Toplumsal

Din-Devlet-Toplum İlişkisi (2)

Referans İçerik: 
Din-Devlet-Toplum İlişkisi

Din ve vicdan özgürlüğü kavramının Dünya’da nasıl ele alındığını kısaca inceledikten sonra Türkiye’ye geri dönelim. Cumhuriyet Devrimi ile uzun yıllar şöyle veya böyle dini kurallarla yönetilmiş, bilimsel anlamda olgun bir eğitim sistemi olmamış bir ülkeyi bilimin, aklın egemen olduğu bir yapıya dönüştürme çabası neticesinde laiklik anayasal bir kavram olarak karşımıza çıktı. Bu sayede din resmi bir devlet politikası haline geldi ve dini inançların biri diğerinin tahakkümü altında olması engellenmeye, tüm inançların devlet tarafından eşit düzeyde desteklenmesi sağlanmaya çalışıldı. Zira bu türden keskin bir dönüşümün kendiliğinden -Cumhuriyet’in ilanından sonra dahi halifenin olduğu bir ortamda-  halkta karşılık bulmasını beklemek hayalcilik olurdu.

Nesne Direnişi

Yazar: 
Kerem Güner
Yazının Yazıldığı Tarih: 
17.09.2013

2003 senesi Show TV'de "Bu bir derin devlet ve mafya dizisidir" sloganıyla  gösterime giren Kurtlar Vadisi isimli Türk aksiyon dizisi izlenme rekorları kırıyordu. Tam da o yıllarda Uluslararası Politik ve Strateji Araştırmalar Merkezi'nin 17 ilde 2010 lise öğrencisi arasında yaptığı ankette “Kendinize yetişkin olarak kimi örnek alırsınız” sorusunda ''Polat Alemdar olmak'' cevabı birinci sıraya oturuyordu. Dizinin en çok sevilen ikinci karakteri Memati 'yi canlandıran Gürkan Uygun kendisine yöneltilen, '' Memati karakteri neden bu kadar çok sevildi ? '' sorusuna cevap olarak ; '' Ben insanların olmak isteyip de olamadığı bir karakteri canlandırıyorum'' demişti. Aynı yıllarda (2004 senesi) Orkun Uçar ve Burak Turna tarafından yazılan, Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'ye saldırmasını konu alan politik kurgu tarzındaki Metal Fırtına kitabı 500. 000 adet satıyor ve romanda süper kahraman Gökhan ABD 'yi tek başına dize getiriyordu. Yine o günlerde Adolf Hitler'in üstün ırk ideolojisini anlattığı kitabı "Mein Kampf-Kavgam"  Hüseyin Cahit Yalçın çevirisiyle, Manifesto Yayınları tarafından piyasaya sunuluyor ve 30 bin adet basılan kitap bir ayda 20 bin satarak,  D&R'ın haftalık en çok satanlar listesinde 7. sıraya oturuyordu. 2000 'lerde yerli film izleme sayısı, Türk filmlerinin artmasına paralel olarak artışa geçerken, seyirci sayısı 2004 ve 2005'te 6'şar milyona, 2006'da 10 milyona, 2010 yılında 20 milyona ulaşırken en çok izlenen yerli film ise Recep İvedik oluyordu.
 

Y Kuşağı ve Demokrasi Algısı(!)

BBC TÜRKÇE internet portalında, Mısır’daki “Y Kuşağının” gerçekleştirilen darbeye nasıl yaklaştıklarına yer veriliyordu.

Y Kuşağı, “16-32” yaş arası kişileri tanımlamak için pazarlama stratejistleri tarafından kullanılan bir kavrammış… 33-46 yaş arasını kapsayan “X” kuşağının ardından geldikleri için, “Y” olarak tanımlanıyormuş; İngilizce’de neden anlamına gelen “Why” ifadesinin telaffuzu olan “Y”ye atıfla sorgulayan bir kuşak olarak niteleyenler de varmış bu Y kuşağını...

