Türkiye’de Demokrasinin Temelleri ve Son Durumu (I)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet ÇAĞIRICI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
14.04.2012

Türkiye Cumhuriyeti ve M. Kemal Atatürk’ün taşıdığı büyük değer

Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme karşı insanlık tarihinin ilk ulusal kurtuluş mücadelesinin bir ürünüdür. Kurucusu, önderi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye için sadece emperyalizme karşı bir mücadelenin sembolü değildir. O aynı zamanda bağımsız, çağdaş, ileri, aydınlanmacı, modern bir Türkiye'nin de kurucusu ve mimarıdır.

Denebilir ki Mustafa Kemal Atatürk adeta Türk ulusunun bir kişide vücut bulan, somutlaşan tarihsel sembolüdür. M. Kemal Atatürk ‘süz bir Türkiye Cumhuriyeti düşünülemez bile!

Ancak içinde yaşadığımız bu son zamanlarda ülkemiz Türkiye kritik bir dönemeçten geçmektedir. Türkiye 9,5 yıldır dünya egemenliği oluşturmaya çalışan emperyalist güçlerle işbirliği içinde olan AKP iktidarının yönetimindedir. AKP, ABD ve AB emperyalistlerin desteğinde, bütün siyasi beceri ve gücüyle M. Kemal Atatürk'ün yarattığı bu eseri adım adım parçalamaya ve tasfiye etmeye çalışmaktadırlar. AKP, Türkiye'nin Atatürk devrim ilkelerine dayanan temel siyasi kurum ve kurallarını değiştirmeye; yargı ve güvenlik alanında, ekonomide, bilimde, eğitimde kısaca tüm ulusal bünyemizde kendi işbirlikçi, gerici otoritesini pekiştirmek için, Türkiye Cumhuriyeti'nin çimentosu olan M. Kemal Atatürk'ün devrimci ilkelerini silmeye, Türk ulusal birliğini çatlatmaya çalışmaktadır.

AKP'nin iktidar döneminde Türkiye Cumhuriyetinin özü, geçmişi, kökü olan Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihine ve nihayet Türk ulusunun somut kimliği sayılan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük önderi M. Kemal Atatürk'ün bizzat kişiliğine sistematik bir biçimde saldırılmakta; ona utanmadan bizzat onun kurmuş olduğu mecliste "Diktatör" veya "Katliamcı" deme cüreti dahi gösterilmektedir.

Genel Olarak Demokrasinin Temelleri ve “İleri” Demokrasinin ilkeleri

Demokrasi bir yönetim biçimidir. Yunancada "Halk Yönetimi" veya "Halk Egemenliği" anlamına gelen demokrasi, insanlık tarihinde ünlü 1789 Fransız devrimi ile büyük bir çıkış yakalamıştır. Fransa'da atılım yapan demokrasi 18.yy’dan itibaren bütün Avrupa'ya ve Kuzey Amerika'ya yayılmıştır. Demokrasi dünyada ikinci büyük atılımını II. Dünya savaşının bitimiyle yapmış; o tarihten itibaren Avrupa'ya egemen olan faşist ve dikta rejimleri yerlerini demokrasiye bırakmak zorunda kalmıştır.

Türkiye’nin klasik anlamda demokratik yönetime geçişi ise 1946 yılından itibaren çok partili bir sistemle yapılan seçimlerle olmuştur.

Ünlü 1789 Fransız devrimi göstermiştir ki bir ulus veya halk yönetim biçimi olarak demokrasinin temel dayanağı örgütsel olarak meclis veya parlamentolardır. İdeolojik olarak ta demokrasi

·         Özgürlük,

·         Eşitlik ve

·         Kardeşlik

İlkeleri üzerinde yükselmektedir. O halde bir ülkede gerçek bir demokrasinin varlığı veya yokluğunda ve de demokrasinin kalitesini ölçmede yukarıda saydığımız unsurlar elimizdeki ana ölçütlerdir.

