Suriye Meselesi, Bağımsız ve Egemen Bir Devletin İç İşlerine Karışıp Karışmama Meselesidir!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bir hükümetin dış ülkelere, hele de egoist, saldırgan, eşkıyalaşmış güçlü emperyalist devletlere bağımlı olması çok fena! 10 senelik AKP iktidarı dışardan sağladığı borç para, sıcak para ve kayıt dışı parayla Türkiye'de adeta yalancı cennet yarattı. AKP 10 sene halka ve kendi seçmenine "el" parasıyla “caka” yaptı. Şimdi sıra bedel ödemeye geldi.

Ancak AKP Türkiye yönetiminde olduğu için, kendisiyle birlikte bu bedeli bütün Türkiye de ödemek zorundadır!

TOKİ'nin evleri, kentsel dönüşümler, duble yollar, hava yolları vs. bütün bunlar büyük hizmetler. Fakir fukaraya dağıtılan kömür, pirinç, erzak vs. bütün bunlar da büyük sosyal yardımlar. Ancak bu hizmetler ve sosyal yardımlar vs. büyük finansman gerektiren işler ve hizmetlerdir. Parasız hiç bir iş yapılamaz. Bu nedenle AKP, 2002 Kasım ayında iktidara gelir gelmez ilk işi yeni kaynak temin etme peşine düştü ve buldu.

AKP’nin bulduğu en önemli kaynak, dış borç ve sıcak para oldu. Bu kaynaklar için yabancı yatırımcı ve bankaların beklentileri ise; Türkiye'den ve Türkiye ile serbest ve güvenli sermaye ve kar transferi için siyasi istikrar, güçlü hükümet, ulusal çıkarları korumayan serbest vergi ve gümrük mevzuatı vs. idiler. AKP öncesinde; AB'nin büyük ve tekelci sermayesi ile sıkı işbirliği yapan Türkiye'nin holdingci büyük sermayesinin en büyük tutkusu olan Avrupa Birliği üyeliği sevdası nedeniyle zaten vergi ve gümrük mevzuatı, daha AB’ye tam üye olmadan "Gümrük Birliği" anlaşmasıyla istenilen kıvama getirilmişti.

Türkiye’deki 2001/2002 krizini fırsat bilen küresel sermaye IMF üzerinden Türkiye'yi borçlandırmakla kalmamış, aynı zamanda bu borç karşılığında "sosyal liberal" temsilcisi Kemal Derviş vasıtasıyla da Türkiye'de finans kapital trafiğini serbestleştiren, kuralsızlaştıran yasal düzenlemeleri de gerçekleştirmişti.

Kemal Derviş; Bankalara çekin düzen vermiş, Merkez Bankasını özerkleştirmiş, Türk lirasını devlet denetiminden çıkarıp serbest piyasanın denetimine bırakmıştı. Bütün bu önlemler küresel sermayenin Türkiye'ye yabancı kaynak sokarak ülkeyi kendisine daha bağımlı yapa bilmesinin yasal ve hukuki zeminini yarattı.

Kasım 2002 seçimlerinde AKP; % 34 oy çokluğu ile adil olmayan % 10 seçim barajının kendisine tanıdığı avantajla mecliste % 64’ lik ezici bir çoğunluk yakalamıştı. ABD ve AB ile sıkı işbirliği yapan bir partinin bu siyasi başarısı yabancı küresel sermayenin istediği siyasi istikrarın ta kendisi idi.

Türkiye'nin ulusal para birimi "TL" artık yabancı büyük banka ve yatırım fonlarının manipülasyonuna açıktı. Türkiye'de faizler; emperyalist merkezlere göre görece yüksek tutulduğundan, çok kısa zamanda ülkeye dolar ve avro akmaya başlamıştı. Bu ise TL'nin yapay olarak fazla değerlenmesine, dövizin ise ucuzlamasına neden oldu. Böylece ülke ekonomisi için dövizle yapılan ithalat üretimden daha ucuza mal olmaya başladı. Sonuçta ithalatla ihracat arasında gittikçe genişleyen makas sadece cari açık sorununu yaratmadı, fakat aynı zamanda ülkede ithalatı tahrik ederek ara mallar üretimini de baltaladı.

