Yolun Sonu

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Hayri GÜNEL

Artık iyice dağıldılar ve bu yüzden her türlü dengeleri bozuldu.

Erzincan Başsavcısı Cihaner tutuklandığında “adalete güvenecek ve saygı duyacaksınız” diyen Recep Tayyip Erdoğan, Başsavcı tahliye edilince küplere binerek, yargı kararı hakkında ağzına geleni söylüyor.

“Balyoz Darbe Planı” davasından yargılanan neredeyse hiçbir tutuklu kalmadı. Bu dava nedeniyle tutuklanıp sonradan tahliye edilen Orgeneral Çetin Doğan AİHM’e gitmeye ve Hükümeti çok yüklü bir tazminat ödettirmeye hazırlanıyor.

Son asker ölümlerinden sonra medyayı PKK yandaşı, PKK’yı İsrail taşeronu ilan eden Recep Tayyip Bey, “Açılım fiyaskosu”nun geldiği noktanın temelden biçimlendirdiği suçluluk psikolojisi ile iyice çığırından çıkmış bir yönetim ekibinin başında yer alıyor.

İsrail restleşmesi nedeniyle bir dizi temas ve görüşme için ABD’ye gönderilen AKP’li bazı milletvekillerin, Amerikan yönetimince nasıl burunlarının sürtüldüğü bir haftadır dillerden düşmüyor.

Öte yandan İran, Brezilya ve Türkiye arasında imzalanan “Takas Anlaşması” beraberliğinden Brezilya’nın aniden çekilivermesi Recep Tayyip Bey’e taşıyamayacağı bir yük daha bindiriyor ve kendisiyle birlikte hem hükümetini ve hem de Türkiye’yi uluslararası kamuoyu önünde tarifi imkansız bir biçimde yalnızlığa itmiş oluyor.

Bu arada bir şeyi atlamamamız gerekiyor.

Ergenekon davası nedeniyle tutuklanan, evleri ve işyerleri didik didik aranan, gözaltına alınıp serbest bırakılan ve sonra yeniden gözaltına alınıp tutuklanan, fakat süreç devam ederken maddi ve manevi koşullar ve dayatmalar nedeniyle hayatlarını kaybeden;

Kuddusi Okkır, Profesör Doktor Türkan Saylan, Yarbay Ali Tatar, Erhan Göksel ve son olarak da İlhan Selçuk’u hiç unutmayın olur mu?

Recep Tayyip Bey ve ekibi galiba yolun sonuna geldiler. Bundan önceki yazımda bu ekip için “Keşan’dan öte yol yok mu?” diye sormuştum. Galiba artık yok!

TBMM BAŞKANI MEHMET ALİ ŞAHİN

8 askerin öldürülmesinin hemen ardından “Genelkurmay’dan tatmin edici açıklama bekliyorum” deyiverdi. Gelen tepkilerin artması nedeniyle “TBMM Başkanı olarak bunu söylemek durumundaydım. Kimse lütfen alınmasın, darılmasın.” diyerek çark etti.

İşte bu Mehmet Ali Şahin’le ilgili bir iddia dillendiriliyor bugünlerde.

Birkaç gün önce PKK’nın şehir örgütlenmesi olan KCK’yla ilgili iddianame açıklanmıştı. Bu iddianamede, dönemin Adalet Bakanı Şahin’e de yer veriliyor ve DTP’lilerle yaptığı bir görüşmenin ses kaydından söz ediliyordu.

Bu ses kaydına göre, Öcalan’ın saçlarının kesilmesiyle ilgili olarak DTP’liler Şahin ile görüşmüşler ve bu görüşmede Şahin DTP’li milletvekillerine “Benim haberim kesinlikle yok… Gerekirse görevden alacağız” demiş. Ardından Öcalan’ın hücresine televizyon isteyen DTP’lilerin bu talebi karşısında Mehmet Ali Şahin sessiz kalmış ve “Bazı konularda bazı şeyler yapmak istiyoruz, ama durumları da biliyorsunuz” diyebilmiş.

AKP hükümetinin yönetememe krizinin kaçınılmaz sonuçlarından sadece biri olan asker ölümleriyle ilgili olarak “Genelkurmayın hesap vermesini” isteyen ve böylece “yavuz hırsız” pozisyonuna düşen TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, DTP’lilerle böyle bir görüşme yapıp yapmadığını ayrıntılarıyla ve “tatmin edici” bir biçimde kamuoyuna açıklayacak mı?