Bir yönetim biçimi olarak demokrasi bir takım kurum ve kurallardan oluşur.  Değişik tarzlarda demokrasiler vardır. Demokrasi, doğrudan halkın aldığı karar veya oylamalarla (Referandum veya Halkoylaması) ile uygulandığı gibi halkın seçtiği vekiller aracılığı ile uygulanır. Vekiller üzerinden uygulanan demokrasiye temsili demokrasi denir. Yeryüzünde en yaygın olan demokrasi temsili demokrasidir; çünkü bu tarz demokrasinin uygulanması pratiktir.

Temsili demokrasinin çekirdeği, özü halk tarafından seçilen vekillerden oluşan parlamentolar veya meclislerdir. Bir siyasi yönetim biçimi olarak farklı kurum ve kurallardan oluşan demokrasinin içeriği ise meclislerde vekiller tarafından temsil edilen sınıfsal çıkarlardır. Sınıfsal açıdan kapitalist bir ülke demokrasisi, mecliste burjuva çıkarlarını savunan partiler ve vekiller ağırlıkta olduğu için, bir burjuva demokrasisidir. Gerçek bir halk demokrasisinde vekillerin büyük çoğunluğunun emekçi halkın temsilcileri olması gerekir.

Biçimsel boyutta her demokrasinin olmazsa olmazları düşünce, ifade, gösteri, basın, örgütlenme, inanç, vicdan, kişilik vs. özgürlükleri; ulusal birlik, laiklik ve kadın-erkek eşitliği temelinde yükselen eşitlik ve de kardeşlik ilkeleridir. Bu temeller üzerinde inşa edilen, gelişmiş veya ülkemizde moda olan deyimle “ileri” demokrasinin ana ölçütü ise sistem veya rejim olarak demokrasinin kendi kendini koruyan, yozlaşmasını önleyen ve kendi bakımını sağlayan otokontrollü niteliksel yapısıdır.

Siyasi güç yönetiminin halk veya ulus egemenliğini,  halk veya ulus iradesini yansıtmasının; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi demokrasinin temel ögelerinin güvence altına alınması demokratik rejimlerde ancak bazı temel denetim mekanizmalarının, ilkesel kurum ve kuralların yerine getirilmesiyle olanaklıdır.

Kişisel veya oligarşi dikta yönetimini engelleyen, çoğunluğun iradesini belli bir süre için geçerli kılan, bununla birlikte azınlığın haklarını koruyan, katılımcı ileri demokrasinin kendi kendini denetlemesini, korumasını sağlayan ilke ve kuralları ise şunlardır:

·         Temsilde adalet

·         Erkler veya güçler ayrılığı

·         Hukukun Üstünlüğü

·         Denetlene bilirlik

·         Temsilcilerin Hesap Verme Yükümlülüğü

·         Yönetimde Alınan Karar ve Yasalarda Saydamlık

M. Kemal Atatürk Gerçekten bir Diktatör müdür?

Demokrasinin temelini oluşturan ögeleri ve “ileri” demokrasinin ana ölçütlerini ortaya koyduktan sonra, şimdi bu kıstasların ışığında ülkemizdeki var olan demokratik yönetimi daha yakından inceleye biliriz.

Türkiye siyasal özgürlük alanında ilk büyük devrimini 1908 te yapmıştır. O zamana kadar mutlak bir Sultanlık ile yönetilen Türk toplumu; fikir, basın, örgütlenme vs. alanlarında yeni ve geniş özgülüklere kavuşarak, kurulan meclis-i mebusanla birlikte devletin siyasi yönetimini padişahla paylaşmaya başlamıştır.

Ancak, cumhuriyet tarihimiz yakından incelendiğinde, kendisine bugünlerde "diktatör" iftirası ile çok sık saldırılan, çağımızın önde gelen ilerici, devrimci devlet damlarından biri olan M. Kemal Atatürk'ün; bir ülkede demokrasinin olmazsa olmazı olan bütün temel unsurlarını; kendisinin önderlik yaptığı devrimlerle Türkiye'ye yerleştiren, kısaca Türkiye'de demokrasinin temelini atan bir siyasetçi olduğu görülecektir. Yani Atatürk devrimleri olmadan ülkemizde asla bir demokratik rejim kurulamazdı!