Ucuzlayan döviz, büyük ve kredisi yüksek olan işverenlerimizi dış borçlanmaya itti. Sonuçta Türkiye sadece kaynak bakımından değil, ithalatla, cari açıkla, döviz ihtiyacıyla, borçla, üretimin düşmesiyle ekonomik olarak da yabancı finans çevrelerine ve ülkelerine giderek çok daha bağımlı hale geldi.

AKP'ye ülkeye giren borç ve sıcak para da yetmedi. AKP 79 yıl içinde bütün cumhuriyet hükümetlerinin yaptığı sanayi işletmelerini ve bankaları satarak ayrıca 10 sende 45 milyar dolar özelleştirme geliri de sağladı. Böylece yabancı sermayenin ekonomiye ve ülkeye etkisi daha da arttı.

Ve nihayet AKP'nin çok önemli, fakat karşılığı tamamen siyasetle ödenmesi gereken bir başka kaynağı daha vardı. O da ülkeye giren kayıt dışı esrarengiz döviz girişleriydi. Ekim 2008-Nisan 2012 dönemi boyunca AKP iktidarına bir anlamda "hibe" edilen 28,8 milyar dolarlık dışı kaynağın ABD emperyalizminin işbirlikçisi petrol ihraç eden Sünni Arap şeyhleri ve emirlikleri olduğu artık herkes tarafından tahmin edilen bir gerçekti.

***

Evet, şimdi zurnanın zırt dediği deliğe gelmiş durumdayız. 10 yıllık iktidarında bunca bol kaynakla bir eli yağda bir eli balda siyaset yapan AKP; geldi, geldi Suriye'de tosladı kaldı. Çünkü hem emperyalizm hem de petrol zengini Sünni Arap Şeyhleri gönderdikleri paraların bedelini Erdoğan hükümetinden beklemektedirler. İstiyor ki AKP; Türk hükümetini, Türk dış işlerini ve Türk ordusunu onların çıkarına uygun Ortadoğu’da özellikle Suriye’de kullansın! Artık Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi parçalamayı ve Mezopotamya’da 2. bir İsrail devleti olarak büyük Kürdistan’ı kurdurmayı hedefleyen ABD’nin Büyük Ortadoğu (BOP) planının uygulanmasında daha fazla ileri bir aşamaya gidilsin ve Türkiye Başbakanın eş başkan olduğu bu proje mutlaka gerçekleşsin! Bu projede eş başkan olarak görev yapan Erdoğan'ın somut görevi, Suriye'ye müdahale ederek bölgeyi kan gölüne çevirecek karışıklığı yaratmaktır!

Üstüne hiç görev olmadığı halde, bir seneden beri Suriye'nin iç işlerine doğrudan karışan, hatta Suriye meselesini Türkiye'nin bir "iç meselesi" olarak tanımlayan, Suriye'deki isyancı güçleri örgütleyip silahlandıran, onlara halkımızın parasıyla maaş veren, konteyner kentler kuran Erdoğan artık tam bir çıkmaza girmiştir!

Çünkü dünyanın Rusya ve Çin gibi sayılı güçlü devletleri Suriye'nin kendi meselelerine dışardan müdahle edilmesine kesin ve kararlı olarak karşı çıkmaktadırlar. Ayrıca Suriye yakın müttefiki İranla bir savunma anlaşması yapmıştır. Bu anlaşmaya göre Suriye'ye yapılacak bir dış saldırı, İran'a yapılmış sayılacak!

Öte yandan BOP eş başkanı ve taşeronluk görevini üstlenmiş olan Erdoğan ve hükümeti de kendisinin bağımlı ve borçlu olduğu güçler tarafından Suriye'ye askeri müdahale etmesi için sürekli ve tam bir baskı altında tutulmaktadır. Kısaca Erdoğan için aşağı tükerse sakal, yukarısı bıyıktır!

