Eylül 2010

Çünkü Arınamazsak, Çünkü Çoğalamazsak, Çünkü Birleşemezsek...

Samimiyet, içtenlik demek…

İçtenlik de, samimiyet…

Yani, insanın içi ile dışı arasında bir farkın bulunmaması…

İnsan ilişkilerinde “politika” yapmamak, dalavereye sapmamak!..

İnsanı, dama tahtasındaki bir piyon olarak görmemek…

Dalavere tavasında hokkabazlık kızartmamak…

Neysen, sadece o olmak; o kalmak…

İstihbarat Paylaşımı

Yazar: 
Serhat KUŞDOĞAN

PKK eylem planlarını ve zamanlamasını kim yapıyor?

Yüksek Askeri Şura döneminde artan eylemler hedefine ulaştı mı?

Terör örgütü eylemlerinin, Referandum sürecinde durdurulması; şehit cenazeleri ile bebek katili terörist başının affını sağlayacak Anayasa Değişikliğinin gerçekleşmesine engel olmamak iyi niyetini(!) taşımıyor mu?

PKK tarafından basılan karakolların emniyet planlarını PKK ya kim veriyor? PKK’nın karakol baskını ertesi çarşaf çarşaf gizli askeri doküman yayınlayanlar ile PKK’ya bilgi sızdıranlar aynı kişiler mi?

Emperyalizm, Dinci Gericilik, Türkiye ve Çözüm

Yazar: 
Hayri GÜNEL

1) İslami bir devletin üç temel bileşeni vardır: Müslüman bir topluluk yani ümmet, İslami hukuk yani şeriat ve ümmetin liderliği yani hilafet. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı bir din devletiydi. Ulusal duyguları unutturulmuş, ümmet haline sokulmuş bir halk topluluğu, kadıların yönettiği bir yargı sistemi ve aynı zamanda saltanatı da elinde bulunduran bir halife mevcuttu. Aslında bütün hikaye de, yıkılmış olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu gerici ve yarı – feodal yapısının, genetik anlamda öyle çok büyük bir dönüşüme uğramadan ve hatta neredeyse hiç değişmeden, yeni kurulmaya çalışılan genç Cumhuriyet’e aktarılması noktasında başlamıştır. Osmanlı yarı-feodalizminin ve gerici dokusunun en son evrilmesi genç Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gerçekleşmiştir.

Başkalarına Ait İdeallerle Gerdeğe Girmek...

Bakıyorum… Herkes Cumhuriyetten yana gözüküyor…

Dinliyorum… Herkes hukuk devletinin savunucusu…

Ama külü eşelediğinizde ortaya çıkan kor, korkutucu.

Çünkü iş, ülkenin, vatan savunmasının, Cumhuriyetin değerlerinin, emeğin ve hukuk devletinin savunulması yönündeki eylemlere geldi mi, iş değişiyor…

Toplumsal çıkarlar uğruna uğraşıp didinmek yerine, kişiliğin parlatılması eğilimi ağır basıyor; galebe çalıyor…

Cemaatin Meşrulaştırılması

Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar - Dün Cemaat Bugün Devlet adlı kitabı bir hayli yankı uyandırdı. Kitabın bu denli ses getirmesinin sebebi herkesin bildiklerinin güvenilir ve tanınmış bir devlet görevlisi tarafından dile getirilmesi oldu. Kitapta yazılanları gerek bu derginin yazarları gerekse basın ve yayın dünyasının farklı isimleri yazmış veya ortaya koymuştu. Ancak bunu Emniyet Müdürlüğü görevini yürüten yani devletin yüksek bürokratlarının birinden duymak bizleri biraz düşünmeye sevk etmek durumundadır.

Bir Umudum Sende, Anlıyor musun?

Yazar: 
HAYRİ GÜNEL
Yazının Yazıldığı Tarih: 
27 MART 2009

Basit, sade, gösterişsiz yaşayan bir halkız biz.
Öyle çok fazla şey istemeyiz hiç.
Binlerce yıldır bu coğrafya üzerindeyiz.
Didişiriz bazen, bazen birbirimizi yiyecekmiş gibi oluruz.
Ağlarız, güleriz, yakarız, yıkarız, seviniriz hep birlikte
ve hep birlikte hüzünleniriz.
Düğünlerde hep birlikte oynar,
hep birlikte omuzlarız tabutlarımızı.
Çok şeyler görüp çok şeyler yaşamıştır gözlerimiz ve yüreklerimiz.
Örneğin bir “Sarı Paşa”nın ardına takılıp hep beraber,
anlatılamayan
ve anlaşılamayan,
kolay kolay açıklanamaz bir hırs ve sabırla,
yoktan, yokluktan bir ülke yaratmışızdır.

