ZAZALAR KÜRTLEŞTİRİLMEK Mİ İSTENİYOR?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Sinan Sungur
Yazının Yazıldığı Tarih: 
22.11.2009

TBMM’de, 10 Kasım 2009 günü “demokratik açılım” kapsamında yapılan konuşmalarda, CHP Milletvekili Onur Öymen’in Dersim (Tunceli) ile ilgili beyanları sonrasında yaşanan tartışmalar ve medya organlarında meseleye getirilen yorumlar, Dersim halkının ve genelde Zazaların etnik kimliği konusunda bir bilgisizliği ve cehaleti de ortaya çıkardı.

             DTP ve AKP’li politikacıların yanı sıra, köşe yazarlarının çoğu da maalesef Dersim olayını, gündemdeki “Kürt açılımı”na katkı için kullanmaya çalıştılar. Özellikle DTP, konuyu alabildiğine istismar etti ve bunu da “Kürtlük” adına sahiplenmeye kalkıştı.

Medya organlarının ve yazılı basının durumu da bundan farksızdı aslında. Yine her zamanki gibi, “ezilen, katledilen, sürgün edilen, mağdur edilen Kürtler” edebiyatı sürekli işlendi. Doğu/Güneydoğu Anadolu’ya ilişkin herhangi bir meselede, nedense siyasetçilerimizin ve yazarlarımızın aklına hemen Kürtler geliverir. Sanki o bölgenin halkının tümü Kürt! Bölgedeki diğer toplumların neden görmezlikten gelindiği ve âdeta yok sayıldığı anlaşılmaz bir tutum.

Doğu ve Güneydoğu’da “Zazaların”, “Türkmenlerin”, “Azerilerin”, “Arapların”, “Süryanilerin”, “Keldanilerin”, “Ermenilerin”, “Yezidilerin”, ayrıca sayıları az da olsa “Çerkez”, “Çeçen ve Abaza” kökenli toplulukların da yaşadıkları unutulmamalı.

Şark meselesi irdelenirken, konuya bu perspektiften bakılmalı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkını topyekûn “Kürt” hanesine kaydeden siyasetçi ve yazarların büyük bir hata içinde oldukları gayet açık. Bunlar bu tutumlarıyla, terör örgütü PKK’nın ve diğer Kürtçü odakların düzmece tezlerine katkı sunduklarının farkında değiller galiba.

Bilmeyenler için bir kez daha yineleyelim:

Zazalar, Kürtlerden ayrı bir halktır. Zaza dili, Kürtçü unsurların iddialarının aksine Kürtçe’nin bir şivesi değildir. Zazaca, gramer ve sözcük haznesi itibariyle Kürtçe ile dilbilimsel yönden bir yakınlık göstermemektedir. Alevi Zazalar, Dersim (Tunceli), Erzincan, Sivas; Sünni Zazalar ise Elazığ, Diyarbakır, Bingöl, Siverek (Şanlıurfa) kentleri kapsamında yoğunlaşmışlardır. Kürtler ise anılan kentlerde azınlık durumundadırlar. Türkiye sınırları dışında bulunmayan Zazalar, ülkemize özgü bir etnik grup olup, Anadolu’nun yerli halkı sayılırlar. Dersim’de, tarihsel süreç içinde Zazalaşmış olan bazı Türkmen oymaklarının (Balaban, Sarı Saltık, Koç Uşağı vs.) varlığı da söz konusu.

Öte yandan, son tartışmalarda tekrar gündeme gelen yakın tarihimizdeki Şeyh Said (1925) ve Dersim (1937) ayaklanmalarının Kürtlük/Kürtçülükle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Zazalara ait olan bu isyanların, çok hatalı bir şekilde resmi ve askeri literatüre de “Kürt isyanları” şeklinde yansıtılması sonucu, Kürtçü unsurların “silahlı mücadele” tarihine haksız bir “kazanç” olarak yazılmasına yol açmıştır.

Palu’daki Nakşibendi tarikatı postnişini Şeyh Said’in, cumhuriyetin kuruluşunun akabinde başlatılan devrimlere tepki göstererek isyan ettiği mevcut belgelerle sabittir. Seyid Rıza’nın da bir Alevi/Kızılbaş dedesi olarak, Dersim’in geleneksel yapısının değiştirilmesine ve yörede yoğun bir şekilde yapımına başlanan askeri karakolların inşasına yönelik tepkisi söz konusu. Ancak, bilinen bu gerçekler ve unutulmaya terk edilmiş arşiv belgeleri göz ardı edilerek, her iki olaya da çok yanlış bir şekilde “Kürtlük” damgası vurulmuştur.

