Politika Dergisi - Abdullah Özer Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
Emrah ÖZDEMİR
PD Roportaj Ekibi: 
Gökhan DAĞ
Yardımcı Ekip: 
Deniz BİLEN

     Politika Dergisi ilk sayısı için, kamuoyuna bürokratik-kapalı bir parti izlenimi veren Cumhuriyet Halk Partisi’nin Bursa İl Başkanlığı’na gittik.  Birçoklarına göre ulaşılması güç bir parti olan CHP’nin o kadar da halka kapalı olmadığını gördük. Rahatlıkla yetkililerle görüştük ve kısa bir sürede Bursa Milletvekili Abdullah Özer’le mülakat yapma fırsatı bulduk. İsterseniz öncelikle Milletvekilimiz Sayın Abdullah ÖZER’i tanıyalım.

Abdullah ÖZER kimdir?

   Abdullah ÖZER, 1950 Balıkesir doğumlu Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili’dir. Kendisi Kıbrıs Gazisi ve bir ekonomist’tir. Ayrıca milletvekilliğinden önce CHP’nin Bursa İl Başkanlığı görevini de yapmıştır.

   Abdullah ÖZER’le uzmanlık alanı olan ekonomi üzerinden konuştuğumuz gibi Türkiye’deki gündem yoğunluğundan dolayı birçok konu üzerine de konuşma şansımız oldu. Bu gündem yoğunluğu, mülakatımızın planladığımızdan daha uzun sürmesine neden oldu.

   Sayın Özer, söyleşimizde klasik açıklamalar dışında gündem yaratacak birçok konuya değindi ve dikkat çekici açıklamalarda bulundu.

İşte ilk sayımız için yaptığımız Abdullah ÖZER mülakatı:

Politika Dergisi (PD): Sayın vekilim, KİT komisyonu üyesiniz. Buradan giriş yaparsak, KİT’ler ve özelleştirme konusunda partinizin ve sizin tutumunuz nedir? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Abdullah ÖZER: Öncelikle şunu belirteyim; biz özelleştirmelere karşı değiliz. Ancak stratejik kurumların satılmasına tamamen karşıyız. ABD’de bir petrol şirketi satılacak oldu, herkes ayağa kalktı. Keza, Türk Telekom gibi bir kurumun satılmasına da karşıyız. Avrupa’daki devlete ait telekomünikasyon şirketlerinin satılmasına bakınız. Yüzde 50’sinden fazlasını satan yok! Fazlasını satan da bizim gibi blok satış yapmıyor.

   Gelelim Tekel’e… İnanın yürekler acısı!.. Hükümetin Tekel’e dört yıldan beri uyguladığı politika yüzünden, Tekel’in sigara piyasasındaki payı yüzde 70’den yüzde 30lara geriledi. Sırf ucuz fiyata özelleştirilsin diye… Çıkarılan kararnameler var: Yerli tütünden imal edilen yerli sigaralara Özel Tüketim Vergisi konmuş, yabancılara bu vergi konmamış; yabancılara imtiyaz tanınmış. İşte, CHP olarak biz bu tip özelleştirmelere karşıyız. Bunları kamuoyuna mümkün olduğunca duyurmaya çalışıyoruz.

PD: Peki, dış ticaret açığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Abdullah ÖZER: Dış ticaret açığı geçen yıl(2007) 68 milyar dolar civarında gerçekleşti. Bu yıl 80 milyar dolar civarında olacak gibi görünüyor. 38 milyar dolar cari açık vardı. Bu, Türkiye’nin her yıl 38 milyar dolar borçlanması demektir. Yani, bu açığı kapatmak için borçlanmak mecburiyetindeyiz. Bu, izlenen politikaların neticesidir. Türkiye’de üretime değil, faiz ve tüketime dayalı bir politika yürütüldüğü için bu tip açıklarla karşı karşıya kaldık. Düşük döviz kuru, ithalatın patlamasına neden oldu. İthalatın artması da dış ticaret açığını fazlalaştırdı. Türkiye kurtuluşu için mutlaka üretmeli. Üretip, dışarıya mal satması gerekiyor. En azından dış ticareti dengelemeliyiz. Yani ithalat ile ihracatı eşit hale getirmeliyiz. Hatta ihracatı fazlalaştırırsak artı değere geçeriz. Türkiye’de bunun gerçekleşebilmesi için hiçbir politika üretilmiyor.

