Haziran 2013

Yeşil Barışın Dili mi Şiddetin Dili mi?

Yazar: 
Hasan RAY
Yazının Yazıldığı Tarih: 
05.06.2013

Taksim Gezi Parkı’nda “yol genişletme ve yayalaştırma” çalışmalarının başlamasıyla Türkiye eşine ender rastlanır bir protesto eylemi ile karşılaştı.

 

“Sivil direniş” ile başlayan bu eylem kısa zamanda –sosyal medyanın da etkisiyle– geniş kitlelere yayıldı ve bir “halk hareketine” dönüştü. Eylemin gerek etki alanı gerek etki kitlesi bu halk hareketinin, Türkiye’de eşine az rastlanır bir girişim olduğunu gösterdi.

 

Farklı düşünce gruplarını, taraftar kitlelerini, sendikaları, kamu çalışanlarını, akademisyenleri, sanatçıları, yazarları aynı çatı altında “ortak hareket etme bilinci” parolasıyla toplaması “sivil toplum” kavramının Türkiye’deki anlamı açısından dönüm noktası niteliğindedir.

İyi Polis, Kötü Polis…

Başbakan vekili Bülent beyin konuşmasını dinleyince aklımıza hemen polisiye filmlerin değişmez oyunu iyi polis ve kötü polis geldi.

Başbakan ve Bülent Bey bu oyunu oynuyorlar ama ne yazık ki çok kötü oynuyorlar. Bu şekilde kimseyi kandırmaları mümkün değil. Bülent Bey idari işlemlerin başladığını ve kusurlu polisleri varsa sorgulanacağını söylüyor. Üstelik insanların buna gerçekten inanmalarını istiyor. Polis devletinde polisin ayrıcalığı vardır. Her türlü kanunsuz işlemi yaptırdığınız polisi sorgulamanız imkânsız gibidir. Sorgulansa da bu göstermeliktir. Çoklukla bizde olan budur.

Kanunlarımızda bir madde vardır. Kanunsuz emri yerine getiren görevli de emri veren kadar suçludur. Hepimiz şu son bir haftadır defalarca gördük.

Demokrasisi/Demokrasi Eksik/Kusurlu Cumhuriyet...

Türkiye'de özlemini çektiğimiz politik olgunluk, senelerce "Cumhuriyetçi bir Demokrasinin" siyaset kurumunun içinde yeşermesini beklemek olmuştur...

Ülkemizde demokrasi, daima "ara nağme" olarak yaşantılarımızda yer bulmuştur...

Cumhuriyetimizin peşinden koşarken ve rejimimiz üzerine titrerken, içeriden ve dışarıdan tertiplenen oyunlar nedeniyle ıskaladığımız, "Demokrasi" olmuştur...

Demokrasi...

Yazımı da, söylemi de, pek "fiyakalı" bir kelime...

Ama, gelişmiş ülkelerde demokrasi toplumsal bütünlüğün ve huzurun tesisi açısından "olmaz ise olmaz" kategorisindendir...

Çapulcular!...

Başbakanın bu ülkede yaşayan vatandaşları mümkün olan en küçük parçalara bölmeye çalıştığını artık bilmeyen pek yok gibi. Başbakan; azımsadığı, küçümsediği, yok saymaya çalıştığı bir bölüme yeni bir isim taktı.

 “Çapulcular”

Günlerdir başta Taksim olmak üzere İstanbul, Ankara, İzmir, Adana …

Toplam 51 ilimizde, 39 ilçemizde protesto eylemlerine katılanlara, dolayısı ile onların ailelerine çapulcu adını verdi başbakanımız.

Sözlüklerde “çapulcu”= hırsız, yağmacı, haksız mal edinen olarak tanımlanıyor. İşte başbakanın artık bıçağın kemiğe dayandığını anlatmak için protesto eylemine çıkan milyonlara, onlara destek veren halka taktığı isim bu...

Geri Alınan Sırf Taksim mi?

Günlerdir gözü gören, beyni bir az olsun çalışan herkesin ilk ilgi odağı Taksim’di.

Bilindiği üzere iktidar, gerici yobazların son kalesi olan Topçu kışlasını yeniden ihya etmeyi, aynı yere yaparak “siz istediğiniz kadar cumhuriyeti kurmuş olun, biz tekrar ortaçağ karanlığına döndüreceğiz. Osmanlı’nın bir türlü asimile edemediği Türk halkını emperyalist efendilerle birlikte yok edeceğiz”, mesajını vermişti. Tepkiler sonucu “yok, oraya AVM yapacağız” demişti.

Tarih tanıktır ki, Türkleri hiçbir ülke hiçbir dönemde savaşarak esir edememiştir. 16 Türk devletinin yıkılışlarının baş nedeni bölücülük olmuştur.

AKP Sonrasına Gerçekçi Bakış…

Tayyip beyin, dolayısı ile AKP nin siyasi ömrünün son demlerini yaşadığı görülüyor. Yaşanan her olay bizler gibi yaşı yetmişe dayanmış, ama ömrünün tamamına yakınını politik geçirmiş, politikanın ülke ve insanı yararına olmasını, sağ – sol, o parti – bu parti gibi bütünden çok belirli kişi ve kesimlere olan yararından önde tutanlar için tablo son derece nettir.

