümü bence çoktan karara bağlandı. Bir tek Türk halkına kabul ettirilmesi gerekiyor. Onu başarabilecekler mi? Yaşayan görecek. Saygı ve selamlar...

Türkiye devrime gebe!

Merhabalar Cem Osman.

Tamamen aynı fikirdeyiz.

BOP; çoktan karar bağlandığı gibi, Türkiye'de 2007 den beri de uygulanıyor!

Ekonomide neoliberalizm(özelleştirme) kasırga gibi esiyor. Türkiye iç pazarı zaten AB gümrük birliği üzerinden Alman ve Fransız şirketlerine peşkeş çekilmişti. AKP iktidarında ise Cumhuriyetin en stratejik tesisleri özellikle de yabancılara satıldı. Ülke nerdeyse üç misli borçlandırıldı! Ülke ekonomisi 3/4 oranında dışa bağımlı hale getirildi.

Meclis, hükümet, yüksek mahkemeler dâhil tüm yargı, polis vs. kısaca bütün devlet organları ellerinde! YÖK, RTÜK, Adli Tıp, TÜBİTAK vs. gibi bilim ve yükseköğrenim kurumları tam denetimleri altına aldılar. Basın, TV vs. bütün medya % 99 kontrollerinde.  

Bütün bunları ideolojik olarak “demokratlaşma”, “askeri vesayeti tasfiye etme” vs. başlıkları altında gerçekleştirdiler.

BOP uygulamasına; Türk Silahlı Kuvvetleri asla razı olmayacağını çok iyi bildiklerinden, önce Ergenekon, Balyoz vs. gibi sahte davalarla ordumuzun direncini kırarak, başladılar. Eğitimde M. Kemal 'ın tevhidi tedrisat sistemini yani bütünlüklü ulusal eğitimi tasfiye edip yerine 4+4+4 uyguluyorlar. vs.

Atatürkçü Cumhuriyeti tasfiye eden karşı devrim hemen hemen tamamlanmış sayılır. Şimdi sıra bu karşı devrime anayasal bir kılıf gerekiyor. Onu da Öcalan ile birlikte hazırlıyorlar. Durum bu derece vahim!

Bütün bunlar Türkiye'de yaklaşan bir devrimci sürecin habercisi!

Önümüzdeki günler büyük mücadele ve çatışmalara gebe!  2013 yılı Cumhuriyet için kader yılı!

Önümüzdeki İlk çatışma günü 8 Nisan'da Silivri'de!

Saygı ve selamlarımla

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.