Gezi Parkı Eylemleri ve Düşündürdükleri

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
15.10.2013

Ülkemiz, son yılların en buhranlı günlerini yaşamaktadır: Ekonomik sıkıntılar, dış siyasetteki başarısızlıklar, eğitim sistemimizin yap-boz tahtasına çevrilmesi, tarım sektörünün çökmesi, işsizliğin artması, dış ticaret açığının her geçen gün artması, iç borç dengelerinin altüst olması, küçük ölçekli işletmelerin devasa sermayeler karşısında iflas edip kapanması, ekonomik sıkıntıların getirdiği boşanmalar, cinnet getirenler, intihar edenler ve intihara teşebbüs edenler, hırsızlığın, yolsuzluğun artması Türk Milleti’ni canından bezdirmiştir. Ayrıca; AKP Hükümeti’nin meclisteki sayısal üstünlüğünü kullanarak, bölünme yasası olduğu bilinen Büyük Şehirler Yasası’nı çıkarması, küresel sermayeye yer altı madenlerimizi devretmesi, vatan topraklarını yabancılara satması, yargıyı siyasetin emrine sokması ve akabinde yurtdışında oluşturulduğu ortaya çıkan çuvallar dolusu sahte belge ve bilgilerle TSK’nın generallerini, sanatçılarımızı, siyaset adamlarımızı şair ve yazarlarımızı tutuklatarak Silivri ve Hasdal cezaevlerine attırması Türk Kamuoyu tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştı.

Geçen süreç içinde, ne idüğü belirsiz gizli tanıkların beyanlarına; sahte belge ve bilgilere dayanarak tutuklamaların yürütüldüğü artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Zira, yargı süreci devam ederken, TÜBİTAK gibi daha başka bilim kuruluşlarına sevk edilen bu bilgi ve belgelerin bilgisayar ortamında rahatlıkla hazırlanabilecek nitelikte olduğu belirtilerek, bu tür bilgi ve belgelerin ‘somut delil’ kabul edilmesinin mümkün olamayacağı açıklanmıştı. Yargılamanın sonunda somut belgeler ve bilgiler olmadan kanaatler kullanılmış, onlarca asker, sivil ve siyaset adamı çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Bu kararlar, Türk siyasi tarihine ‘hukuk skandalı’ olarak geçmiştir. Hepimiz hatırlıyoruz ki; ‘haham’ olarak tanıdığımız Tuncay Güney isimli kişi, Atlantik ötesinden çuvallar dolusu sahte bilgi ve belgelerle İstanbul’a gelerek, kimler tarafından idare edildiği artık deşifre olan bir gazetenin yazarına bu sahte bilgileri ve belgeleri vermiştir. Bu yazarın gazetesinde açıkladığı bu sahte bilgi ve belgeler cumhuriyet savcılarımız tarafından suç duyurusu görülerek büyük bir tutuklama ve soruşturma furyası başlatılmıştır. ‘Haham’ Tuncay Güney, CIA’nin kendisine verdiği TSK’yı çökertme görevini yerine getirdikten hemen sonra Kanada’ya kaçmış; oradan yaptığı şu açıklama Türk Milleti’ni derinden sarsmıştır. “Ergenekon bir senaryo idi. Oldu ve bitti” ‘Haham’ sıfatlı Tuncay Güney’in bu açıklamalarına paralel iki açıklama daha geldi. CIA’nin Türkiye temsilcileri olan Henry Berkey ve Berna Kean; “TSK, Tayyip Erdoğan Hükümeti’nin önünde büyük bir engeldir. 1 Mart teskeresine karşı çıktılar. Bu sebeple, bu engelin ortadan kaldırılması için ‘Kafesleme’ operasyonlarının düğmesine basıldı. Süreç devam edecek” Tüm bunlar, AKP Hükümeti’nin neden dikkatini çekmiyor? Bunun bir kurgu olduğunu anlayıp, suçsuz içeri atılan generallerimizin, subaylarımızın, siyasetçilerimizin ve aydınlarımızın serbest bırakılması için neden gerekli girişimlerde bulunmuyor? Oysa, PKK ile çözüm sürecinde suçları sabit olan KCK tutukluları, guruplar halinde serbest bırakılıyor. Devleti bölmeye çalışanlar hangi kanuna göre serbest bırakılıyor, devletimizin dirliğini ve birliğini korumaya çalışan TSK mensupları hangi kanuna ve hangi somut belgelere göre cezaevlerine atılıyor?