Bu arada ülkemizde muhalefet görevini üstlenen kimileri ise Suriye sorununa hâlâ Esad rejiminin desteklenip desteklenemeyeceği açısından bakmaktadırlar. Fakat onlar şu gerçeği ihmal ediyorlar. Suriye'nin Baas rejimi Suriye'nin bir İÇ MESELESİDİR!  Esad'ın gidip gitmeyeceğine sadece Suriye halkı karar verir. Esad ne denli zalim olursa olsun, kim olursa olsun, ne denli güçlü olursa olsun, ne denli haklı olursa olsun; kimsenin Suriye'nin iç işlerine karışma hakkı yoktur. Bu uluslararası evrensel temel ilke özellikle, Suriye ile 800 km’ lik sınırı olan ve tarihsel akrabamız sayılan Türkiye için geçerlidir!

Yine güya AKP’ye muhalif bazıları Ortadoğu’da ki sınırların emperyalistlerce cetvelle çizildiğini iddia ederek, adeta bu argümanlarıyla ABD emperyalizmi tarafından şimdi bölgede 22 devletin sınırlarının yeniden şekillenmesine, hatta ikinci bir İsrail gibi büyük Kürdistan'ın kurulmasına meşruiyet zemini yaratmaktadırlar. Bu sınırlar; örneğin Suriye ile Irak arasında veya Lübnan ile Suriye arasında, özetle Türkiye dışında Ortadoğu'da cetvelle çizilmiş olabilir; ama Türkiye kendi misak-i milliye sınırlarını kanla, canla savaşarak çizmiştir. Bu tarihsel gerçek asla unutulmamalıdır! Daha beş gün önce, 24 Temmuz’ da misak-i milli sınırların tapusunun alındığı Lozan'ı kutlamadık mı? Lozan boşuna mıydı?

AKP hükümetinin ve Erdoğan'ın genel olarak dış politikası ve özellikle de Suriye politikası Türkiye'nin ulusal çıkarlarına aykırı, ülkemizin bekasını riske atan politikalardır. Nitekim AKP hükümetinin fiilen desteklediği muhalif gruplarla mücadele etmek zorunda kalan Suriye'nin resmi silahlı güçlerinin bıraktığı boşluğu PKK'nın Suriye'deki uzantısı doldurmuş ve PKK Irak'tan sonra şimdi de Türkiye'ye 500 km’lik sınır boyunca komşu olmuştur. Üstelik milliyetçi Suriye Kürtlerinin bu alan egemenliğine, Türk hükümetinin desteklediği ve beslediği Irak'ın Kürt bölgesini yöneten Barzani de yardım etmiştir. Yani Türk hükümeti kendi ayağına bizzat kendisi ateş etmiştir. PKK terör bataklığı artık sadece Kandil’de Irak’ta değil, ne yazık ki artık Suriye'ye kadar yayılmıştır.

Emperyalist güçler ise bölgede” bir taşla iki kuş vurma” peşindedirler. BOP 'un ana hedefinde zaten büyük Kürdistan kurmak olduğundan, PKK ve ikiz kardeşi PYD 'nin Suriye'deki fırsatçılığını zevkle seyretmekle kalmıyorlar, aynı zamanda bu durumu Türk Silahlı Kuvvetlerini Suriye'ye müdahale etmesi için bir tahrik ve provokasyon unsuru olarak kullanmaya çalışıyorlar

Emperyalist oyunlar ve bu oyunda emperyalizme ve dış kaynaklara bağımlı AKP'nin taşeron olarak rol aldığı, bu nedenle desteklemek zorunda kaldığı Suriyeli muhalif silahlı çetelerle Suriye hükümeti arasında çatışmalar, Suriye'de bir iç savaşa doğru gelişmektedir. Suriye'deki iç savaştan doğrudan ve en kapsamlı bir biçimde etkilenecek ülke ise maalesef ülkemiz Türkiye'dir. Suriyeli milliyetçi ve PKK yandaşı Kürtlerin Güney sınırımızı kontrol etmesi henüz bu süreçte bir başlangıçtır.

Sevr'in 100. yıldönümü yaklaşırken inşallah ülkemiz AKP hükümetinin dışa bağımlı bu politikaları için daha ağır bedeller ödemez!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.