“Tape” Siyaseti İçinde Boğulan Türkiye

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Türkiye’de siyasetin niteliği 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren esaslı bir biçimde değişmiştir. 17 Aralık 2013 tarihinde AKP hükümetinin üç bakan oğlu, bir bakan ve Halk Bankası Genel Müdürü hakkında yapılan “Yolsuzluk ve Rüşvet” soruşturması operasyonu ile Türkiye siyaseti bambaşka bir mecraya girmiştir. Ben 17 Aralık operasyonundan dört gün sonra bu portalda yayınlanan “Emperyalizm Türkiye'de Kaos Yaratmak İstiyor!” başlıklı yazımda bu yeni siyaseti özetle “Emperyalizmin Erdoğan hükümetini devirmekteki amacı ise tıpkı Irak gibi, Suriye gibi, Lübnan gibi Türkiye’de de siyasi istikrarı bozarak bir kaos ortamı yaratmaktır!” diye yorumlamıştım.

Türkiye’de son iki aydır yaşadığımız bu yeni siyasetin niteliği; Türk kamuoyu “AKP-Cemaat” savaşı denen, legal veya illegal elde edilen “Tape”ler üzerinden yürütülen kayıkçı kavgası ile meşgul edilirken,  Türk hükümeti ve devleti şantaja açık hale getirilmesidir.

En son internete düşen, Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen, içeriği; Başbakan Erdoğan’ın oğluna evdeki büyük miktardaki paraların, 17 Aralık operasyonun yarattığı korku ve tehlike nedeniyle evden uzak emin yerlere depolanması talimatını verdiği beş adet telefon görüşmesinin tape’leri ülkede yoğun bir biçimde tartışılmaktadır.

Artık ülkedeki siyasi iktidar sadece; iki aydır kendisine tuzak kurulduğunu, devlet içinde bir “paralel devletin” var olduğunu iddia ederek, kendisini, bu belden aşağı yöntemle yapılan saldırılara karşı savunmak ve bu anlamda ülkedeki siyasi rejimi despotizme kadar götürecek bazı yasal düzenlemelerle meşguldür.

Öte yandan muhalefet ise sadece AKP iktidarına ve Başbakan Erdoğan’a karşı “Tape” ler üzerinden muhalefet yapmaktadır.

Bu ara ülkenin çıkarına olan iç ve dış siyaset, ülkenin temel siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunları hem iktidar tarafından ihmal edilmekte hem de muhalefet tarafından. Dediğim gibi, Türkiye kamuoyu; kimin, hangi amaçla, neden bu zamanda bu belden aşağı yöntemleri siyasi piyasaya sürüyor gibi konuları araştırmadan tamamen şuursuzca “Tape” lerle siyaset yapmaktadır.

Oysa iç politikada ülkeyi büyük ve trajik tehlikeler beklemektedir. AKP Hükümeti; “Açılım” denen bir projeyle devletin güvenlik güçlerini ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde geri çekerek, bu bölgeyi tamamen ve fiilen terör örgütü PKK’ya teslim etmiştir.

Önümüzde 30 Mart tarihinde yerel seçimler var. Bu seçimlerin en büyük kazancını, öyle sanıyorum ki PKK’nın legal siyasi temsilcisi BDP yapacaktır. Çünkü BDP, artık devletin büyük ölçüde otorite ve saygınlık yitirdiği kendi seçim bölgesinde  “Köpeksiz Köyde Değneksiz Gezecek” ve oy oranını esaslı bir şekilde artıracaktır.

Unutulmuştur belki; bundan bir buçuk yıl önce 2012 yılının Ekim ayında AKP hükümeti, “Yeni Büyükşehir Belediyeleri Kanunu” yürürlüğe sokmuştu. Bu yasa  BDP’ nın seçim bölgesi olan bölgede Diyarbakır’ın yanında Maraş, Mardin, Van ve Şanlıurfa gibi kentlere de “Büyükşehir” statüsü tanımıştı.

Büyükşehir” konumuna gelen bu illerde artık mülki(yönetim) sınırları; büyükşehir olmadan önce var olan köy ve belde belediyelikleri tüzel kişiliklerine son verilerek genişletildi. Aynı şekilde bu büyükşehirlerde artık İç İşleri Bakanlığı tarafından atanan valilerin başkanlığını yaptığı “İl Özel İdareleri” yoktur ve de yerel seçimlerde halk tarafından seçilen Genel İl Meclisleri de tasfiye edilmiştir.

Öte yandan büyükşehir belediyelerin halktan topladıkları vergi oranı, iki katına çıkarılmıştır. Ayrıca bu yasayla büyükşehirleri; ilçe belediyelerin otopark paraları dâhil, su, yol, elektrik ve kanalizasyon hizmetleri için de halktan ek vergi toplayabilme yetkisi ile donatılmışlardır.

Kısaca AKP hükümeti tarafından 1,5 yıl önce yapılan yeni “Büyükşehir” yasası; PKK’nın dolayısı ile BDP ’nin seçim bölgesi olan bölgede Diyarbakır, Maraş, Mardin, Van ve Şanlıurfa gibi büyükşehirleri hem idari hem de finans bakımından özerk olabilecek bir duruma getirmiştir. Yani bölgede özerkliğin koşulları yaratılmıştır.

BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, 13 Şubat 2014 tarihinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi‘nin toplu açılışlar töreninde seçimden sonra bölgede “Özerklik” inşa edileceğini açıkça ilan etmiştir.

30 Mart yerel seçim sonrası Kürtçülerin bu girişimi, ülkenin bölünmesine atılmış fiili bir adım olacak; bu adım, ülkedeki siyasi tansiyonu ve gerilimi mutlaka artıracaktır.

Diğer taraftan dış politikada AKP hükümeti tamamen yalnızlaşmıştır.

Kıbrıs’ta ise 2004 Nisan referandumunda Kuzey Kıbrıs Türklerinin % 65 evet oylarına rağmen, Rumların % 76 “Hayır” oyu ile “Annan” Planı denen uzlaşma konsepti başarısızlığa uğramıştır. Bundan sonra “Annan” Planına  hayır demelerine rağmen Türkiye’yi AB müzakerelerinde oyalamak için AB’ye üye yapılan ve daha sonraları büyük ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Rum tarafı, sürekli müzakerelerden kaçarak, Türkiye’nin zayıf bir anını beklemiştir.

İşte şimdi emperyalistlerin ve Rum tarafının beklediği bu zayıf an gelmiştir. Türk hükümetinin şantaja açık en zayıf anında ABD ve BM’nin aracılığı ile iki taraf arasında müzakerelerin yeniden başlanmasına karar verilmiştir. Müzakereye esas oluşturan metin, içerik olarak Annan planından daha da geridir.  

Özetlersek Türk kamuoyu, iktidarı, muhalefeti, basını ve yayını ile “Tape” lerle meşgul olurken; ülkemiz Türkiye, kan kaybederek ulusal çıkarları büyük zarara uğramaktadır.

Aklını başına al Türkiye!

Bu cennet vatanın, özgürlüğün, laik bir cumhuriyette demokratik yaşamın kıymetini bil!

Emperyalist oyunlara gelerek, onun bunun “kaset” veya “tape” tuzağından uzak dur!

Bağımsız yargı, uygar, demokratik ve bağımsız siyaset tek seçenektir; Unutma!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.