   Bizim seçim propagandamızda yer almıştı: Sektör bazında sanayiye destek verilmeli. Önemli sektörleri seçip, o sektörlere hükümet desteği verip sektörleri dünyada söz sahibi hale getirmeliyiz. Seçilen sektörlerin ihracatını teşvik etmeliyiz. Ancak maalesef ülkemizde bu doğrultuda bir politika izlenmiyor. Sanayide ihracat yapan firmalar ya kapanıyor, ya yabancıların eline geçiyor. Neden? Çünkü üretim maliyetleri yüksek. Bugün Avrupa’da sanayiye konutların yarı fiyatına elektrik verilirken,  bizde eşit fiyatla elektrik veriliyor. Doğalgazda da aynı durum söz konusu… Bütün bunlar bizim dışarıyla rekabet etmemizi önlüyor.

PD: Peki, üretim yapılamıyor dediniz. Bu, sıkıntılara neden olmaz mı? İstihdam gibi…

Abdullah ÖZER: Zaten mesele o… Kalkınma hızı 2004 yılında yüzde 9,9’du, 2005 yılında yüzde 7,2’ye düştü. 2006 yılında yüzde 6’ya düştü. 2007 yılı sonu itibariyle de yüzde 3,8’e düştü. Özellikle 2007’nin son çeyreğinde yüzde 1,8’e düştü. Bu demektir ki; izlenen ekonomik politikalar Türkiye’nin kalkınmasını sağlamıyor. Kalkınma hızı periyodik bir şekilde “sıfır” a doğru geliyor.

   Kalkınma hızının düşmesi demek, işsizlik demektir. Nitekim hükümet rakamları çarpıtarak vermesine rağmen, son rakamlar (yüzde 9,9) işsizliğin arttığını gösteriyor. Gerçek işsizlik oranı Türkiye’de yüzde 20’dir.

   İşsizliği önlemek için de mutlaka üretim!..  Üretimin dışında hiçbir şey Türkiye’nin kurtarılmasını sağlamaz. Yer altı kaynaklarımızı iyi kullanmamız gerekiyor. Onu da yabancılara peşkeş çekiyoruz. Yani, böyle devam ederse bu işin sonu çok kötü… Zaten dünyada bir ekonomik kriz yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Amerika’daki mortgage krizinin etkileri buraya doğru gelmeye başladı. Avrupa ve Amerikan finans dünyasında bu krizin etkisi şu an 500 milyar dolar. Bundan Türkiye de mutlaka etkilenecektir. Umarız az etkilenir ama bu ekonomik politikayla Avrupa devletlerinden çok daha fazla etkileniriz. Çünkü üretimimiz yok. Onların üretimi var, onları ayakta tutacak başka imkanları var, bizde o da yok.

PD: Sizce kalkınmak için destek verilmesi gereken sektörler hangileri?