Bugüne kadar maalesef devlet yetkilileri de dahil, akademik kuruluşlar, bilim adamları, aydın ve yazarlar, “Kürt” olgusunu kabul ederken, Zazaları çok haksız bir biçimde ya Kürtlerle özdeşleştirmiş ya da dışlamışlardır.

Zaza olgusu, sosyoloji açısından dışlanmış bir varlık alanı olarak günümüze dek hem aydınlarımız, hem de bazı güç odaklarınca Kürt ekseninin içine itilmiştir. Bu tür bir yaklaşımın alt yapısında iç ve dış güçlerin propagandist eylem biçimlerinin önemli rol oynadığı, bunun da Kürtçü unsurların amaçladıkları “Kürdistan” teorisine güçlü bir alt yapı hazırladığı bilinmektedir.

Diğer taraftan, üniversiteler ve akademik kuruluşlar, bugüne kadar bölgenin demografik yapısını analiz etme ihtiyacını duymamış ve böylece siyasi Kürtçülerin ekmeğine yağ süren bir tutum içine girmiştir.

Bu yöndeki boşluğu fark eden PKK, stratejisini oluştururken bu hususu göz ardı etmemiştir. Nitekim Abdullah Öcalan, “Kürt Dosyası”nda Gazeteci Rafet Ballı’nın sorularına verdiği cevapta; “ PKK’da sentez var. Alevi yörelerde ve Zazaların olduğu yerlerde de PKK gelişiyor. Mesela Bingöl’de hızlı gelişmeler yaşanıyor. Ben yalnız Dersim tipolojisini yaratmakla kalmadım. Siirt, Mardin, Kars, Urfa tipolojisini de yarattım. Olumlu olumsuz özellikleri nelerdir, bunları nasıl birleştirebiliriz diye bölge çapında değerlendirmeler yaptık. Sonuçta PKK’da bir sentez oluştu.” demiştir. Böylece, PKK şemsiyesi altında çeşitli etnik/dini/mezhebi gruplar birleştirilerek bir “Kürt üst kimliği” yaratılmak istenmiş, Zaza bölgelerinde Aleviliğin veya Zazalığın, “Kürtlüğün” önüne geçmesi engellenmiştir.

PKK ve diğer Kürtçü unsurlar, öteden beri Zazaları Kürtlerin bir alt-grubu olarak kabul ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Bu yaklaşıma ne yazık ki, son zamanlarda devletin bir kuruluşu olan TRT-6 (Şeş) de alet edilmiştir. TRT-6 (Şeş)’in programlarında, Zazalar “Kürt” olarak gösterilmiş, Zaza diline de “Kürtçe’nin lehçesi” denilmiştir. Bu sakat anlayışa halen de devam edilmektedir.

Hükümetin “demokratik açılım” projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda da Zazaların Kürtleştirilmesi yönündeki sakat anlayış sürdürülmektedir.

Örneğin; Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan “Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü”nde görevlendirilen Kürt akademisyenler, siyasi Kürtçü tezlere uygun bir şekilde hazırlayıp YÖK’e sundukları bir raporda, Zazaları Kürtlerin bir alt grubu olarak göstermiş ve ne hazindir ki YÖK de bu raporu onaylamakla, Zazaların Kürtleştirilmesi projesine destek vermiştir.

AKP hükümetince, “açılım” projesi çerçevesinde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde okullarda uygulamaya konulması amaçlanan “Kürtçe Dersi” dayatmasıyla, Kürtçe’nin “K”sını dahi bilmeyen yöredeki Zaza çocukları devletin eliyle Kürtleştirilmek mi isteniyor?

Bingöl ve Dersim’de halkın yüzde 90’ı, Elazığ’da halkın yüzde 70’i, Diyarbakır’da halkın yüzde 50’si Zazaca konuşurken, bu illerdeki devlet okullarında okutulması hedeflenen “Kürtçe Dersi” ile amaçlanan nedir?

Devletin imkanları, bölgedeki Zaza, Türkmen, Azeri, Arap, Süryani, Keldani, Ermeni çocuklarına, Kürtlük bilincinin aşılanması için mi seferber ediliyor?

Bu gafilce tatbikata dur diyecek kimse yok mu bu memlekette?