Türkiye'de Demokrasinin Temelleri

Türkiye'nin demokratik bir meclise kavuşması; büyük ölçüde siyasi özgürlükler, siyasi eşitlik ve kardeşlik ortamının yaratılması, antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşı sonrası 1923 Cumhuriyet devrimleri ile olmuştur.

1924 Anayasası'nda temel hak ve Hürriyet'in tanımı nerdeyse 1789 Fransız devrim bildirisindekinin aynısıdır. 1924 Anayasası bu hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ve sınırlandırılmasının biçim ve koşullarının belirleme yetkisini TBMM'ne bırakmıştır.

Günümüzde gelişmiş veya  ”ileri” demokrasinin koşul ve özellikleri sayılan çok partililik, adil temsil, kuvvetler ayrılığı vs. gibi bazı ögelerin henüz yer almadığı, tek partili bir sistemle yönetilen cumhuriyetin başlangıç döneminde; M. Kemal Atatürk'ün öncülüğünde demokrasiye giden yolda atılan en büyük adım, 23 Nisan 1923 tarihinde TBMM’nin açılışıdır. Daha sonra adım adım, inkılap yasalarıyla siyasi özgürlükler genişletilmiş;  sonradan çok partili demokrasiye en sağlam temel oluşturacak en büyük atılım ise Eşitlik ilkesi doğrultusunda yapılan devrimci dönüşümler olmuştur. Cumhuriyetin başlangıcında Eşitlik ilkesi doğrultusunda yapılan devrimleri ideolojik açıdan üç kategoride toplaya biliriz:

1)Milliyetçilik: 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde ve Atatürk İlkelerinde de belirtilmiş olan, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin, ulus tanımını dil, kültür ve siyasi birliktelik gibi değerlere dayandıran yurt ve ulusseverlik anlayışıdır. M. Kemal Atatürk Türk milletini “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye tanımlamıştır.

Ulusal(milli) egemenlik, tek meclis ve kuvvetler birliği ve meclisin üstünlüğü prensipleri, 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndan alınmış ve geliştirilmiştir. 1924 Anayasası, egemenliğin yalnızca millete ait olduğu ve ancak TBMM tarafından kullanılacağı temeline uygun olarak hazırlanmıştır. Kayıtsız ve şartsız ulus egemenliği düşüncesinden hareket eden Anayasanın siyasal sistemi, böylece devlet içinde Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunan; tek kuvvet, tek meclis ilkesine dayanmaktadır.

Modern, çağdaş demokrasi açısından 1924 Anayasası, 1921 Anayasasından daha yumuşak bir kuvvetler ayrımına yer vermiştir. Milli egemenlik ve meclisin üstünlüğü sistemini geliştirmiş, Anayasa alanını daha geniş ve yaygın bir şekilde düzenlemiş, kamu özgürlüklerine geniş yer vermiştir.

Çağdaş demokrasilerin sağlıklı işlemesinde yurttaşların etnik, ırk bakımından devlet veya kamu karşısında eşitliği olağanüstü büyük bir önem taşımaktadır. Bu bakımdan Atatürk milliyetçiliği etnik ve ırk köken ayrımını yapmayan, yurttaşlara bu anlamda Eşitlik sağlayan bir milliyetçilik anlayışıdır.

2)Laiklik: 3 Mart 1924 tarihinde devrim kanunlarıyla hilafet kaldırılmıştır. Hilafetin kalkmasıyla birlikte Cumhuriyet Türkiye'sinde siyasetle dinin ayrılması bakımından en büyük adım atılmıştır. Çünkü Cumhuriyetle birlikte zaten sultanlık kaldırılmıştı. Cumhuriyete kadar bir devlet adamı olan sultan, halife olarak aynı zamanda İslam dünyasının en önde gelen bir dini lideri idi. Yani siyaset ve din içe içe idi. Böylece hem sultanlık hem de hilafet tasfiye edilerek din ile siyasetin birbirleriyle kesiştikleri bir kurum da tasfiye edilmiştir.

Türkiye’de eğitim alanında reform yapabilmek; millilik, laiklik, modernlik esaslarını uygulayabilmek için eğitim kurumlarının birleştirilmesine ihtiyaç duyulmuş; bu nedenle de "Tevhid-i Tedrisat" yasası 3 Mart 1924 tarihinde diğer devrim yasalarıyla birlikte yürürlüğe sokulmuştur.