Abdullah ÖZER: Öncelikle tekstil sektöründe devlet desteği gerekiyor. Tekstil, iş-emek yoğun bir sektördür. Avrupa tekstili tamamen bıraktı. Biz istersek Avrupa’yı geçebiliriz. Mesela İtalya tasarım konusunda çok ileri bir ülkedir. İtalya’dan tasarımcı getirerek yeni ürünler tasarlayıp piyasaya açılırsak tekstilde ilerleyebiliriz. Bunun için AR-GE çalıştırmalarının ileri düzeyde olması gerekiyor. Takip ediyorsanız, AR-GE Kanunu TBMM’den yeni geçti. Daha uygulanmaya sokulmadı bile… Araştırma-geliştirmeye kaynak ayırmadığımız sürece, biz hiçbir sektörde başarılı olamayız. Mutlaka devlet desteği gerekli. Bilhassa tekstilde… Yeni tasarlanan ürünlerle dünyada söz sahibi olabiliriz. Bir zamanlar biz Güney Kore modeli demiştik, herkes gülüp karşı çıkmıştı. Güney Kore belli sektörlerde ihtisaslaşmış durumda.  Birçok sektörde Güney Kore dünyada egemen durumda.  Şu anda dış ticareti muazzam ölçüde fazla veriyor. Güney Kore kendini kurtarmış durumdadır. Ekonomisi en sağlam ülkelerden birisi oldu.

PD: Peki, bu politika tarımla da bütünleştirilmeli mi?

Abdullah ÖZER: Zaten tekstil sektörü büyük ölçüde tarıma dayanıyor. Yün için hayvancılığın gelişmesi gerekir. Pamuklu ürünler için pamuk yetiştirilmesine destek verilmeli. Bu iki önemli konuda tarımla iç içe…

   Bunların dışında tarımla ilgili daha önemli şeyler yapılabilir. Mesela dünyada bio-dizele büyük ağırlık veriliyor. Birçok ülkede pancardan bio-dizel üretiliyor. Biz de pancar üretimini kısıtladık. Neden? Sadece şeker üretiyoruz. Ayrıca yabancılar şeker, nişasta satsın diye bizim çiftçimizin ürettiği pancara kota koyduk. Öyle çarpık politikalar izleniyor ki; tamamen Türkiye’nin tarımı aleyhine, üretimi aleyhine… Neden? Avrupa Birliği ve başka güçler bu şekilde dikte ediyor. Bunu böyle yapacaksın, şunu şu şekilde yapacaksın diye…

PD: Avrupa’dan söz açılmışken AB’ye girdiğimizde sanayimiz gelişecek mi, onların tarım ülkesi mi olacağız?

Abdullah ÖZER: Önce ben şunu ortaya koymak istiyorum. AB’ye biz girer miyiz, giremez miyiz? Bizi kesinlikle Avrupa Birliği’ne almayacaklar. Dünyada bilhassa SSCB’nin yıkılmasından sonra sol ve sağ ideolojiler geri planda kaldı. Şimdi bütün dünyada dine dayalı bir ideoloji ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. Türkiye’de yapılan da bu, Avrupa’da yapılan da bu… Adamlar açıkça “Avrupa Birliği Hıristiyan Birliği’dir” diyorlar. Yeni oluşumlar peşindeler. Almanya ve Fransa kafa kafaya verdi, sizi Akdeniz Birliği’ne alalım diyorlar. Akdeniz Birliği’nin amacı ne? Ne yapacak? Ortada hiçbir şey yok. Bize böyle bir şey diyorlar. Dediğim gibi, dünyada genel olarak sağ ve sol geri planda kalmaya başladı. Mutlaka sol ve sağ ön plana çıkarılmalı. Eğer dine dayalı ideolojiyi ön plana çıkarmaya çalışanlar başarılı olursa, dünyada din savaşları olur. Bu çok tehlikeli bir gidiş…

   Avrupa Birliği bize demokratikleşme adına her şeyi yaptırıyor. Örneğin 301. madde… Bugün birçok AB üyesi ülkede 301’e benzer yasalar var. Ama onlar sen kaldıracaksın diyor. Çünkü Türkiye’de etnisiteye, dine-mezhebe dayalı bir ayrışmacılığı yerleştirmek istiyorlar. 301’i engel olarak görüyorlar. Sen önce kendi ülkende kaldır, sonra bana dayat! Hep böyle ikiyüzlü davranıyorlar. AKP’ye dediğimiz gibi takıyye yapıyorlar, açıkçası. Kendileri için istediklerini bizim için istemiyorlar. Bu konuda çok dikkatli olmamız gerekiyor.