Sinan Sungur/Araştırmacı

 

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Doğru Söze Ne Denir ?

Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan biri.Elinize sağlık.Ek olarak şunu söyleyebilirim ki;

Bir zamanlar "Kürtleri Türkleştirmek" isteyenlerle, günümüzde "Zazaları Kürtleştirmek" isteyenler bugünlerde yine aynı ideolojik çizgidedir. Bunu göz önünde tutmamızda fayda var.

Küçük bir katkı

Anadolu'da Alevilik

Anadolu topraklarında çok kere kışkırtmalar, devamında isyanlar, doğallığıyla kanlı müdahaleler, bu müdahalelerin tetiklediği ve pek tabii yabancı menfaatçilerinde ekmeğine yağ süren başka ayaklanmalar, kan ve gözyaşı yaşana gelmiştir. Ve ne olursa olsun taraflar bir şekilde –genelde zor ile, sakinleşmiş ve olaylar yatışmıştır. Ancak asla köklü çözümler olmamıştır. O zamanın koşullarında kiminin gönlü edilerek, kiminin kellesi götürülerek bertaraf edilmiş, kimi tehditle, kimi beyhude vaatlerle tavlanmış ve gün bir şekilde kotarılmıştır. Benzer olayların tarih boyunca her fırsatta hortlaması da bundan sebeptir. Hiçbir zaman meselelerin köküne inilmemiştir.

Aleviler bir yandan kendilerini anlatmaya çabalaya dursunlar, dünya tüm şiddetiyle dönmekte, köyler kentler yakılıp yıkılmakta, ülkeler devrilmekte, rejimler değişmekte, hükümetler gidip gelmekte, sıcak savaş soğuk savaş derken, bazılarının 3. dünya savaşı dedikleri küresel savaş tüm hızıyla ilerlemektedir.

Devrilip giden yüz yıllara rağmen değişmeyen tek şey vardır. Alevilerin kendilerini anlatma çabaları. Tarih boyunca görmedikleri yönetim biçimi, girmedikleri savaş, yaşamadıkları devrim kalmamıştır. Ve her nedense tüm yönetim biçimlerinde en önce başları vurulmuş Aleviler; yine de bıkmadan, usanmadan tasavvuf yolunu sürmeye ve insanlara neye hizmet ettiklerini anlatmaya çalışmışlardır. Ancak bu çabalarda yep yeni kıyımlar, katliamlarla gecikmeden cevabını bulmuştur.

Geçmiş yüzyıllarda yaşanan bu yobazlık ve anlayışsızlığın temelinde Osmanlı’nın hızla sunnileşme çabaları, özellikle Yavuz döneminde bu durumun zirve yapması Alevileri pek tabii hedef kitle haline getirmiştir. Yanı sıra Hümanizm’e bütünüyle bağlı olan bu tasavvuf yolunun monarşiye tehdit olduğu gerçeği de zamane derebeyleri ve ya hükümdarlarının dikkatinden kaçmamaktadır.

Örneğin, Aleviler ‘En El Hakk’ (Hakk’tan ibaretim) derken insanın tanrının zerresinden oluştuğunu savunur ve insana yapılan her türlü haksızlık ve zulmü aynı zamanda tanrıya yapılmış bir hakaret olarak görürler. Bu monarşi için kabul edilmez bir kuraldır. Bir hükümdar için bunu tasvip etmek; zorbalığı, zulmü, köleliği, sınıf ayrımını dolayısıyla, insanı aşağılamayı reddetmek demektir. Belki bir kısım esnek idarecilerde bu durum sempati uyandırsa bile bu kez dini kesimde hararetli tartışmalar başlayacaktır.

Bir kere Aleviler ‘En El Hakk’ demiştir. Bunun Arapça da tam karşılığı ‘ben tanrıyım’ demektir. Şu halde Alevilerin katli vaciptir.

Hal bu ki Alevilerde ki kasıt; dünyadaki tüm insanlar Yaratan’ın zerresinden oluşmuştur. Bu zerre, içindeki Öz’dür. ‘Dört kapı kırk makamı aştığın vakit insan-ı kamil olur sırra erersin. Nedir bu kapılar;
Şeriat Kapısı: İman, ilim, ibadet, haramdan kaçmak, ailesine faydalı olmak, zararsız olmak, Peygamber emirlerine uymak, şefkatli olmak, temiz olmak, yaramaz işlerden sakınmak.