1928 yılında 1924 Anayasası'ndan "Devletin dini İslam’dır." ibaresi çıkarılmıştır. Laiklik ilkesi 5 Şubat 1937 tarihinde 1924 Anayasasında yer almış ve ilke 1961 ve 1982 Anayasalarında da demokratik cumhuriyetin en önemli bir ilkesi olarak varlığını devam ettirmiştir

Nasıl ki Atatürk Milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında etnik ve ırk ayrımı bakımından eşitliği sağlıyorsa, aynı biçimde laiklik ilkesi de T.C. yurttaşları arasında din ve inanç açısından eşitliği sağlamak amacını gütmektedir. Dolayısı ile laiklik; eşitlik temelinde yükselen demokrasinin vaz geçilmez bir ilkesidir. Bu ilke de M. Kemal Atatürk tarafından toplumsal yaşantımıza yerleştirilmiştir. Kaldı ki Laiklik ilkesi, kadın haklarının da tam güvencesidir.

3)Kadın-Erkek Eşitliği: M. Kemal öncülüğünde 20 Nisan'da yürürlüğe giren 1924 Anayasası'nda kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte bir yandan modern bir devlet yapısı oluşturulması, bir yandan da toplumun çağdaş uygarlığa uyum sağlaması ve ülkede kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesi hedeflenmiştir. Bu hedefe ulaşabilmek amacıyla devrimler yapılmış, kadın haklarının yasal güvenceye kavuşturulabilmesinin ve geliştirilmesinin ise ancak laik hukuk düzenlerinde mümkün olabileceği düşüncesi bu devrimlere egemen olan ana fikir olmuştur. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte din kurallarına dayalı hukuk sisteminin terkedilmesi ve yerine egemenliğin ulusun iradesine dayandığı bir hukuk ve yönetim şeklinin benimsenmesi çok önemli bir adımdır.

Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında görülen Batılılaşma hareketiyle, kadınlara eğitimde ve aile içinde bazı haklar tanınmıştı. Ancak din kuralları ile yönetilen bir ülkede kadınların “yurttaş” olarak hak sahibi olmasından, tam bir kadın erkek eşitliğinden söz edebilmek mümkün değildi. Tıpkı günümüzde örneğin İran’da, Suudi Arabistan’da, Katar’da vs. gibi ülkelerde kadınların ailede ve toplumsal yaşamdaki konumları gibi, çağdaş uygar ülkelerinin çok çok gerisindeydi.

Henüz “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi”, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)” gibi uluslararası Sözleşmelerin dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde başta ailede, eğitimde, kılık kıyafette, siyasette olmak üzere aşağıda özetle değinilen devrimler yapılmıştır:

1924 Eğitim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Kanunu kabul edildi. Laik eğitim sisteminin kabulü ile kız ve erkek çocuklar eşit koşullarda eğitim görmeye başladılar.

1926 Türk Medeni Kanunu kabul edildi ve kadınlar da “yurttaş” olarak yasadaki haklardan eşit koşullarda yararlandılar. Yasada yer alan hakların kullanılması bakımından kadın ile erkek eşit haklara sahip oldular. Özellikle Aile Hukuku kurallarıyla, o tarihe kadar geçerli olan erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı “boş ol” demesiyle boşanabilmesi kaldırıldı. Tek eşlilik, resmi nikah zorunlu hale getirildi; kadınlar yasada yazılı nedenlerle ve mahkeme kararıyla erkeklerle eşit olarak boşanma hakkına ve velayet hakkına sahip oldular. Erkek çocuğa iki pay verilirken kız çocuğa mirastan bir pay verilmesi yerine, kız ve erkek çocukların mirastan eşit pay alması kabul edildi.

1928 Harf devrimi yapılarak, okuma yazma öğrenme kolaylaştı. Bu devrimden de en çok kız ve kadınlarımız yarar görmüştür.

1930 Kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.

1933 Kadınlar muhtarlık seçimlerinde (yerel yönetimlerin en küçük biriminde) seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.

1934 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle kadınlar milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.

