'Nicelikli Adalet' kontrolünde 'Nitelikli Dolandırıcılık'

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Burak H. ÖZDEMİR
Yazının Yazıldığı Tarih: 
06.05.2012

‘Niceliklilerin Hukuku’ ve ‘Niteliklilerin Dolandırıcılığı’ arasında ki derin bağ... Neden bahsedeceğimi anladınız sanırım.. Sokaktan geçen herhangi birisine bugünlerde ‘Nitelikli dolandırıcılık size neyi anımsatıyor’ diye sorun. Alacağınız cevap; ‘Deniz Feneri’ olacak.

 
Alman makamları tarafından ‘niteliği’ tescillenmiş bir dolandırıcılık vakası, ‘Nicelikli’ makamlarımız tarafından aklanmaya çalışılıyor aylardır.
 
Çoğunluğa dayalı adalet böyle birşey demek ki..
 
Adalet yok, hukuk yerlerde, kanunlar altüst edilmiş..
 
Deniz Feneri soruşturmasını yürüten ‘Türk’ savcısı, nicelikli adaletin kurbanı olmuş..
 
Savcılarımızdan Abdulvahap Yaren açıklıyor.
 
‘Zekat, fitre paralarını hovardalıkta kullanmışlar’
 
Fazla söze gerek var mı acaba..
 
Türkiye’de hem yazılı kanunlarımız, hem de vicdani hassasiyetlerimiz altüst edilmiş durumda..
Bu ülkenin aydını, askeri  Balyoz gibi, Ergenekon gibi üretilmiş tertiplerle niteliksiz niceliklilerle sindirilmeye çalışılıyor, gözaltına alınıyor...
 
Bu ülkenin milli bayramları ‘Garabet, Mürebbiye ve Viva’  söylemleri ile yok edilmeye çalışılıyor.
 
Ordu düşmanlarına ‘eyvallah’ çekenler artık iktidarın ağzıyla açıklama yapar olmuşlar.
 
Bugüne kadar ordu konuşuyor diye söylenmedik laf bırakmayanlar, şimdi de ordu muhalifleri eleştiriyor diye şak şakcılık yapıyor..
 
Devlet süt dağıtmayı beceremiyor, çocuklarımızı zehirliyor, 7 yıldır becerenleri ise içerden çıkarmıyor..
 
İktidar eliyle dönüştürülüyoruz, haberimiz yok. Sanatı, ekonomiyi, adalet anlayışını, cumhuriyeti dönüştürüyorlar. 5 sene önce dayanamayacağımız her türlü adaletsizliğe alıştırıldık..
 
Tepkisizleştirildik..
 
Bakın İran İslam Devrimin destekleyen ve şahın devrilmesinde aktif rol alan Bahman Nirumand’un ibretlik özeleştirisi;
 
Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı."Müslüman kadınların yanında o...ların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sütyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı. Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı. Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu. Mollalar güçlendikçe  saldırganlaştılar.
Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi’ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.Örtünmek moda oldu!Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.(Bahman Nirumand’ın "İran" isimli kitabı)
 
Yaşadıklarımızla ne kadar örtüştüğünü farkettiniz mi ?
 
Derdim İran düşmanlığı yapmak değil. Hatta, İran’ın bugün ABD emperyalizmine karşı duruşunu destekleyenlerden biriyim. 
 
Benim derdim zihniyetle alakalı.
 
Gerek halkın, gerekse yöneticilerinin yaptıkları ne kadar da bugünümüze benziyor değil mi?
 
Tek farkları, onlar yaşayan Şahı devirerek kendilerince karşı devrim yaptılar. Bizimkiler ise 1938’de öldüğünü sandıkları Atatürk’ü yıkarak karşı devrim yapacaklarını sanıyorlar..
 
Nitelik değil de nicelik sahibi olabilenler için
 
Ne acı...
 
Ve ne boş bir çaba...     
 