   Avrupa Birliği’nde daha neler oluyor? 17 Aralık 2004’de Brüksel’de imzalanan protokolde ne maddeler var, akıllara zarar! Türkiye’nin bağımsızlığını, ulusal bütünlüğünü ayaklar altına alan maddeler var. Mesela maddenin birisinde diyor ki; “Fırat ve Dicle havzası AB tarafından tayin edilen bir komisyon tarafından yönetilir.” Başbakan da bunun altına imza atıyor! Bunun dışında ilerleme raporlarında bir sürü Türkiye aleyhine ifadeler kullanıldı. Onun için Türkiye çok dikkatli olmak zorunda, AB konusunda da.

PD: Dini ideolojilerin ön plana çıktığını söylediniz. Türkiye’de de dini ideolojiler yükselişte olmalı ki; laiklik tehlike altında deniyor. Bu bağlamda Yargıtay Başsavcısı’nın açtığı kapatma davası var. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz.

Abdullah ÖZER: Dava yargı aşamasında olduğu için bu konuda çok fazla yorum yapmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyebilirim; Türkiye’de tek başına iktidara gelen bir partinin bu duruma düşmesi, kapatılma davası açılması çok vahim. Demek ki; söylemlerinde, uygulamalarında anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bir takım şeyler var. Kafaların arkasında zaman zaman bunu ortaya koydukları düşünceler var demektir. Dava durup dururken açılmıyor. Mutlaka süreç takip ediliyor. Ne demişler, ne yapmışlar ona göre dosyalar hazırlanıyor. Süreci bekleyeceğiz.

   Şunu da ekleyeyim: Demokrasilerde halk her zaman doğru karar vermez. Bunu bir yere yazın! Avusturya’da aşırı milliyetçi bir parti iktidar oldu. Avrupa ayağa kalktı, bu partinin iktidar olmasını engellediler. Neden? Avrupa ve Avusturya’nın menfaatleri ön plana çıktı. Bu, Avusturya halkı doğru kararı vermedi demektir. Türkiye’de de aynı şey var. Seçim sonuçlarını irdelediğimiz zaman, neden böyle olduğunu çok güzel ortaya çıkarabiliriz.

   Seçim uzun bir mevzu… Birçok etken var. Birincisi, en önemlisi para… Seçimde kullandıkları para 20 milyar dolar. O parayla her şeyi satın aldılar. Hukuku bile satın aldılar. Bursa’da yaşadık bazı olumsuzlukları. Müracaat etmemize rağmen, hukuk harekete geçmedi. Para çok önemli bir güç!..  Bu para nerden geldi? Belediyelerde kurdukları büyük bir havuz var. Örneğin ihalelerde 10 liraysa 20 liraya ihaleye çıkardılar. Kalan parayı havuzda biriktirdiler. Yeşil sermayenin katkıları var. Suudi Arabistan’ın katkıları var. Suudi Arabistan’ın yıllardır Türkiye’nin üzerinde emeli var. Türkiye’yi Araplaştırmak… Arap kültürünün etkisi altına almak… İslâmiyeti kullanarak Arap emperyalizminin, Arap kültürünün etkisi altına almak... Bütün amaçları bu!.. Bunun için çok para harcadılar, tarihte görülmüştür. İşte böyle bir fırsat geçti ellerine, çok büyük destek sağlıyorlar. Diyetini de ödedik. Kral Türkiye’ye geldi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan Kral’ın ayağına gitti. Suudi Bayrağı altında, Kral fotoğrafı önünde poz verdiler. 10 Kasım sürecinde…

   Parasal faktör çok önemli. Muhtarlar aracılığı ile seçmen listeleriyle oynadılar. Daha önce anketlerde “kesinlikle AK Parti’ye oy vermeyi düşünmüyorum diyen seçmenler üzerinde oyun oynadılar. Listeden çıkarttırdılar.

