E-Dergi Yazıları

Yığının İçinde Kaybolanlara Pusula II ya da "Tezler" e ikinci öndeyiş * : "de te fabula narratur"

"de te fabula narratur - senin öykünü anlatıyor", Horatius, Marx'ın Kapital girişinde aktarımından.

"odi profanum vulgus et arceo", Horatius

"İç huzura kavuşmak ve mutlu olmak isteyen insanlar, inanmalı ve iman etmelidirler; ama gerçeğin peşinde olanlar, iç huzurlarından ödün vermeli ve yaşamlarını bu sorgulamaya adamak, kendileriyle ve hayatla yüzyüze gelmekten korkmamak zorundadırlar." - (Nietzsche Ağladığında, 223)

Yığının İçinde Kaybolanlara Pusula ya da "Tezler"e ilk öndeyiş: "Segui il tuo corso, e lascia dir la genti"

“Kamuoyu denilen şeyin hiçbir zaman ödün vermediğim önyargılarına gelince, önceden olduğu gibi şimdi de büyük Floransalı’nın özdeyişini benimsiyorum: “Segui il tuo corso, e lascia dir la genti”  1

Karl Marx, Londra, 25 Temmuz 1867, (Kapital c1, Almanca 1. baskıya Önsöz’den)

Kürt Sorunu Üzerine: "Savaşın Diyalektiği"

 

“.. şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımlarının tarihidir. ...ezen ile ezilen, birbirileriyle sürekli olarak karşı karşıya gelmişler. Kesintisiz, kimi zaman örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşler.

Atatürk'ün Türk Gençliğine Bıraktığı Emanet ve Bekledikleri

Yazar: 
Vural GÜNDÜZ

Atatürk'ün Türk gençliğine duyduğu güvenin temelinde, gençlerin Milli Mücadele'nin ilk dönemlerinden itibaren kendisine verdikleri destek bulunmaktadır. Bununla birlikte Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da gençler, Atatürk ilkelerinin korunup ayakta tutulmasında önemli roller üstlenmişlerdir. 

Osmanlı Devleti’nin 18. ve 19. yy’lar Arası Ekonomik Girişimlerinde Yabancı Sermayenin Etkisi

  

   Osmanlı Devleti, batılı devletlerin gerçekleştirdiği reformları gerçekleştirememesi, batının pazarı olması, üretimde ilkel yöntemlerin kullanılması ve  kapitülasyonlar sebebiyle batının hegemonyası altına girmişti. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin katıldığı savaşlar zaten çökmüş bir ekonomiyi iyice yerin dibine sokmuştu. 1915 yılında İstanbul ve Anadolu’da büyük işletme sayılan 585 işyerinde, 30.000 sanayi işçisi çalışmaktaydı. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ekonomik anlamda kendi kendine yetebilmekten uzak kalmıştır. Çünkü sanayi kuruluşlarının kapasitesi küçük, işçi sayısı az ve üretilen ürünlerin kalitesi de düşüktür.

   Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ülkeye gelen yabancı sermaye genelde bankacılık, sigortacılık gibi hizmetler sektörü başta olmak üzere ulaştırma, elektrik gibi alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmeye yöneliktir. 0 dönemde yatırımların bir kısmını finanse edebilmek için "Devlet garantili tahvil”ler çıkarılmış, Avrupa sermaye piyasalarında satışa sunulmuş ve elde edilen bu borçlar ancak devletin cari harcamalarını karşılayabilmiştir.

İstihbaratta Teknolojik Devrim: Elektronik İstihbarat

"Köprünün başını tutan, kimin geçeceğine de karar verir."

 
   Ağlar arası ağ ( örüt bağ, internet ) bilinçli olarak kullananlar tanık olmuşlardır ki; bu sistem şimdiye dek yapılmış en büyük gözetleme sistemlerinden biridir. Onunla neler yapılabileceğine hemen hemen herkes tanık olmuştur.
 