 
Burak ÖZDEMİR

 

Yorumlar

NİTELİKLİLERİN DOLANDIRICILIĞI, NİCELİKLİ ADALET KONTROLÜNDEN DE

 

Demokrasi ve Hoşgörü.

Kahkaha atmak varken tuzağa düşmenin sonuçlarını yaşıyoruz hepimiz.

Demokrasi, tahakküm demek değildir. Ne azınlığın çoğunluğa, ne de çoğunluğun azınlığa tahakkümü değildir demokrasi. Demokrasiyi bir türlü algılayıp, genlerine yerleştirememiş İslam Coğrafyası Halkları; Emperyalizmin parçala böl ve yönet politikasının hedefi olmaktan kurtulamamıştır yıllar, yüzyıllar boyu. Kedi ve köpeğin bile birbirine hoşgörü ile yaklaştığı zamanımızda, ne yazık ki insanlık “nefret politikaları” na yenik düşmektedir.

Nefret politikaları, kavram karmaşası beraberliğinde oluşur. Kastı aşmak suçtur, kastı nefret ettirmek için aşmak daha büyük suçtur.

Emperyalizm, müstemleke yapacağı hedef ülkelerde; yolsuzluk ekonomisi politikaları ile gelişip yerleşir ve işgal eder. Bu politikalar, kast sistemini bu sistemle sosyal sınıfsal tabakalaşmayı oluşturmak içindir. Parçala böl ve yönet politikası, sosyal sınıfsal tabakalaşması  beraberliğinde hayat bulur. Kast sistemi tesis edilirken, üst tabakayı oluşturan aristokratlar ve ruhbanlar; diğer tabaka sınıfların onların yönetim ve himayesine ihtiyacı dolayısıyla oluşur ve varlıklarını bu ihtiyaçla korurlar.

Bu ihtiyaç;  yanlışı bir başka yanlışla telafi etmek gafletinden oluşur.. Bu ihtiyacın gafletinin oluşması için; öcülerin varlığı, kavram karmaşası oluşturularak işaret edilir.

Öcüler varlığı olmayan, hayal ürünleridir. Mefkurelerin  hayali varlıklarıdır. Öcüler ancak bir gülme ve kahkaha ile karanlıklara gömülürler. Gülme her şeyden önce bir düzeltmedir. Toplum kendisine karşı saygısızca davranışların öcünü gülme ile alır.

Komedyalarda güldürmek için kullanılan yöntemlerden biri de “tersine çevirme” yöntemidir.

Kendi kazdığı kuyuya düşürme hadisesi. “Soyulan hırsız” mesela, komik değil mi?

Kendi kazdığı kuyuya düşmek, Türkiye’de bir politikacı klasiği.

Hâlâ mı gülmüyorsunuz?

“Yanılmaca”ya ne dersiniz?

Hani “oyuncular” durumun sadece bir yönünü bilir. Ve bütün oyuncular kendi bildikleri kadarına uygun davranırlar. Ama izleyici her şeyi görür. Aslında ne olup bittiğini anlar. Oyuncuların bilmemesi, bilmedikleri için yanlış hamleler yapmaları, hareketlerinin sonuçlarını hesap edememeleri komiktir.

Gerçi bu kez Türkiye’de izleyici de pek bir şey bilmiyor.

Ama kesinlikle ortalıktaki oyunculardan fazlasını kavrıyor.

Yıllarca irtica ve kominizm adlı öcüler işaret edildi hep. Birileri bu öcüleri işaret ederken kendi sosyal sınıf tabakalaşmasını da oluşturdu. Tehlike ne  o öcüde, ne bu öcüde aslında. Tehlike bu tabakalaşmanın maksadında. Emperyalizmin yayılımcılığı tuzağına düşmekte. Hoşgörülü olmak varken, nefret politikalarına yenik düşmekte; birbirine güvenmeyi öldürmekte.  Farklılaşma adına, kutuplaşarak bölünmeye çanak tutmakta

Kedi ve köpeğin bile barış ortamı oluşturduğu bu dünyada; insanlığın, yaradandan dolayı hoşgörüsünü es geçmekte tehlike.