Emperyalizmin baş uygulayıcı gücü ABD nin oluşturduğu veya oluşmasında baş aktör olarak görev aldığı iktidarlara biçtiği ömürler bellidir.  Bu kendi ülkelerinde olduğu gibi iki dönemdir. Bu iki dönemin birincisinde kendi iktidarlarını pekiştirirler, ikincisinde ise emperyalizmin emirlerini yerine getirirler. Bizde de bu işler Menderes iktidarından beri aynı yöntemler ile sürdürülmektedir.

Bu İş Kaç "TAKSİM"

Yazar: 
SADULLAH BAKIRTAŞ
Yazının Yazıldığı Tarih: 
09.06.2013

Türkiye gündemini uzun süredir meşgul eden taksim olaylarını enine boyuna masaya yatırmadan önce “taksim gezi Parkı’nın tarihine bir göz atalım isterseniz.


Taksim Gezi Parkının bulunduğu alana 1806 yılında Halil Paşa Topçu Kışlası adıyla Rus ve Hint mimarisinden izler taşıyan Ana gövdesi iki katlı, soğan kubbeli ve kule görünümlü, köşeleri ise üç katlı olan bir topçu kışlası yapıldı. Kışla binası pek çok savaş gördü. 31 Mart Olaylarında (1909) isyancıların karargâhı olmuştur. Hareket ordusunun müdahalesiyle sona eren olaylar sırasında kışla top atışına tutularak ayaklanma bastırıldı. Top atışları sırasında kullanılamaz hale gelmiştir. İlerleyen zamanlarda ise yeni rejim ve kurucuları bu Tarihi mimariyi restore etmek yerine; 1922 yılında kışlanın içindeki alana tahtadan tribünler inşa edilerek Taksim Stadı yapılmıştır ve artık Tarihi Osmanlı kışlası futbol müsabakalarına ev sahipliği yapacak bir stadyum olmuştur. Ve tarihler  1940’ı gösterirken dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar (İstanbul belediye başkanlığı da yapmıştır.) tarafından, Henri Prost'un hazırladığı imar planı çerçevesinde istimlak edilerek alanda kışladan kalan son parçalar yıktırılarak dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye ait bir park inşa edilmiştir. Sadece İsmet paşanın gelip gezebileceği ve zaman geçirebileceği bir alandan ibaret bir arazi ve adı İnönü Gezisi Park’ı idi. Daha sonralar Demokrat Parti iktidarı ile beraber alan halka açılarak adı Taksim Gezi Parkı olmuştur.

Faiz Lobisi Taksim'de…

Başbakandan ve temsil ettiği zihniyetten Taksim olayları adı altında gelişen olayları anlamalarını beklememek gerekir. O zihniyetin bazı mensupları olaylardan ürküp yumuşak demeçler verebiliyor. Ancak başbakan kimseden korkmadığını anlatmak istercesine halkın istemediği şeyleri yapmakta inadına direneceğini söylüyor. Aslında her şey normal, başkası şaşırtıcı olurdu.

Bu zihniyetin mensuplarının son dönemdeki yakınmalarına bakıyoruz. “Ben bunu hak etmedim”. “Bu kadar hizmet ediyorum, karşılığı bu olmamalı”. Eski kültür bakanı, “demek ki biz yaptıklarımızı halka yeterince anlatamamışız” diyor. Yani halk, anlatılabilse onlara müteşekkir olacak ve yaptıkları yanlışları görmeyecek. Zihniyet bu...

Siyasi Hırsın Kaybettirdikleri

Son bir yıldır Rumların en kötü, bizim de en güçlü olduğumuz dönemi yaşıyoruz.

 

AB, Rumların batırdıkları ekonomilerinden dolayı illallah çekip, Rumlardan kurtulmak için elden geleni yaparken biz de güçlü, Gayri Safi Yurtiçi Hasılasını 768 Milyar Dolara çıkarmış, IMF'ye borcunu ödemiş, dünyanın 3. büyük havaalanı ile 3. Boğaz köprüsünün ihalesini tamamlamış, Türkiye'yi Montrö Anlaşmasının kıskacından kurtaracak “İstanbul Kanalı”ının olabilirlik çalışmalarını başlatmış, Orta Doğu'da söz sahibi olmuş, dünyanın 17. ve AB'nin de 6. büyük ekonomisine sahip Türkiye'nin dümen suyunda giderken ve de Kıbrıs sorununu tam da lehimize çevirebilecekken, bazı siyasilerin politik hırslarından dolayı açıkcası bu fırsatı kaçırdık.

“Halkın Sesini Halen Baskı ve Şiddet ile..."

Suriye’ye savaş açmak için çırpınan, komşumuzun teröristlerini ülkemizde besleyen, onlara her türlü yardımı yapan iktidarımızın başı olan başbakanımıza aittir, başlıktaki cümle. Hem de,  Suriye’deki rejim için sarf etmiştir bu cümleyi. Bu konuyu aklımızda sımsıkı tutarak birde başka taraflara bakalım.

İnci meydanını hatırlıyor musunuz? Hani ortasında muhteşem bir sanat eserinin yükseldiği o meydanı? Şimdi yerle bir edildi. Bahreyn hükümeti tarafından. Bahreyn rejimi, devrimin sembolü olan o meydanı silmeye çalıştı.

Tıpkı tahrir meydanında, Mübarek rejiminin protestocuları sindirmek ve onları korkutmak için onlara develeri ve eli baltalı, satırlıları göndermesi gibi.