Tarikat Kapısı: Tövbe etmek, mürşidin isteğine uymak, temiz giyinmek, iyilik için savaşmak, ümitsizliğe düşmemek, ibret almak, nimet dağıtmak, özünü fakir görmek.

Marifet Kapısı: Edeb, bencillik kin garezden uzak olmak, perhizdarlık, sabır ve kanaat, utanma, cömertlik, ilim, hoşgörü, özünü bilmek, ariflik.

Hakikat Kapısı: Tevazu, kimsenin ayıbını görmemek, yapabileceği hiçbir iyiliği esirgememek, Allah’ın her yarattığını sevmek, tüm insanları bir görmek, birliğe yönelmek ve yönetmek, gerçeği gizlememek, Mana’yı bilmek, sırrı bilmek, Allah’ın varlığına ulaşmak.

Görülüyor ki; yobazların dediği gibi dinin bir yere gittiği yoktur aslında. Ve belki onlar da bilmektedir bunları ancak yazılmayan şeyler vardır ortada.

Mesela Alevilerde harem selam uygulaması yoktur. Çünkü kadın erkek herkes eşittir. Hem de Cumhuriyet’ten yüzlerce yıl evvelden beri. Bu şerii hükümlere uymamaktadır. Olacak iş de değildir zaten. Kadın ve erkeğin bırakınız aynı mekanda ibadet etmesi, erkeğin yanında ses çıkarması saçının telini göstermesi bile hakarete uğramasına sebeptir, sebep olmalıdır. Üstelik Alevilerde hiçbir ibadet cennet vaadine mahsup yapılmaz. Ortada bir borç alacak durumu yoktur. Cehennem şantajının hele konusu bile geçmemektedir. Yeter ki adap ve erkana uyulsun. Allah’tan korkulmaz Alevilerde, Allah sevilir. Bütün ibadetler de, Allah korkusundan değil, O’nun sevgisinden yapılır.
Ne çare ki; o dönemlerde insanlara eşitliği, hakkı, adaleti öğütleyen bu topluluk, yönetim için tehditten başka bir şey değildir. Tez elden hurafeler üretilmiş. Cahil, okumaz yazmaz halk, bu menşei bellisiz hurafelerle kışkırtılmış ve insanların üzerine salınmıştır. Toplumdan soyutlanmaları için ne gerekliyse yapılmış icabında katledilmiş, sürülmüştür.

Tabii bu bir çare halkın sözüm ona destekçileri de yok değildir. Bu fırsatçılar, mal bulmuş mağribi gibi onları kendi çıkarlarını kollamak amacıyla yandaş olarak kullanmaya kalkmaktan geri durmamıştır. Zaman içinde ülkede örgütlenen çeteler, devletten istediğini koparamayan asi gruplar, Aleviler arasından tavladıkları birkaç kişinin adıyla bütün bir milleti karalamakta tereddüt etmemiş, kendi yaptıkları zulüm ve ahlaksızlıkları da bu mimlenmiş insanlara yıkmaktan çekinmemiştir.

Kaldı ki Alevilerin esasında hiçbir yönetim biçimiyle sorunları olmamıştır. Tek bir istek vardır ortada. O da anlaşılmak. İbadetlerini özgürce yapabilmek, gelenek ve örflerini inançlarıyla nesillerine aktarabilmek… Bütün mesele budur. Bunun için ne ayrı bir ülke, ne para, ne ayrıcalık istemişlerdir. Tek dilek eşitliktir.
Hal böyle böyle iken, Cumhuriyet de dahil, hiçbir yönetim biçiminde Aleviler ikinci sınıf insan muamelesinden kurtulamamıştır. Şahlıkta, padişahlıkta, beylikte ne ise Cumhuriyette de düzen, istismar, katliamlar bir nebze hız kesmemiştir.

1923 de Cumhuriyet ilan olmuş, 1931 de (Alevilerin nerelere sürüleceğini listeleyen) Dersim İskan raporu başbakana sunulmuştur. Hemen başlatılan insanlık dışı tasfiyeler amacına ulaşmış, yüzlerce insan iskan bölgelerinde açlık tecrit ve aşağılanmaya maruz bırakılmıştır.