 

AKP Hükümeti döneminde Türk Milleti hep şunu görmüş ve yaşamıştır. AKP Hükümeti, her fırsatta cumhuriyetimize, laik devlet düzenimize, Kemal Atatürk’e karşı yoğun bir karalama kampanyası yürütmüştür. Türk kelimesini yıllarca ağızlarına alamayan AKP yönetimi; “Tek vatan-Tek millet” yalanlarıyla “Büyük Şehirler Yasası”nı çıkarmış, devletimizi etnik bölgelere ayıracak başkanlık modeline de zemin hazırlamıştır. Hükümetten nemalanan yandaş medya ise, tüm bu olumsuzlukları ‘GÜZEL ŞEYLER OLACAK’  masallarıyla milletimize yedirmeye çalışmıştır.

 

Büyük Türk Milleti, 11 yıldır Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sürekli yalan ve iftira peşinde koştuğunu gördü. İmam Hatipli olmakla gurur duyan Başbakan, ağzından; “şerefsiz, alçak, namert, ayyaş, kelle, ananı da al git, ne notası, müzik notası mı? Müfteri, devlet kapısı iş bulma kapısı mı?, Cemevleri cümbüş evleri…” gibi çirkin ve aşağılayıcı sözleri hiç eksik etmedi. En taze yalanları ise birkaç gün önce Gezi Parkı eylemleri sırasında söylemişti: Yaralı göstericiler gönüllü doktorlarla birlikte İstanbul’daki Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ne sığınarak tedavi olmak istemişlerdi. Başbakan, göstericilerin ayakkabılarıyla ve ellerinde bira şişeleriyle camiye girip içki içtiklerini söylemişti. Konu, camii imamına sorulmuş; imam böyle bir ahlaksızlığın ve edepsizliğin söz konusu olmadığını söylemişti. Camideki kamera görüntüleri de imamı doğrulamıştır. Doğru söyleyen imam, ne düşündürücüdür ki açığa alınmış, hakkında soruşturma başlatılmıştır. İkinci taze yalanı; göstericileri kovalarken köprüden düşen polisimizi, göstericilerin köprüden attığı yalanıdır. Şehit polisimizin ağabeyi feryat ederek; abisini göstericilerin atmadığını, bu nedenle ağabeyi üzerinden siyaset geliştirilmesini de şiddetle lanetlemiştir. Dini bütün bir Müslüman, İslam’ın men ettiği bu çirkin sözleri nasıl söyleyebiliyor, bu tür iftiraları utanmadan-sıkılmadan nasıl oluyor da rahatlıkla atabiliyor, akıl alır gibi değil!

 

31 Mayıs 2013 günü, Taksim-Gezi Parkı’na bir AVM inşaatının yapılacağı söylentileri İstanbulluları bu alana çekmiş; birkaç kişiyle başlayan ‘ağaçları kesmeyin’ protestoları ertesi gün binlerce kişinin alana dolmasına sebep olmuştur. Bu gösteriler yurt genelinde yankılanmış; tüm illerimizde, ilçelerimizde ve hatta köylerimizde dahi Taksim-Gezi Parkı’na destek amaçlı gösteriler ve yürüyüşler düzenlenmiştir. Polisler, cop, biber gazı ve tazyikli sularla göstericileri dağıtmaya çalışmıştır ve halen bu durum devam etmektedir. Polisin ‘orantısız güç’ kullanması sonucunda bu güne kadar dört protestocu vatandaşımız hayatımı kaybetmiş; bu çatışmada bir polisimiz de maalesef şehit olmuştur.

 

Gezi Parkı protestolarının getirdiği acılar sonucunda hükümet yetkililerinden bir takım özür beyanları gelmiştir. Gezi Parkı’na bir AVM yapılmayacağını; bu alana ‘Topçu Kışlası’nı’ yeniden yapacaklarını; Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkılıp, yerine bir kültür merkezinin inşa edileceğini söylemişlerdir. Kendilerini milletimizden daha akıllı gören AKP kadroları, işin ucunun Kemal Atatürk’e dayandığında bu milletin tekrar ayaklanacağını hesap edememişlerdir. Gezi Parkı protestocuları bu seferde AKM’yi yıktırmayacaklarını, gerici-yobaz ayaklanmanın simgesi durumunda olan Topçu Kışlası’nın da yapımını engelleyeceklerini belirtmişlerdir. Milletin bu direnişi karşısında hükümet yetkilileri, yeniden polisi göreve çağırmış, yine orantısız güç kullanarak halkın demokratik haklarını kullanmasını engellemeye çalışmışlardır.