PD: Kirli de olsa, bu bir politika değil mi? Siz buna karşılık bir şey yapmadınız mı?

Abdullah ÖZER:  Literatürde böyle bir politika yok. Siyasi partiler kanunu var, seçim kanunu var.  Bütün siyasi partiler harcadıkları parayı ispat etmek zorunda. Nasıl ispat edeceksin? Mahkemeye başvuruyorsun, kale almıyorlar; savsaklıyorlar. Birçok cumhuriyet başsavcısı tarikatın adamı… Böyle olursa, nasıl hukuka güvenirsin? Kanun, Seçim Kurulunun tespit ettiği billboardları siyasi partiler eşit olarak kullanır diyor. Kurulun tespit etmediği billboardları da siyasi partiler para gücünü kullanarak kullanamazlar, deniyor. Bütün tespit edilmiş veya edilmemiş billboardlar AKP afişleriyle kapladılar. İtiraz ettik, ses çıkmadı. Bir kez daha itiraz ettik, yine ses-seda çıkmadı. Sonunda telefon ettik kurula... Nedir bu diye… Biz itirazınızı Başsavcılığa gönderiyoruz, onlar harekete geçmiyor, dediler.  Çok güç şartlar altında seçim geçirdik. Para gücü yok, elde edecek gücün yok. Hukuk da onların ellerinde… Tayinlerle köşe başlarını ele geçirdiler. Tarikatları kullandılar. Ben tarikatları kullanamam ki… Benim ilkelerim var. Ben onları kullansaydım 50 kere iktidar olurdum. Benim Atatürk’ten beri uyguladığım ilkelerim var. Para hortumlayamam ben. Sadece İSKİ olayı... Nurettin Sözen zamanında yaşanan İSKİ skandalı… O da partiyle alakalı değildi. Onu yapan bürokrattı. Günlerce, aylarca manşetlerde kaldı bu olay. Mahkeme 1999’da sonuçlandı ve CHP 1999 seçimlerinde baraj altında kaldı. Bugün belediyelerde binlerce İSKİ olayı var.  Ama basın görevini yapmıyor, üzerine gitmiyor. Basın çok büyük bir güç haline geldi. Basın, şu an Türkiye’de yabancıların güdümü altında. Yabancı toplum mühendisleri var. Onlar basını yönetiyorlar. Yazılı veya görsel…

PD: Peki bu çark nasıl kırılacak, bizim sormak istediğimiz bu…

Abdullah ÖZER:  Biz gittiğimiz her yerde anlatıyoruz. Onlara da bunları herkese anlatın diyoruz. Herkes Türkiye’nin gerçeklerini iş ortamında, arkadaş ortamında, aile ortamında anlatacak. Başka çaremiz var mı? Söyleyin, yapalım. Yok! Maalesef durum böyle. Ayrıca etnik kökeni çok iyi kullandılar. Türkiye’deki Kürt olgusunu o kadar iyi kullandılar ki… Dört buçuk yıllık iktidarları döneminde PKK ile ilgili hiç ciddi önlem almadılar. Dikkat edin, sürece. Hiçbir mücadeleleri yok. Irak’taki PKK yuvaları ile ilgili Irak hükümetine hiçbir baskıları yok. Ne yaptı daha önceki hükümetler? Biliyorsunuz, PKK kampları Suriye’de Beka Vadisi’ndeydi. Abdullah Öcalan da Suriye’deydi. O zamanki hükümet kararlı tutum sergiledi. Suriye sınırına asker yığıldı. Kampları boşaltıp, Öcalan’ı sınır dışına edeceksin, dediler. Ne oldu? Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek Türkiye’ye gelmişti. Mübarek, yolunu çevirip Suriye’ye gitti ve Türkiye çok kararlı, gereğini yap dedi. Onlar da kamplarını dışarı çıkarıp, Abdullah Öcalan’ı dışarı attılar. Bu kararlı politika sayesinde terör sıfıra indi.