O dönem meclise sunulan raporlara ve mecliste yapılan konuşmalara bakarsanız hep bir ağızdan söylenen şu sözleri işitirsiniz. ‘Dersim acilen insansızlaştırılmalı, Alevi halk; sunni ve Türkmenlerin yoğun olduğu illere gönderilmeli, komşu illerin sunni köyleriyle birleştirilerek sınırları değiştirilmeli, Tunceli adıyla askeri bir Valiye bağlı bir il haline gelmelidir. Öyle bir vali olmalıdır -ki oldu da, adeta koloni cumhuriyetindeki bir rütbeliye eş değer yetkilerle donatılmalıdır -ki donatıldı da. Bu, dağlarda yaşayan ilkel halk(!) bir an önce modern dünyayla tanıştırılmalı, kendilerine unutturulan Türkçe ve Türkçülük yeniden öğretilmelidir.’ Hal bu ki; o dönemde Aleviler arasında, tüm Anadolu da konuşulandan daha fazla Türkçe konuşulmaktaydı!

Monarşiyle idare edilen yönetimlerde Aleviliğin Hümanist duruşu yok edilmelerine bahane iken, Cumhuriyet’te de aşiret hiyerarşisine sahip oluşu tehdit unsuru olarak görülmüştür. Despot aşiret reislerinin halkı istediği gibi yönlendirdiği, zulüm ettiği, faşist derebeyleri gibi halkın emeğini gasp ettiği gibi düşünceler Aleviliği bu kez de ortaçağdan gelmiş bir güruh şekline sokmuştur.

Gelin görün ki Alevilikte adı geçen aşiretler tarikat geleneğine dayalı bir sınıflandırmadır. Pirlik, Raiberlik, Taliplik sıfatlarıyla nitelenen bu kişiler peygamber(ocak) sülalesinden gelmektedir ve tarikat çatısında veya bağlı oldukları dergahta az önce saydığımız dört kapı kırk makam öğretisini yaymak ve uygulamakla yükümlüdürler. Onun dışında yine bu aşiret büyüklerinin kontrolünde, Cem evlerinde yapılan ibadetler yönetilir, sorunlara çare aranır, husumetler giderilir kısaca insanlar arasındaki iletişime aracılık edilir. Yolsa hiçbir aşiret reisi ve ya tarikat erbabı, bir başka Alevi üzerinde baskı kurmamış, hak iddia etmemiş, canına malına kast etmemiştir. Haliyle Alevilerde raiber, pir ve ya talipten korkmamış, saygı ve sevgi duymuştur. Bir dedenin müridine vereceği en büyük ceza ‘düşkün’ ilan etmektir ki onu da tek başına vermez. Cem meclisinde tüm halkın katılımıyla sağlanır ki Alevilikten soyutlanmak demektir.

Yani öyle filmlerde gördüğümüz despot sadist ağalarla, aşiretlerle uzaktan yakından alakası yoktur. Ne hazindir ki bunu yalnızca Alevilerin kendisi bilmektedir.

Gerçi çok geçmeden Alevilerin hümanist yani insancı duruşu, sürgün yerlerinde tanışılıp yakınlaşma sağlanmış diğer halkla da bütünleşince biraz da olsa anlaşılmaya başlanmıştır. Ancak bu kez de küresel sosyalizm dünyaya yayılmaya başlamıştır. 1948’de yayınlanan insan hakları bildirgesi adeta günümüz sosyalistlerinin yegane ilkesi olmuştur. Ee ırkçılığı sağcı faşistler kapınca, insan hakları savunuculuğu da solcu komünistlere düşmüştür. Peki Aleviler ne olacaktır? Aleviler bir şey olmak istememektedir. Onlar sadece ibadetlerini özgürce yapmak istemekte, devletin ibadette taraf olmaması gerektiğini düşünmektedir. Ama solcular inatçıdır. Hümanist olan Aleviler değil midir? Evrensel insan haklarını savunanlar sosyalist ise Aleviler insancılık ilkesiyle solcunun önde gidenidir. Demek ki her Alevi aynı zamanda solcudur.

Buyurun bakalım. Dincisi, yobazı, antifeodalisti derken bir de sağcılar çıkacak karşılarına? Demek ki ne vakit bir sağ sol çatışması olsa en önce Aleviler asılacak kesilecek –ki öyle de oldu. Bakınız Maraş, Fatsa, Çorum, Malatya… Bunlara yobazların dini bahane ederek saldırmaları da eklenince, bakınız Sivas…

Hal bu ki Alevilerin tek derdi anlaşılamamak olmuştur. Özgür ibadet, dinden arınmış bir devlet. Hepsi budur. Biri demokrasi biri laiklik… Bin yılı aşkın bir süredir bunca kıyımı, katliamı, işkenceyi, sürgünü, fişlenmeyi, tecrit ve aşağılanmayı katlanılabilir kılan tek şey, işte bu dilek ve bir gün adaletin yerini bulacağına olan inançtır.