Bakın mesela bu resme.(resimde kara çarşaflı bayanlar var ve altında geleceğin Türkiye'si yazıyor) Kime ne zararı var bu tür giyinmenin. Asıl zarar, öcünün varlığını kabullenerek din düşmanlığı oluşturmakta değil mi? Gülüp geçmek varken bunlara, başkalarını bunlardan bizi korusun diye başa geçirmenin anlamı ne. Öcülere bir kahkaha yeter oysa. Yoksa kahkaha atma şuurunuz ve cesaretiniz yok mu? Öcülere kahkaha atma cesareti olmayanların, çocuksu şuurla tuzaklara yenik düşmesidir bu gün toplumumuzun asıl sorunu. Vasiye ve vesayete yalnız çocukların ihtiyacı vardır. En sefil hayat başkalarının arzusuna göre yaşamaktır.  Kölelerin mutluluğu, hayatın efendisi olamamaktandır. Bu durumda, anormaller normalmiş gibi kabullenme görür.  Sonuçta nicelikli adalet kontrolünde nitelikli dolandırıcıları oluşturan yolsuzluk ekonomisi politikaları hayat bulur. Eğer aldatılmayı, aldanmaya mecbur olacak kadar çok seviyorsak, aldatanın şu veya bu olmasının hiçbir anlamı yoktur aslında. Zühd kavramını idrak etmekte bitiyor mesele aslında. Bir yanlışın varlığını, nemalanmak için; başka bir yanlışın varlığını oluşturmaya zemin hazırlamak için işaret eden herkes nitelikli dolandırıcıdır aslında. Sapasağlam bir adamı, öleceksin diye hasta olmaya razı edip, kurtaracağız diye ameliyatla sakat bırakmanın ne olduğunu bilmiyormusunuz? Öyleyse Türkiye'nin haline bir bakın. Komünizm veya irticacı gerici dindar devlet  öcüleri  ile korkutulan bir halk, şimdi Amerikan mandacılığına(himayesine) rıza göstermiş durumda. Durum işte ayniyle budur. Öcülerden yani Komünizm den veya irticacılığın bağnazlığından  koruyan sözde vesayetci, sosyal sınıf tabakalaşması içinde aristokrat zümre oluşturan harbiyelilerle; yine aynı şekil tabakalaşmanın diğer unsuru ruhbanlar getirdi ülkeyi bu duruma. Buyrun cenaze namazına. Onlar Amerikancı illüzyonistlerdir. Onlar din, milliyetcilik, gibi duygusal değerlerin simsarlığı ile emperyalizme çanak tutanlardır.. Duygu istismarcıları sömürgecilerdir. Onlar kainatın en rezil hırsızlarıdır. Onlar GÜVEN i çaldılar. Onlar yanlışı göstermeyi, nemalanacakları kendi yanlışlıklar ortamının oluşmasına zemin hazırlamak için yaptılar hep. Çünkü karşılarındaki hedef kitle, yanlışı bir başka yanlışla telafi etmenin imkansız olduğunu idrak edememiş insanlardan oluşan toplumdu. İşte nitelikli dolandırıcılık budur. Bu dolandırıcılık zihniyeti, nicelikli adaletten değil; bilinçsizliğin oluşturduğu niteliksiz toplum içinde hayat bulur. Kuran’ı Kerimde Maide Suresinde belirtilen “hırsızın elini kesin” emrinin hikmeti de budur. Toplumun hırsızlıklara, dolandırıcılıklara karşın bilinçlenmesi. Çocukluktan, zühd sahibi şuurluluğuna geçmesidir. Oysa  toplumumuzun  da, fikri sabitte tabusal değerlendirme ezberleri var. Ezberleri bozmadan yol alınmaz.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.