   Meclis de bütçe görüşmeleri bittiğinde Cemil Çiçek konuşma yaptı. Aynen şunu söyledi: “Güneydoğu’ya 9 katrilyon para aktarıldı.” 9 katrilyon para ne oldu? Nereye gitti bu para? Güneydoğu’nun kalkınmasına mı gitti? Hayır. GAP’a da 5 kuruş para harcanmadı. Nereye gitti? Aşiretlere gitti. Oradaki tarikat şeyhlerine gitti. Dolaylı yoldan da PKK’ya gitti. Böyle bir ortam içinde seçime gittik. Bakın oradaki sonuçlara, oylar ya AKP’ye gitti ya bağımsızlara gitti. Yani bunu da kendilerine oy olarak döndürmesini bildiler. Ben bunu yapabilir miyim? Ben yapamam. Orada insanlar şehit olurken ben bunu yapamam.

   Bu hükümet etnik yapıyı seçimlerde kullanmak için daha önceki hükümetin Suriye’ye yaptığını Irak’a yapmadı. Hatta seçimden 3 ay evvel Genelkurmay Başkanı; karar alın, biz sınır ötesi harekât için hazırız dedi. Hiç açıklama bile yapmadılar. Neden? Sırf oy için, orada Türk askeri şehit olurken ses çıkarılmadı. Seçimden sonra karar alındı. Düne kadar da çok şehit verdik. Neden o zaman karar almadınız? Hatta Başbakan, 70 milyonluk bir ülkede 6-7 şehit vermek normaldir, dedi. Barzani, AKP Türkiye’de yeniden iktidar olmalıdır, dedi. Bu kadar gücün karşısında biz seçimden başarılı çıktık. Yüzde 20 oy, küçümsenecek bir oy değil. Onlar yüzde 47 aldılar ama ne şartlar altında aldıkları belli… Biz seçimde kullandıkları güçleri kullanamayız. Bizim ilkelerimize terstir. Bizim seçim beyannamemizde tarımla ilgili, sanayi ile ilgili, eğitim ile ilgili, Güneydoğu ile ilgili neler yapacağımız açıkladık. Seçim bildirgemizde ne yapacağımız vardı. Bunları halka anlatmamız gerekiyor. Bunun için de medyayı kullanmamız gerekiyor. Medya bize kapalı! O zaman bu işe gönül verenlerin çıkıp, her yerde bunları anlatması gerekiyor. Genel başkanımız Salı günleri TBMM TV’de 1 saat gerçekleri ortaya koyuyor. Onu da kaç kişi izliyor, bilmiyorum.

   Türk insanının çoğunluğu cahil ve yoksul bırakıldı. Cahil bıraktıkları insanları da istedikleri gibi yönlendirebiliyorlar. Esasında Türkiye için vahim bir durum. Türkiye hak etmediği bir yönetime sahip. Biraz evvel dediğim gibi, demokrasilerde halk doğru kararı vermeyebilir.

PD: Sendikalar iş bırakma eylemi yaptılar, sosyal güvenlik yasa tasarısı ile ilgili. Bu sizin ölçütlerinize göre halkın biraz daha bilinçlenmiş olduğunu gösteriyor mu?

Abdullah ÖZER:  Evet, gösteriyor ama seçimlerden önce Cumhuriyet mitingleri de halkın bilinçlendiğini gösteriyordu ama seçimlerde tam tersi bir tablo çizdi. Üçüne de gittim, müthiş bir olay yaşandı. Halkın korkunç bir tepkisi vardı ama sandığa yansımadı.

PD: Ama o zaman e-muhtıra süreci yaşandı. Şu an öyle bir durum yok. Sendikalarla da arası bozuldu AKP’nin… Ne düşünüyorsunuz?

