Şato'dan Baraka'ya

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Hasan Arda DURĞUN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
04.11.2011

Hayatın akmak bilmez şekilde kıyısında yapayalnız bir durgunlukta konaklarken, ülkemin yine eşsiz gündemi kendini Eiffel kulesi gibi insanın karşısına pat diye çıkarıveriyordu. Bu sürpriz öyle şapkadan tavşan çıkarma gibi oldukça basitti bizim yerleşkede. İnanılmaz sancılar doğurması beklenen hadiseler, çok sıradan bir biçimde vücut buluyordu ve bir o kadar da tuhaftır hiç mi hiç yadırganmıyordu, Birkaç tıkırtı hariç.
Ve karamsar hikâyeler öylesine sıradan ve kuvvetli bağlarla bağlanıyordu. Birkaç odun parçasının ve birkaç mürekkep kavisinin meydana getirdiği ve birkaç insanında “okey” anlamında eliyle onaylayarak ortaya koydukları topluluk tarafından da kuvvetle önemsenen ve benimsenen bir metnin arızalı bir doğum gerçekleştirmesi sonrasında toplumdaki hassasiyet yeniden bir türlü restore edilememiş, her yenilikçi girişimde ağır bedellerle insanları sağa sola savurmuş, dört bir tarafından tuğlaları dökülen, duvarları ağırlaşan, çatısı her an üzerine çökecekmiş gibi sallanıp, gürültüler sarmalındaki cübbeli, asık suratlı beyefendilerin yaşadığı konaktakilere ve konağa dikildi gözler.

Biliyoruz.

Sizde biliyorsunuz.

Bu hafta kutsal yargımız, dokunulmaz yargımız, özgür ve son derece bilimsel yargımız. Toplumun bam teline çok büyük bir kuvvetle dokundu. Bu kuvvetli dokunma sonrasında çıkan ve birazda kısık olan bu ses topluluk algısını biran olsun doğru yöne sevk etti.

N. Ç. nin geçmişte dramatik ve hazin dolu yaşadıklarına belki de bir yenisi daha açık açık ve tenine ağır/ağır bir metal bıçak darbesi gibi indi, gözlerindeki umudu çok sinsice bitirdi. Üstelik bu hadise bütün herkesin önünde oldu, bahsettiğim tıkırtılar vardı sadece olanları görüp itiraz eden, o cılız ses işte bunlardan çıkıyordu. Ceplerinde belki de bir otobüs parası  bile olmayan öğrencilerden, geçmişte yargı tornasından geçen özgün aydınlar, akademisyenlerden ve kendi halinde birkaç yolcudan başka kimsecikler yoktu. Çünkü bu insanlar sindirilmişti, sınırları vardı ve o sınırları her aşmaya çalıştıklarında canları yanıyordu, ateşle oynayan çocuk gibi….

İşte o canı yanan çocuk şimdi yirmili yaşlarının başında genç, körpe ve hayatın sillesine yeni girmiş bir delikanlı, hayat onu gün geçtikçe daha tecrübeli, daha inançlı ve daha insaflı yapacak. Sistem ise tam tersine yorgun ve bitkin deneyimleri ve bildikleri geçmiş birkaç yüz yıldan arta kalan ve elindekilerin bugün hala geçerli olduğunu-olacağını sanıyor. Aldanıyor.

Aldandığını birgün öğrendiğinde çok kötü afallayacak ve afalladığında maziyi arayıp duracak maziden geçmiş kaldırımlarda, sınırlara hapsedilen o insanlar işte o gün özgür olacaklar.

Hasan Arda DURĞUN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.