Alevilik tasavvufa adanmış bir yoldur hanımlar beyler. Bu son derece zorlu, bir o kadar da erdemli bir yoldur.
Her zaman söylediğim bir söz vardır ki bir insanı özgürleştirmenin yolu o insanı anlamaktan geçer. Ne zaman bir kişinin meramını anladın o dakika bir insanı özgürleştirdin demektir.

Alevilerin tek derdi bu olmuştur işte yıllarca. Anlaşılmak. Yıllar hatta yüzyıllarca uğraşmışlardır bunun için. Kendilerini anlatabilmek için.
Ne çare ki bir insanın anlaşılabilmesi, ancak, karşısında ön yargılardan, uydurma hikaye ve hurafelerden arınmış dinleyici ve ya dinleyicilerle mümkündür.
Böyle bir dinleyici gerçek bilgiye ulaşmak ve yalnız gerçeği öğrenmek maksadıyla bir soruverse bilene, bir kurtulmak istese etrafına sıvanmış kabuktan… Ama nerede?

http://www.ulusalgundem.net/index.php?option=com_content&view=article&id...

zazalar kürttür

degerli arkadaşlar sizde biliyorsunuz ki bu devlet zamanında kürtleri yok etmek istemiştir ama kürtler ayakta kalmıştır bunu başaramayan devler şimdide zazalar ayrı kürtler ayrı diye ortaya tez atmıştır son yıllarda ise bunun da etki etmediğini gören devlet sonunda kürt sorununu gerçekten çözmeye çalışmıştır(en azından denemiştir) zazaca kürtçenin şivesidir kürtçe dediğimiz dil kurman zazaki sorani ve gorani den oluşmaktadır kurmancların sayısı çok olduğundan kürtçe olarak kurmanci kullanılmaktadır zazalatrda kürttür...

ZAZALAR KÜRT DEĞİLDİR

DEĞERLİ ARKADAŞIM DİYEMEYECEĞİM ÇÜNKÜ DEĞER BİLMEYEN DEĞER VERMEYEN BİR YAPINIZ VAR ZAZALAR KESİNLİKLE KÜRT DEĞİLDİR. SEN BİR KÜRT OLARAK ZAZACANIN HANGİ KELİMESİNİ BİLİYORSUN, BİR KERE ŞİVENİN ANLAMINI BİLİYORMUSUN Kİ ZAZACA KÜRTÇENİN ŞİVESİDİR DİYEBİLİYORSUN, HADİ ORDAN ZAZALAR KÜRTMÜŞ, ZAZALAR BU OYUNA ASLA GELMEZ.

Zazalar-Kürtler

Zazalar'ın Kürt olduğunu iddia etmek bana Kürtlerin Türk olduğu iddia etmek gibi geliyor. Ne kadar tanıdığım Zaza varsa kendisine Kürt denmesini istemez. Kürtler Zazalar'ı genelde hor görür. Bir zamanlar Türklerin Kürtlere yaptığı gibi...

Zazalar'ı Kürtleştirmek veya Türkleştirmek,etnik kimliklerini yok etmeye çalışmak gereksizdir. Önemli olan, o kimlikleriyle birlikte Türkiye'de eşit yurttaş olabilmeleri sorunudur.

zaza zaza'dır

iran'da farisiler ve türkler son 1000 yıldır tüm çabalara rağmen tek millet olamamışlardır.

farsça ayrı bir lisan türkçe ayrı bir lisan olarak kalmıştır. Ancak içinde azeri motifleri çok yüksek olan iranın kültürel etkisi 600 yıldır anadolunun güneydoğusunu içine alan bölgede hissedilmiştir. Bu kültürel etki, bölgede kullanılan lisanlarda ve törelerde tezahür etmiş, bu şekilde kendini göstermiştir.

Örneğin aktüel (bugünkü) kürtçe, zazaca, asurice, keldanice, aramice dillerinin septik ve semantik yapıları üzerinde farsçanın ve türkçenin çok önemli etkileri olmuştur. Bölgenin hakim dillerinden olan arapça, sayılan küçük diller üzerinde türkçe ve farsça kadar etkili olamamıştır. Bunun izahında belki siyasi-askeri tarihin etkisi ağır basacaktır.