5 Aralık 1934 tarihinde 1924 Anayasasının 10. ve 11. maddelerinde yapılan değişiklikle kadın erkek eşitliğini yaşama geçirmedeki kararlılık gösterilmiştir.

5 Aralık 1934 tarihinde 1924 Anayasası 10. maddesinde yer alan “On sekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir” hükmü; “Yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçmek hakkını haizdir” şeklinde değiştirildi.

Yine sadece erkeklere tanınan seçilme hakkının yer aldığı 11. madde de yapılan değişiklikle otuz yaşını bitiren kadınların da mebus seçilebileceği kabul edildi.

1935 yılında yapılan seçimlerde; henüz birçok Batı ülkesinde kadınların seçme seçilme hakkına sahip olmadığı bir dönemde, TBMM’ne 18 kadın milletvekili seçilmiştir.

Türkiye’de bu devrimlerin yapıldığı tarihlerde, henüz birçok Batı ülkesinde kadınlar seçme seçilme hakkına sahip değildiler. Örneğin, kadınlar Fransa’da 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, Belçika’da 1960 yılında seçme seçilme hakkına sahip olmuşlardır. Ancak, ülkemizde yasal eşitliğe rağmen, kadınlar daha sonraki yıllarda ve günümüzde de seçilme hakları önündeki engelleri aşamadılar. Bugün TBMM’de 550 milletvekilinin ne yazık ki sadece 50’si kadındır. Kadın kuruluşları Seçim ve Siyasi Partiler Yasalarının kadınlara fırsat eşitliği tanıyacak şekilde değiştirilmesi bu yolda atılacak ileri bir adım olarak değerlendirmektedirler.

Kardeşlik konusuna gelince, M. Kemal Atatürk Milliyetçiliği, Laiklik ve Kadın-Erkek Eşitliği ilkeleri ülkemizdeki kardeşliğin en temel teminatlarıdırlar. Ülkemizi emperyalistlerin işgalinden Türk, Kürt, Çerkes, Arap vs. çeşitli etnik kökenden gelen, Alevi veya Sünni, İslam veya Hristiyan veya Yahudi vs. inancına sahip olan insanların dayanışması ve kardeşliği kurtarmıştır. Kurtuluş savaşının o ateşli günlerinde kadınlarımız en az erkekler kadar mücadeleye katılmışlardır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında; ülkemizde ilerdeki olgun ve sağlık bir demokrasi için gerekli olan en önemli koşullar yaratılmıştır. Ancak Cumhuriyetin eksik kalan, tamamlanamayan devrim ve reformları da olmuştur. Bu yapılmayan reformların içinde, ülkenin gelecekteki yazgısına damga vuran, ülkemizin demokrasi kültürünün gelişimini güdük, çarpık ve melez yapan en önemli ve yapılması hala çok zorunlu olan toplumsal reform, demokratik bir toprak reformudur.

Bütün bu eksikliklerine rağmen Cumhuriyet gelecek kuşaklara büyük ve zengin bir miras bırakmıştır. Hangi kökenden gelirse gelsin, ister Türk, ister Kürt olsun, İster Arap, İster Gürcü, ister inansın, ister inanmasın, ister Alevi, ister Sünni, ister Müslüman, ister Hristiyan, ister kadın ister erkek; bizler tarihte aynı kaderi paylaşmış olan emperyalizme karşı şanlı ulusal bağımsızlık savaşı vermiş olan Anadolu ve Trakya insanlarının evlatlarıyız.

Türk ulusu olarak birliğimizi ve vatanımızın bütünlüğünü koruyarak gelecekte de aynı kadere birlikte sahip çıkmamız, büyük bir çoğunluğumuzun bireysel ve toplumsal çıkarlarına en uygun olan nesnel bir gerçekliktir!  Gelecek kuşaklara; imar edilmiş, gelişmiş, bağımsız ve özgür, içinde her türlü inançtan, her türlü ırktan, kökenden, her türlü kültürden, her türlü cinsiyetten insanların eşit haklarla kardeşçe yaşadığı, sosyal ve ekonomik alanda da giderek eşitliğin sağlandığı demokratik bir Türkiye'yi ancak ulusal birlik, kardeşlik ve dayanışma içinde devredebiliriz.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.