Hiç sanmıyorum!

“ULUSLARARASI BİR KURGU”

Dağlıca baskınından birkaç gün sonra 8 askerin kaçırıldığı ortaya çıkmış, DTP’li milletvekilleri Kandil'e giderek PKK'lıların gövde gösterisiyle o askerleri “teslim” almıştı. Giden grubun başında Aysel Tuğluk vardı. Bu gelişmeyle ilgili olarak Aysel Tuğluk 28 Kasım 2007 tarihli Yeni Şafak gazetesine verdiği röportajda “Tamamen o gençlerin hayatıyla ilgili kaygı duyduğum için gitmek gerektiğini düşündüm. İnsani bir refleksti. Ancak giderken duyduğum bu heyecanı, orada uluslararası bir kurgu olduğunu fark ettiğimde yitirdim. Ne ABD'nin ne de bu işe karışmış diğer güçlerin uluslararası çıkarlarına bulaşmak istemezdim.” demişti.

Ama bu röportajdan sonra Aynı Aysel Tuğluk, o sözünü ettiği “uluslararası kurgu” lafını her ne hikmetse artık, bir daha hiç ağzına almadı. Hiç unutmuyorum, Tuğluk’un bu röportajını bilgisayarımdaki arşive kopyalamıştım.

Dağlıca baskınından birkaç gün sonra Fatih Çekirge’ye açıklamalarda bulunan üst düzey bir ordu mensubunun söylediklerini de arşivime eklemiştim. “Dağda yaşamak kolay değildir.” diyordu o üst düzey asker ve ekliyordu; “Bunlar özel eğitim almışlar. Belki de içlerinde başka uluslara ait özel unsurlar var.”

Daha sonra, dönemin ABD Başkanı George Bush ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir araya gelmiş ve kamuoyuna yapılan açıklamada, genelde PKK’nın tasfiyesine yönelik 10 maddelik bir mutabakattan söz edilmişti. Maddeler arasında Barzani ve Talabani ile yakınlaşma ve işbirliği de vardı. Bugüne kadar PKK’nın tasfiyesi dışında bütün maddeler ve talimatlar hükümet tarafından neredeyse birer birer yerine getirildi.

Aysel Tuğluk’un açıklamalarını, o üst düzey ordu mensubunun sözlerini ve Bush’un talimatlarını yan yana getirin ve hemen ardından… ABD’nin elinde bunca oyuncak haline gelmiş bir hükümet tarafından yönetilmek içinize siniyor mu, sorusuna cevap arayın ve lütfen böyle yönetilmeyi hak edip etmediğinizi sorgulayın kafanızın içinde.

Yani ilk ama, o en büyük çıkış adımını atın artık. Haydi!

GEMİ GELİR YANAŞIR, İÇİ DOLU (KİRLİ) ÇAMAŞIR

Hani hep “gemicik” deyip durduk ve bu işin sadece Başbakan’ın oğluyla sınırlı olduğunu zannettik ya, kazın ayağı öyle değilmiş. Buyurun bir bakın isterseniz.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırım, Ankara feribotunun acenteliğini yapan firmanın sahibi, tek biletçisi. Her şey onda başlıyor ve onda bitiyor. Osman Pepe’nin iki oğlunun iki tersaneleri ve üç de gemileri var. Deniz Feneri davasından Almanya’da tutuklu bulunan Mehmet Gürhan, Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırım’ın ortağıymışçasına yakınında olan Mehmet Koç’un iteklemesiyle Riga’da 1 milyon 150 bin Euro’ya bir gemi satın alıyor ve peşinatlar Deniz Feneri Derneği’nin topladığı yardımlardan ödeniyor. Sonra Gürhan gemiyi satıyor ama Deniz Feneri’nden çıkan paralar yerine konmuyor. Recep Tayyip Bey’in oğlu Ahmet Burak Erdoğan, bacanağı olan Zekeriya Karaman’ın oğluyla beraber MB Denizcilik’i kurup Safran 1 isimli gemiyi satın alıyor.

Türkünün nakaratı nasıldı bilirsiniz:

“Hani Benim Recebim Recebim / Sarı Lira Vereceğim /

Almazsa Karakola Gideceğim”

Sevgiyle kalın… Sevgiler bizden çünkü!


Hayri GÜNEL
iletisim@Politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.