   Teknolojik devrimin getirisinden bir tanesi de, istihbaratın bilgi toplamaya yönelik sisteminde değişikliğe yol açmasıdır. Özellikle ileri sanayi ülkelerinde yaşayan toplumlar için, örüt bağ çağı, inanılmaz derecede “ Gözetim altında kalma çağı” olmuştur. Örnek vermek gerekirse; bir toplumun ekonomik yapısını, onun bankayla olan ilişkilerini takip ederek öğrenebiliriz.
 
   Örüt bağ üzerinden görüntülü konuşmalar, sesli konuşmalar, yazışmalar bilindiği gibi hep kayıt altındadır. İnsanların özel hayatına saygıdan bahseden evrensel hukuk kuralları vardır. Ama pratikte insanların ve kurumların gözetlenmesi tam olarak koruma altına alınamamıştır.

İngiliz Atını Alan Üsküdar'ı Geçti!

Yazar Adı: 
Oktay Sinanoğlu

   Herhalde bizim kadar çabuk ve sık, ıstakozun kabuk değiştirmesi gibi dil değiştiren bir millet olmamıştır. Neredeyse bir nesil içinde Osmanlıca’dan Öztürkçe’ye, oradan “Anglomanca” diye tabir edeceğim yeni garip dile geçtik. Bu sonuncusu inanılmaz bir hızla gerçekleşti. Aslında pek de şaşılacak bir hızla değil. Kendiliğinden safiyane olmuş bir şey değil. Birazdan aşağıda belirteceğim gibi yakın tarihte başka bir-iki misali de var. Gayet iyi tasarlanmış, uygulamaya geçirilmiş bir planın sonucu bu. Ama iş daha tam bitmedi. Devamı var.

   Muamma gibi konuşur oldum. Açıklayayım.

   “Osmanlıca” Hakkında

Yapay Demokrasi Çin'e Karşı (1)

Yazar Adı: 
F.William ENGDAHL

   Çeviren: Deniz UÇLUOK

“Avrasya topraklarındaki gücün dağılımı Amerika’nın küresel üstünlüğü konusunda belirleyici öneme sahip olacak…” (Zbigniew Brzezinski)

   “Adamına Göre Muamele…”

   ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı askerî ve jeopolitik stratejisi 1945’ten 2008’e kadar asla ana hedefinden sapmadı. Ancak taktikleri “sopa” ile “sopa ve havuç” diplomasisi arasında çeşitlilik gösterdi. İlki doğrudan askeri tehdit kullanırken, ikincisi biraz daha baştan çıkarıcı bir şey kullandı. Ancak tümü de Çin egemenliği için tehlikeli idi. Amerika’nın her dâim “böl ve yut” stratejisi her zaman geçerli oldu.

Olağanüstü Hal Bölgesi Değil, Olağanüstü Hal Türkiyesi

   Yaklaşık 30 yıl olmak üzere, PKK terörüyle mücadele ile geçen yıllar… İlân edilen OHAL’ler, askeri harekâtlar, GAP, ekonomik teşvikler, zaman zaman da olsa demokratik adımlar; bütün bu çözüm yollarına baktığımız zaman, 73 milyonluk ve G-20’ye dâhil olan bir ülkenin, böyle bir sorunun üstesinden gelememesi, bir yerlerde eksikler ya da hatalar yapıldığının bir işareti olduğunu gösteriyor. Bu çözüm yolları içerisinde en somut adım olan GAP’ı dahi bitiremeyen bu büyük ülkenin, artık hatalarından ders çıkarmasının zamanı geldi de geçiyor.

   Her şeyden önce, bütün eksikliklere ve yanlışlıklara rağmen, bu sorunun çözülememesinin temelinde yatan sebep olarak, bölgesel farklılık gözetmeksizin, sadece devlet olarak değil bu ülkenin fertleri olarak da, insan hayatına değer vermememiz en öncelikli problemimizdir. Özellikle PKK terörünün başladığı yıllarda, bu soruna “üç beş çapulcu” yaklaşımı, bu ve benzeri sorunlarda, normal sürüp giden hayatımızda, kaybedilen bir canla, yüz canı ya da fazlasını eşit görmeyen anlayışımız, yaşanan sorunların üç gün konuşulup sonra unutulması gibi faktörler, zihniyet anlamında bu terör sorunun bitmemesinin en önemli sebeplerindendir.

İçeriği paylaş