Birey Olmak

Yazar: 
Şerif YILMAZ

 
İnsanlar hayatları boyunca birilerine hayatlarını etkileyecek kararları verme fırsatı bulur. Buna ailesinde başlar, arkadaşları, öğretmeni, sevgilisi, patronu, siyasetçisi derken, insanlar kendi kararlarını veremez duruma gelirler. Artık o kadar etkilenirler ki çevrelerindeki insanlardan, ERİCH FROMM’un Hürriyet’ten Kaçış isimli eserinde dediği gibi “insanlar aslında yaptıklarını kendi kararları zannederler, ancak o kararlar çevreden söylenen sözlerle verilir.” Evet, işin özünde de bu durum böyledir. İnsanların büyük çoğunluğu kendi kararlarını kendileri veremez. Çünkü bu durumun farkına varamamışlardır. Ancak bazı insanlar bunun farkına varırlar ve o andan itibaren kendi kararlarını vermeye başlarlar. İşte o zaman gerçekten birey olurlar.

Haliç Devleti'nin Avcı Simon'u

Yazar: 
Mehmet Ali YAZICI

Bu ülkede toplumun büyük çoğunluğu bir filmi izliyorsa, bir kitabı okuyorsa vb. mutlaka bu işin altında bir bit yeniği var demektir. Çünkü bu toplum öyle bir noktaya getirildi ki, kendi iradesi, bilgi ve birikimiyle bir tercihte bulunması nerdeyse imkânsızdır. Hep birilerinin yönlendirmesini bekler. Bir şeye ilgi varsa, gözlerini kapatarak onun peşinden gider.

 
Hanefi Avcı'nın kitabı da öyle... Kitap çok satıyor, buna rağmen okunuyor mu bilinmez ama çok konuşulduğu, tartışıldığı kesin. Kitapla ilgili nerdeyse yazı yazmayan tek bir köşeci yazar kalmadı.
 
Kitapta anlatılanlar bu ülkede gizli kalmış şeyler değildir, bilinen ve hatta ayyuka çıkmış şeylerdir. Önem derecesi, bunları tescilli bir istihbaratçının ve devletin vurucu gücü içerisinde yıllarca görev yapmış bir polisin anlatıyor olmasıdır.

Devlete Hükmedenin Son Politikaları

 

Artık Başbakan için “Devlete Hükmeden” demeye karar verdim. Çünkü bazıları “devlet” ile “hükümet”in birbirlerinden ayrı bir şey olduklarını zannediyorlar. Devlet kamyonsa, şoförü hükümettir. Bu yönden bakınca o bazılarına hak vermemiz gerek, hiç kamyonla, şoför bir olur mu? Tabii böyle düşününce Teröristbaşı ile görüşen de kamyon oluyor!!!
 
Neyse bu kadar laf salatası yeter… Gelelim kamyonun şoförünün son politikalarına…
 
AKP’nin siyaset yapmasını her zaman takdir etmişimdir. Yiğidi öldür hakkını yeme… Bu ülkede daha AKP gibi toplumu yönlendirebilen, muhalefete adım attırmayan, istediğini her türlü alan bir parti daha Türkiye siyasi tarihinde görülmemiştir. Son icraatı da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na türban sorununu çözmek için gönderdiği mesajdı…

Türkiye'de Dincilik ve Dinci Sermaye

Yazar: 
Hayri Günel

 
 
Daha önce, Türkiye’nin gericileşme sürecini, tarikat yapılanmasını ve bu yapılanmanın ABD ile olan organik bağlantısını somutlamaya çalışan ve Türkiye’deki gericileştirme operasyonunun nasıl durdurulabileceğine dair çözüm önerisi sunan “EMPERYALİZM, DİNCİ GERİCİLİK, TÜRKİYE VE ÇÖZÜM” başlıklı bir yazı yayınladık. Bugün de, meseleyi tamamlaması açısından, Türkiye’nin gericileştirilmesi operasyonunun ekonomik dayanaklarının ve gelişmesinin genel bir çerçevesini çizmeye çalışacağız.
 
1) Hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin gericileştirilme operasyonu, ancak 1950’li yılların hemen başında tarihteki yerini alabilmiştir. Bundan önceki dönemde ağır bir yenilgi süreci yaşayan dinci gericilik, dünya kapitalizminin emperyalist ve saldırgan bir kimliğe bürünmesiyle beraber, 1950’lerden başlayarak yeniden palazlanmaya ve bir gelişim çizgisini yakalamaya başlamıştır. 1923-1950 yılları arasındaki dönemde yaşadığı yenilgiye bağlı olarak dinci gericilik, ekonomik anlamda ise daha geri bir mevziye çekilmiş ve elindeki mevcudu korumak dışında herhangi bir gelişmenin içerisinde olamamıştır. Dinci gericiliğe bu noktada en büyük ekonomik darbe, vakıf gelirlerinin, çıkartılan yasalarla artık tarikatlara veya cemaatlere değil, doğrudan doğruya devlete aktarılmaya başlanmasıyla vurulmuştur. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, bu darbenin mihenk taşı olmuştur.