Zazaca kürtçeden bağımsız/ayrı bir lisandır, bu iki lisanın yakınlığı ancak türkçeye olan yakınlıkları kadardır.

Vesselam, bölgede farklı bir millet olduğu veya türklerin bir boyu olduğu iddia edilen zazaların kürt olduğunu iddia etmek, kürtlerin türk olduğunu iddia etmek gibi bir durumdur.

yoruma eklenti...

Yoruma küçük bir eklenti yapmak istiyorum: Makalenin ana fikri olan "Zazazalar Kürt değildir" önermesini destekleyerek, bir Zaza dostumun bu konudaki sözlerini aktarmak istiyorum;
"Makalede Zazaların sadece Anadolu'da yaşadığı söyleniyor. Bu fikir kesinlikle yanlıştır.
İran'da Hazar denizinin güneyinde yaklaşık 1 milyon zazaca konuşan halk vardır.
Zazalarla Kürtler dil açısından kesinlikle farkılıdır. Kültür açısından da çok farklıdır.
Yaşam anlayışımız dünya'ya bakışımız, sağlık, temizlik, aile, kültür hayatımız, değerlerimiz, çok ama çok farklıdır.
Zazalar (etniste dışında hayat akışı itibarı ile) kürtlere kız vermek istemezler, onların ürünlerini yemek istemezler vs. vs. Kürtler de Zazaları kaba ve gaddar olarak tanımlarlar. Zazacayı asla öğrenemezler.
Yaşam bölgeleri sınır olmasına rağmen Zazalarla Kürtler su ile yağ gibidirler.
Tüm bu coğrafyada Kürleri kuşatan bölge tamamen Zazalarla çevrilidir... Bu durum kesinlikle tesadüfi değildir. Kanatimce Osmanlının ayaklanma bastırmasına yönelik bir devlet politikasıdır"

zaza mılletıne

ben türküm ve kürtlerın hala zazaları kendılerınden oldugunu ıdda etmelerı kendı çıkarların dogrultusunda kullanmak istıyorlar ondan dolayı bölgede kürtler kadar zazalarda bulunmaktadır ve zazalar aslında farslılarla aynı soydan gelmektedır kürtlerle uzaktan yakından alakası yoktur bır zaza ıle bır kürtün biyogrfık anlamda bıle farklı oldugunu gözü gören bır kışı anlar said rıza ayklanmasını kürtler kendılerınmiş gibi algılıyor said rıza ayaklanması bır zaza alevı ayaklanmasıydı içlerınde 1 tane bıle kürt yoktu ve şunuda unutmayalım 1517 yılınma yavuz sultan selim zamanında sah ısmail savaşında katledılen alevı zazaların katledenler arasında sunnı kürtler ve türklerde vardı kürtler ö günlerı ne çabuk unuttu ben türk olmama ragmen bu şekıl olaylara karşıyım bır ınsan dını ınancından dolayı öldurulmesı ınsanlıga sıgmayn bışey ve o zamanki katlıamda bırçok zazanın elınden alınan toprak sunnı kürtlere verıldı bunuda unutmayın ve türkmen olupta zazacayı bılen alevilerde vardır bunun nedenı 1517 den sonra kendı soydaşını dını inancından dolayı katleden osmanlıya karşı küsen türmenler zazacayı ögerendı

Zazalar-

Bu tür bir makeleyi daha öncede okudum. Bu konuda Alman Dilbilimcilerinin yaptığı çalışmalarda var. Oradaki çalışmalar zazaca farklı bir dil ailesinde geliyor. Kürtçe farklı bir dil ailsinden geliyor... UNESCO zazacayı farklı dil olarak kabul edip yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan dil olarak kabul ediyor. Devlet hala bir şive olarak(Yanlış) biliyor...

 Zazaca sadece grammer olarak değil, zazaların kültürleri, yaşam tarzları da farklı. Zazaların uzun bir zaman önce Lübnan dan İran a ordanda Bingöl, dersim civarına göç ettiği söylenmektedir. Daha sonra büyüyen aşiret Palo, Kulp, Ergani, Hazro, Çermik ve Siverek e kadar yayılmışlardır. Siverek ten ileride zazalar bulunmamaktadır. Bir kısmı ise Aksaray ve Çorum a göç ettirilmiştir....

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.