Abdullah ÖZER: Evet, sendikalarla da bozuldu. Ama Ordu’nun Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale etmesi mağduriyet rolünü oynamalarını sağladı. Bu da onlara artı oy olarak döndü. Netice’de MHP’nin tavrını yadırgadık biz. Cumhurbaşkanlığı ve türban konusunda AKP’ye açıkça destek verdiler.

  Türban konusuna gelelim. Türban diye bir olay yok zaten. Türban bizim milletimize ve İslamiyet’e has bir giysi değil. Ben İslamî olarak bilgiye sahibim. Bakmayın, CHP’liyiz, dinsiz derler bize ama ben o dindarım diyenleri bu konuda yere sererim. Ben İmam-Hatip okumadım ama kendim araştırdım, okudum. Eski yazıyı da bilirim. Ama ben bunu siyasette kullanmam. Çünkü bu benim kişisel alanım. Kuran’da da yok türban. Yabancıların dikte ettiği bir kıyafet. Bilhassa Yahudilerin kıyafetidir.

PD: Sizin demek istediğiniz, aslı olmayan bir simge yüzünden üniversitelerin kargaşaya sürüklendiği mi?

Abdullah ÖZER: Bakın, türban yüzünden üniversitelere giremeyenlerin oranı yüzde 1,5. Yüzde 1,5 için ülkede anayasa değiştiriliyor. Yüzde 20 işsiz var, onlar için hiçbir şey yapılmıyor. Yabancılara her şey peşkeş çekiliyor. Ancak yüzde 1,5 için anayasa değiştiriliyor. Kafalarının arkasındaki düşünceyi açıkça gösteriyorlar.

   Şu an Türkiye’de 80 milyar dolar sıcak para var. Bu paranın Türkiye’den elde ettiği kazanca hiç vergi yok. Bir Türk vatandaşı borsaya para yatırdığında anında yüzde 10 kesinti yapılıyor. Ama yabancıya vergi yok. Düşük kur politikası ve faiz yüzünden Türkiye’den her yıl uçurulan para 35 milyar dolar. Üstelik sıfır vergi ile… Türkiye’nin sömürülmesinin en büyük göstergesi. Bundan daha büyük sömürü var mı? Birkaç milyar dolar kredi almak için bizim canımız çıkıyor, 35 milyar doları heba ediyoruz. Ama türbanla uğraşılıyor.

   Dünyanın en pahalı borçlanan ülkesi biziz. Yüzde 17,1 ortalama borçlanma rakamı… Yunanistan yüzde 4.4 ile, Pakistan yüzde 9,9 ile borçlanıyor, Mısır yüzde 7 ile borçlanıyor. Neden bu kadar yüksek? Yabancıların ekonomiye güveni yok. Aynen yüksek faiz veren bankalar vardı, ona benziyor. Risk alıyorlar, çünkü. Sağlam bir ekonomimiz olmadığı için bize batar ihtimali ile yüksek faizle borç veriyorlar.

PD: Özelleştirme yapılıyor, yabancı sermaye geliyor. Güvenleri yok deniyor ama geliyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?

Abdullah ÖZER: Öncelikle biz yabancı sermaye karşıtı değiliz ama gelip kazma vursunlar. İstihdam açsınlar. Buna kapımız açık. Gelip hazıra konuyorlar, hazıra konmasınlar. Zora düşen sanayi kuruluşlarımız yabancıya satılıyor. Bu çok kötü bir durum. Düşük döviz politikası da bunların işine geliyor.

PD: Bu yoğunluğunuzda vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Abdullah ÖZER: Gündem çok yoğun, kusura bakmayın. Daha sonra daha ayrıntılı konuşabiliriz. Teşekkür ederim.

(Çıkışta il sekreteri Sayın Ali KÜÇÜKSARI, ki kendisi bu mülakatın yapılması için bize büyük bir destek vermiştir, burada öcü olmadığını söyleyin diyerek, şaka yoluyla insanları partiye çağırıyor.)

 iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.