Tacir Zihniyeti

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Hasan Arda Durğun
Yazının Yazıldığı Tarih: 
02.01.2009

 

 Tarih denen olgu insanları kaçınmaları gereken davranışlar hakkında sürekli uyarmıştır. Bir doktorun hastasını hastalık süresince uyması ve uzak durması gerekenler hakkında telkinde bulunması gibi. Fakat uygulamada bu iş ne kadar paralel gidiyor. Egolarımızı toplumun menfaatlerinin önüne koyarak aslında neyi yaptığımızı ne kadar anlayabiliyoruz. Optimal faydayı yakalayabilmek için ne kadar sistemli düşünebiliyoruz ya da düşünemiyoruz.

Bugün insanlık tarihini hangi kaynaktan araştırırsanız araştırın karşınıza çıkacak üç mutlak hadise savaşlar, kıyımlar ve buhranlar olacaktır. Yani özetle şunu öngörebiliriz. İnsan en ilkel çağdan günümüze kadar (gelecekte de var olacak gibi görünen) kendisiyle bir savaşın içinde olacaktır. Korkulan o ki belki de sonsuza dek böyle sürecektir. Bu hipotezin altında yatan temel etkenler zamana ve mekâna göre farklılıklar göstermişse de temeldeki yapıtaşı hiç değişmemiştir. Bu da doymak bilmeyen daha çok kazanma arzusudur. Bu iktisadi yaşam ve düşünme biçimidir. Özetle her şeyden nemalanma amacı güder. Bahsettiğimiz kazanım amacı tarihin her devrinde artarak ve de değişerek kendini göstermiştir. Bunun akabininde insanların ihtiyaçlarında böyle tezahür etmiştir.

İlkel çağlarda yaşayan insanlar en sade yaşam biçimine haiz topluluklar olarak hemen kendini gösterir. 
 
Tarih öncesi yaşam dönemlerinde insanlar mağaralarda ve ağaç kovuklarında yaşıyorlardı. Yiyeceklerini avcılık ve toplayıcılıkla elde ediyorlardı. Devrin sonlarına doğru ateşi buldular, böylece kendilerini soğuktan ve vahşi hayvanlardan korudular. Çevresinde en çok bulunan taştan kesici ve delici aletler yapıp kullandı ve böylelikle saldırganlığı vurgulayan ilk renkler ortaya çıktı. O devirlerde şiddetin boyutu daha ölçülebilir birşeydi ancak o tarihten günümüze kadar süren buhranlar olayın rengini daha bir koyulaştırdı. Daha sonraki çağlarda beşeri bölünmelerin ilk kıvılcımları belirdi.
 
İnsanlar kendilerini renklerine dillerine ve adetlerine göre bölümlere ayırdılar. En güçlü olan topluluk öteki topluluklar üzerinde hegemonya kurmaya başladı. Eziyetler ve zulümler daha bir sosyal boyut haline büründü. Saltanat hayatı süren zümrenin gerisinde kalan bütün toplum perişan haldeydi. Bu adaletsizliğe daha fazla dayanamayıp çatladı yapının temelleri. İsyanlar baş göstermeye başladı böylelikle devlet denen egemen güç hayat buldu ve zaman aralığındaki yerini aldı.
 
Dinlerin ortaya çıktığı tarihlerde bile (ki dinler insanlığı huzura erdirmek için gelmiştir.) insanlar sınıflara bölünüp kargaşa haline düşmüşlerdir. Çünkü din şemsiyesi çok genişti ve sınırsız bağlılık yaratıyordu insanda, bundan dahi kazanım edinmek isteyen gruplar oldu ve senelerce de sömürdüler insanların uhrevi hislerini. Cennetten arsa satan papazlar, günah çıkarma ayinleri, v.b birçok söylem geçmişimizde bulunmaktadır. Bu gruplar yıllarca insanların bu inisiyatiflerini kullanıp inanılmaz zenginliklere ulaştılar. Ta ki Martin Luther ortaya çıkana dek yani Rönesans ve Reform hareketleri belirene dek. Fakat bütün bu zulümler o tarihlerde de son bulmamıştır.
 
Yapılan keşiflere, yeni buluşlara, denizciliğin gelişmesine, matbaanın ortaya çıkmasına ve bilginin yayılmasına bile kilise ateş püskürmüştür. Bilim adamları o tarihlerde katledilmiştir. İnsanlardaki inanç duygusu kullanılarak bu insanlar susturulmaya çalışılmıştır. Çünkü o gün ki insanlar dine sınırsız bağlıydılar, papazların her sözü Tanrı’nın sözü olarak kabul edilirdi. Bilhassa papazlar ve din adamları, toplum eliyle sınırsız güç kazanmıştı ve inanılmaz bir hayat sürüyorlardı. Bu saltanat yıkılmaya yüz tutarken buhar makinesinin icadı ve sanayi devriminin gerçekleşmesiyle birlikte bu sefer insanlardaki beden gücü (emek) sömürülmeye başlanmıştır. Toplumun bütün fertleri çocuklar dahi günün 4’te 3’ünü çalışarak geçiriyorlardı.
 
Çalışma koşulları çok ağır olmasına rağmen “kapitalizmin” getirdiği bu sömürüye dayalı sistem, toplumu köle gibi kullanıyordu. (Bu dönemleri Fransız yazar Emile Zola’nın Germinal romanı çok iyi anlatır.) Ve yine toplumsal travmalar, isyanlar bu karışıklıklar esnasında yaşamını yitiren binlerce insan. Ebeveynsiz kalan çocuklar, sakat kalan binlerce insan, bunun dâhilinde toplumsal ilişkilerde devasa çöküntüler meydana gelmiş ve insanlık bir kez daha fazla kazanç uğruna terk edilmiştir. En önemlisi de “ekonomi ilminin temelleri” bu dönemlerde vücut bulmuş ve Dünya Çalışma Örgütü (ILO) kurulmuştur.
 
Çağımıza geldiğimizde de bu badirelere rastlamak mümkündür. Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) yakın geçmişimizde Irak’taki petrol kaynaklarına hâkim olmak için bu ülkeye savaş açması, bu savaşta ölen, halende ölmekte olan on binlerce insan, daha çok kazanma uğruna sayısız son bulan hayatlar. İsrail’in Filistin de yaptığı haddi hesabı tutulamayan katliamlar ve su kaynaklarına sahip olmak için giriştiği siyasi çalkantılar. Elit ülkelerin Afrika’daki siyasi ve ekonomik baskıları sonucu ülkedeki maden kaynaklarını kendi ülkelerine kaçırmaları v.b örneklemeler çoğaltılabilir.
 
Özetle insanoğlu, tarihin başlangıcından beri hatta tarih öncesi devre kadar sürekli bitmek bilmeyen bir savaşın içindedir. Konunun başında belirttiğim üzere, insan geçmişinden hiç ders almamıştır. Yani doktorunu hiç dinlememiştir. Bu yüzden tarih devirleri boyunca olumsuz reaksiyonlar olmuştur ve olacaktır da, çünkü bu durumun tersini gösteren bir ipucuna asla rastlanmamıştır. Görünen odur ki sahne bu renkle kapanacaktır.
 
                                                                                Hasan Arda Durğun
 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.