Y Kuşağı’nın, 1985-1995 yılları arasında doğanlardan oluştuğu söyleniyormuş. “Küreselleşme”, “teknoloji”, “iletişim ve modernleşmeye” kolaylıkla uyum sağlamaları, Y Kuşağı’nı tanımlarken kullanılan anahtar sözcüklerdenmiş.

* * * * *

10'ların Direnişi (1): Notasız Beste

“Başladı hayat bir çığlıkla

Sessizlikten doğan.

Çiğ taneleri düştü yüzüme
Ayaklarımdan yağan.”

Gitar sesine uyandı. Saate bile bakmadan, tek hamleyle odasından çıktı. Sabah ezanı okunmak üzereydi zahir. Ölü bir vakitti; sonlanan bir şeyler olduğu gibi, ana rahmindeki yeni gün de henüz ilk seslenişini gerçekleştirmemişti. Erkan, pencereden yüzüne vuran esintinin etkisiyle ancak açabildi gözlerini. Salonun kapısından içeriye adımı atarken gözlerini ev arkadaşı Ozan’a dikti ve kırık bir ses tonuyla o beklenen soruyu sordu:

Bir Darbenin Ardından

Yazar: 
Deniz Demir
Yazının Yazıldığı Tarih: 
12.09.2013

   12 Eylül 1980… Her şeyi unutuverip bomboş ve pervasız bir bakış attığımızda sade bir tarihten başka bir şey ifade etmiyor aslında.Oysa çok değil hafızalarımızı biraz zorladığımızda belki yitip giden bir gelecek belki kayıplara uğurlanan bir ömür,belki de sonsuzluğa emanet edilen bir evlat,bir eş,bir baba ya da bir anne oluyor bu tarih.Tüm bunların yanında aslolan bir realite var ki o da bu tarihin Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde hatta ve hatta Türk toplumunun tüm sosyal,kültürel,ekonomik vs.yapısında adı gibi darbe yapmış olması.Peki ne olmuştu?Gelin biraz tarih denen tozlu arşivin sayfalarını şöyle bir kurcalayalım. Öğrenci olayları,halk hareketi,sokak çatışmaları,karanlık cinayetler…Sabah okula diye çıkıp geri dönmeyen evlatlar,ders saatlerinde boş olan derslikler,atılan sloganlar,yitip giden umutlar…Bir tarafta kendilerini devrimci olarak adlandıranların "Kahrolsun Faşizm" nidaları öbür tarafta kendini ülkücü olarak tanımlayanların "Ülkücü Hareket Engellenemez Komünistler Rusya’ya" sloganları…Genel olarak karşıt görüşteki bu iki unsur başrol olarak meydanlarda olsa da aslında herkes bir gizemli gücün meydanlardaki ateşi harlandırdığının da farkındaydı belki de…Peki kimdi bunlar?Var olduğunu hep bildiğimiz ama hiç görmediğimiz ağabeylerimiz miydi?

Müslümanlığın Irkı Olur Mu?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mısır'da gerçekleştirilen "Darbenin" arkasında İsrail'in olduğunu "İddia" etti...

Ellerinde somut belgeler olduğunu ileri sürdü... Başbakan’ın kızı Esra ALBAYRAK, babasının ihvan örgütünün liderinin kızının öldürülmesinden ötürü ağladığını, ölen kıza ağladığını belirtmiş...

Tabii ki, vicdanı olan insanoğlunun, Mısır'da yaşananlara kayıtsız kalması, öldürülen çoluk-çocuğa bigane olması beklenemez...

Ama, nedense, Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı Sayın Erdoğan, ülkesinde meydana gelen üzücü hadiseler karşısında hüzünlenmiyor?

Mısır'da yaşayan insanların "Müslüman" olmaları, sanırım başbakan'ın hissiyatında bir kat daha fazla etken...

Psikolojik Savaş ve Küresel Güçler

Türkiye ve bölge ülkeleri üzerinde; psikolojik savaş, topyekün savaş, psikolojik savaş ve teknikleri, psikolojik harekat yürütülmektedir.
 
