Haziran 2013

Türk Baharı mı?

Taksimde yaşanan olaylar bir tezgâhın kurulduğunu, insanların da buna alet edildiğini gösteriyor.

Emperyalizmin sözde demokratik uyduları için seçtiği iktidar süresi iki dönemdir. Birinci dönemde kendilerini yerleştirirler, ikinci dönemde ise iktidar yapılmanın diyetini ödeyerek çeker giderler. Hala o platformda kalmak isteyenlerin sonu Türkiye örneğinde hiç de hoş olmamıştır.

Bunları bilen AKP ilk dönemde bitirmeleri gereken işleri ikinci döneme sarkıtmış, yetişmeyen diyet ödemeleri bölümü için bir dönem daha iktidarda kalmayı hedeflemişlerdir. Bunları başarmasına başardılar ama bunun için battıkları suç batağı derinleşti. AKP iktidarının bitmesi ile birlikte bu gün dokunulamayanlar yargı önüne çıkacaklar. Büyük bir olasılıkla da vatana ihanet suçlarından. Bunu gayet iyi düşünebilenlerin ne yapıp edip cumhurbaşkanlığına veya başkanlığa kaçma çabalarını bu açıdan anlayışla karşılamak gerekir.

Ülkemizde Devrimci Durum Var!

AKP’nin kendini padişah sanan başkanı, Başbakan Erdoğan, İstanbul Taksim alanındaki gezi parkındaki 600 ağacı katlettirerek, oraya tarihi Topçu Kışlası maskesi altında AVM inşa etmek istiyor. 90 lı yılların ikinci yarısında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tayyip Erdoğan, Başbakan olma görevinin yanında hala alttan alta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olma görevine devam ediyor.

10 senede, dünyanın en güzel doğasına sahip kentlerinden biri olan İstanbul’u neredeyse petrol zengini Arap şeyhlerinin gök delenlerle betonlaştırdıkları Dubai kentine benzettiler. Erguvan ağaçlarıyla dolu yemyeşil İstanbul’un o güzel cennet bahçesi halini; giderek her tarafı granit betona, kıpkızıl kiremit dolu çatılara ve simsiyah asfalta çevirdiler. Mimar Sinan’ın o muhteşem camilerinin göğü delen, tarihsel kültürümüzü göklere çıkaran minare siluetlerini şimdi artık arka planda modern gök delenler bozuyor.

Direnişin Ana Görevi, Milli Hükümet Seçeneği Yaratmaktır!

Referans İçerik: 
Ülkemizde Devrimci Durum Var!

“Ülkemizde Devrimci Durum Var!” başlıklı yazımda, Türkiye’ de bugün neredeyse bir hafta süren yoğun kitle hareketleriyle yeni bir durumun oluştuğundan bahsetmiştim. Taksim Gezi Parkı eyleminin ateşlediği fitil; bugün yurdumuzun dört bir köşesinde AKP despotluğuna, 10 yılı aşkın uyguladığı vahşi kapitalizme karşı özgürlük, bağımsızlık, gerçek demokrasi ve doğa aşkı meşalelerini yakmıştır. Bu durum; ülkemizin daha ilerlemesi, gerçek bir demokrasiye kavuşması, bağımsız, onurlu ve başı dik bir siyaset izlemesi için büyük bir şans ve olanak ortaya koymaktadır. Ancak bu şansın ve olanağın gerçekleşmesi bazı koşulların yerine getirilmesine bağlıdır. Bu yazıda bu koşullar üzerinde biraz daha ayrıntılı düşünmek istiyoruz.

Gezi İçin Ne Oluyor Sorusunu Sormak

Bu soruyu sormak 45 yaş üstü akademisyenlerin haddi değil. Çünkü anlamıyorlar, anlamayacaklar. Ergen diye aşağılananlar, sen ne anlarsın denilenler, büyük sözü dinle denilenler bu işi başlattı. Birikimin boşaltımıdır bu süreç hayırlı olsun.

Her şeyi 12 Eylül’e bağlayarak açıklama şablonu ile gidersek, (ki bu da bir ezberdir) artık 12 Eylül’ün üzerinden geçemeyeceği bir kuşak bu sokaklarda olanlar. Üzerinden geçemese de en çok zararını çekenler. O yüzden sokaktalar.

12 Eylül’ü kim hatırlıyor önce bunu soralım.

Dış Politika Perspektifi(?)..

TÜRKİYE, konumlandığı coğrafya bakımından dış siyasette izleyeceği diplomasiye gerçekten de çok dikkat etmek durumundadır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde Dış İşleri Bakanlığı koltuğuna Sayın Ahmet Davutoğlu’nun oturmasıyla birlikte ülkemizin izlediği dış politika ve etkinliği de değişti. Her şeyden önce, Türkiye, dış politikada çok aktif bir strateji izlemekte. Daha önceleri yeterince ilişki kurulamayan, çok fazla temas hâline geçilemeyen bölgelerle Türkiye’nin irtibatı, gözle görünür biçimde arttı. Tabii ki bu durum, dönem dönem ülkemizin dış âlemde takdirle karşılanmasına ve desteklenmesine de vesile oldu.

Sandık…

Son ikiyüz yılın halkı en büyük kandırma aracı “demokrasi” denen kelimedir. Sandık ise hiç şüphe yok ki, bilgisiz, diktatör özlemcisi, politikayı kişisel servet edinme yolu, halkı bastırma ve rüşvet amacı olarak görenlerin sıkça kullandığı bir deyimdir.

Dünyanın kültür anlamında geliştiğini iddia eden ülkelerinin ne kadar çok geliştikleri de bu demokrasi yalanına ne kadar sarıldıkları ile ölçülebilir.

Denecektir ki, “daha adil, daha insancıl bir rejim mi var?” İşte daha adil ve daha insanca bir rejimin olmamasının sebebi insanların adalet ve insan kavramlarından bu kadar anlamalarındandır. Bu anlayış iyileştirilmedikçe, adalet kişinin sadece kendisi için olduğunu sandığı bir kavram olmaktan çıkmadıkça, geniş yığınların sandık yalanları ile aldatılması, itiraz eden azınlıkların polis marifeti ile susturulması devam edecektir.

Politik İllüzyondan Uyanış

Yazar: 
BURHAN İŞCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
08.06.2013

“DİKTATÖR” YAPAN VAZİYETTEN VAZİFE ÇIKARANLARIN POLİTİKA SİSTEMİ

Taraf olmayan bertaraf olmaz. Hattı zatında iki taraf vardır insan için. Hak ve batıl tarafı. Bu gün toplumumuzun en büyük sorunu kutuplaşmadır ve bunu yok edecek devlet politikamız yoktur.

Yanlış, asla başka bir yanlışla telafi olunmaz.

Bu gün hemen herkes AKP iktidarının son bulmasını canı gönülden istemektedir. Sorun onlar gidince kimlerin geleceği endişesidir. Bu endişe ehven-i şer e razı olmayı, yetmez ama evet anlayışında tecavüzden zevk almayı zorunlu kılmaktadır.

Taksim Gezi Parkı Protesto Eylemleri ve ardından yurt dışından gelen başbakanın karşılanışında yaşanan,  vaziyetten vazife çıkaranlara karşı tepki  protestoları işte bu durumu göstermektedir.

Kim Bu Gezi Parkı Eylemcileri ve Ne İstiyorlar?

Günlerdir herkes bunlara kendi düşüncelerine göre bir elbise biçti. Kimin ne söylediği çok da önemli değil ama bunların karşısında tek başına savaş veren veya tek başına bırakılan başbakanın dedikleri önemli. Hükümetin diğer elemanları onları masum eylemci görebilirler. Hatta başbakan vekili Bülent Arınç gibi hükümeti kusurlu bulan demeçler verenler bile olabilir. Ama herkes bilir ki onların ne dediklerinin veya ne düşündüklerinin hiç önemi yoktur. Başbakanın canı neyi nasıl istiyorsa öyle yapar. Onun için tek doğru kendi iddiasıdır.

Bilindiği üzere başbakan protestocuların yüzde yetmişi için ideolojik, bir parti mensubu veya yakını demiş ve tümünü marjinal ilan etmiştir.

Direnmeliyiz! Çünkü...

Arkasında ABD gücüyle ve kaldıracağım sözü vermesine rağmen yüzde 10 barajı ve dokunulmazlıklarla, fakirin, işçinin, memurun, emeklinin asla milletvekili olamayacağı, parası olanın milletvekili olabileceği bir düzende, halkın değil, kendi belirlediği listelerle,  yüzde 50 oyu hak ederek aldığını sanıp, bu yüzde 50 oy ile her istediğini yapacağını zanneden, demokrasinin çoğunluğun azınlığa tahakkümü olduğunu düşünen bir Başbakan var…

Referandumlara alışın deyip, kendisini destekleyen liberalleri bile pişman eden, demokrasinin 4-5 yılda bir sandığa gitmekten ibaret olduğunu dayatan bir zihniyet var.

 

Yaşam tarzına müdahaleyi, kindar nesiller yetiştirerek gerçekleştirmek isteyen, ona göre eğitim reformları yapan bir iktidar var.

AB'li Olmanın Bedeli

Her şeyin bir bedeli var. Dünyada hiçbir şey karşılığını ödemeden alınamıyor. Bir menfaat, bir kazanım elde edilecekse, illaki karşılığı bir gün ödenmek zorunda.

 

Kıbrıs Rum Kesimi de şimdi bu aşamada.  1 Mayıs 2004 tarihinde havadan AB'ye girmenin bedelini ödeme zamanı geldi, çattı.

 

Bugünlerde Brüksel'de Rumların Euro Bölgesine girişinin büyük bir yanlış olduğu iddiası gündemde ve tüm diplomasi emekçilerinin kafasında. Üstelik yanında kocaman da bir soru işareti var, hediyesi olarak. 

 

Hem Kıbrıs Rum Kesimi’nin Euro Bölgesine girişinin, hem de Euro Bölgesinin sanayisi olmayan ve ulusal gelirini sadece turizm ve bankacılık işlerinden elde eden Kıbrıs Rum Kesimini kabul etmesinin büyük bir yanlışlık olduğu iddiaları tartışılıyor ciddi makamlardaki, üst düzeydeki kişiler tarafından…