Savaş, savaş yöntemleri; farklı odaklarca ve görevlendirilen farklı kişilerce, dile getirilir. Kimisi bu psikolojik savaşın kaynağı, kimi ise hedefi, kimileri de farkında olmadan aletidir.
 
Psikolojik savaş; her şeyin mubah olduğu, her kesimin iddia ettiği kansız bir savaş türüdür.
 
Psikolojik savaş; her zaman yapılan, yapılabilen karşı tarafın sinir sistemine, düşünce yapısına yönelen mücadele yöntemidir. Çoğunlukla uzun dönemli olarak planlanır.
 
Psikolojik savaş; düzenli orduların ilgili birimleri, sivil emniyet güçleri, siyasi partiler, hükümetler tarafından kullanıldığı gibi tek bir kişinin olarak uygulaması şeklinde de olabilir.
 

Algı, Cehalet ve Ego

İnsan; ego, gurur ve kibirle toplumu doğayı katlediyor. Her siyasi akımın, her dinin, her ideolojinin; yaşam felsefesi, bilim, adalet, güvenlik, ahlak, paylaşım anlayışı farklıdır.
 
Bu farklıkların bir arada barış içinde olması için varılan temel gerçeklik, evrensel değerler, hukuk devleti, sosyal devlet anlayışı ile özgürlüklerin temel insan hakkı olduğu kabulüdür.
 
Farklılıkların bir arada yaşaması huzur güven içinde bir arada yaşaması için yer alan temel gerçeklik budur. Peki dünya geneli böyle bir düzen içinde mi?
 
Kendini değil de başkasını sorgulama, ben ve öteki ayırımcılığı genlere işlemiş durumda. Bu da kin, nefret, öfke, beğenmeme, yoketme içgüdüsünü harekete geçiriyor.
 

Türban ve Mağduriyet

Yazar: 
Efe Sönmez
Yazının Yazıldığı Tarih: 
9 Eylül 2013

Türk toplumu yıllardır –tarihte birçok provokasyon olmasına rağmen- yan yana gelebilmiş, ayrılmadan tek yürek olma başarısını gösterebilmiş bir toplumdur. Ancak geçmişten bu yana süregelen provokasyonlar halen yapılmakta, hatta bunu yapanlar medya ve siyaset desteği görmektedir.

ODTÜ’de yaşanan ve sonrasında gerek siyaset kurumunun en yüksek mevkileri, gerekse toplamda milyonlarca insana hitap eden internet ve kağıt medyanın gösterdiği tavır gerçekten dikkat çekicidir. Ancak bundan önce buna benzer iki olaya daha değinmek istiyorum.

Bilindiği üzere mayıs ayının son günlerinde başlayan ve bunu izleyen günlerde İstanbul’da, Gezi Parkı’nda başlayan eylemlilikler süreci, başta iktidar çevreleri olmak üzere birçok ilgiliyi sıkıntıya soktu.

Endüstriyel Futbolun Türkiye’deki Baş Ağrısı: 34.dakika

Endüstriyel futbol, ardılı olsa da 2000’lerin başında tüm dünyayı kapsayan ve kapitalist bir mantıkla daha çok tüketim aracı olarak kabul edilen, kitle uyuşturucularından birisidir. Franco İspanyasının 3 F kuralından biri olan futbolun gelişiminde İngilizlerin payı büyüktür. İşçilerin kendi arasında bir eğlence olarak gördüğü ve işçi sporu olarak da çeşitli dönemlerde tarif edilen futbol bugün için dünyanın vazgeçilmezlerindendir.

2000’lere kadar futbol daha çok sürat ve sert oyun ile karşımıza çıkarken 2000’lerden sonra ise saha içiyle sınırlı kalmayan ve emperyal oyuncak haline gelen futboldan bahsetmek mümkündür. Kuşkusuz futbolun bu hale gelmesinde bahis şirketlerinin faktörü çok büyüktür. Ancak her şey yalnızca bahis değildir. Çünkü futbol, asla sadece futbol değildir.

İçeriği paylaş