 

Anayasa kitabına baktığımızda; Anayasamızın 34. maddesinin 1. fıkrasına göre; silahsız, taşkınlık yapmamak koşuluyla yürüyüş, gösteri ve protesto eylemlerinin yapılabileceğini açıkça görürüz. Gezi Parkı protestocuları da anayasal haklarını kullanarak; Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini engellemeye çalışmışlardır. Gösterilerin ilk haftasında, protestocuların çevreye ve insanlara herhangi bir  zararı olmamıştır. Ancak daha sonra, on binlerce kişinin arasına sızan provokatörler, etrafa saldırarak, ateş yakarak ve vatandaşların malına zarar vererek bu haklı mücadeleyi lekelemeye çalışmışlardır. Oldukça disiplinli bir organizasyon olarak tarihe geçecek olan bu protesto eylemlerinin yöneticileri, provokatörlere göz açtırmamış ve hatta, alkollü içeceklerin satışına dahi izin vermemişlerdir.

 

Gezi Parkı protestoları, Türkiye’de bazı gelişmeleri de beraberinde getirdi. Üç ağacı kurtarmak amacıyla gerçekleştirilen protesto eylemleri; sağcıyı solcu ile, inanan ile inanmayanı, Sünni ile Alevi’yi, yıllarca birbirine kin ve nefret kusan, fanatik taraftarları, aydınları, gazetecileri, sanatçıları, doktorları, türbanlıyı, türbansızı bir araya getiren demokratik eylem olmuştur. Eylem alanları ve camiler yeri gelmiş bir revir gibi kullanılmış, yeri gelmiş bir panayıra dönüşmüş, yeri gelmiş bir kermes havasına bürünmüştür. Yeri gelmiş, Kadir Gecesi münasebetiyle namazlar kılınmış, dualar edilmiştir. Cuma günü de toplu halde Cuma namazı kılınmış, eller semaya açılarak dualar edilmiştir. Namaza iştirak etmeyenler büyük bir saygı ile namazın bitmesini beklemiştir. Böyle bir hoşgörünün yaşanabileceğine ve böyle aykırı uçların birbirlerini incitmeden aynı amaç etrafında birleşebileceğine asla ihtimal verilemezdi. Gördük ki; Büyük Türk Milleti, inançları ve yaşam tarzları ne olursa olsun gerektiğinde ortak amaçlar etrafında kenetlenmeyi başarabilmiştir. İşte; BOP emperyalizminin değirmenine su taşıyanlar ve BOP’u oluşturan iradeyi endişelendiren budur. Bu protestocuları bir araya getiren tek şey; “Mustafa Kemal”de ve Mustafa Kemal’in ilkeleri etrafında birleşmek anlayışıdır. Ülkemizin her şeyini yabancı sermayeye devretmeyi marifet gibi gören AKP zihniyeti şu sıralar AOÇ’liğini de ABD Büyükelçiliği’ne devretmeyi planlamaktadır. Bu kirli satışa dur demek için Türk Milleti yine tek bilek, tek yumruk olup, AOÇ önünde toplanıp; “Yankee’nin değil, KEMAL ATATÜRK’ ÜN çiftliği” diye haykırmışlardır. İnşallah bu kutlu millet, madenlerimizin, limanlarımızın, kamu iktisadi teşekküllerimizin ve topraklarımızın yeniden Türkiye’ye ve Büyük Türk Milleti’ne kazandırılması için demokratik sınırlar içinde protestolarını sürdürürler.

 

21. gününü doldururken; pek çok ülke, bu eylemleri naklen yayımlayabilmek için savaş muhabirlerini İstanbul’a göndermiş, aldıkları görüntüleri ve bilgileri dünyaya servis etmişlerdir. Demokratik haklarını elde etmek için ayaklanan Türk Milleti’nin polis copuna, biber gazına, panzerine ve tazyikli suyuna maruz kalması kabul edilemez bir vahşet olarak yorumlanmış; Türk Milleti’nin bu kalkışmasını ‘TAHRİR’e ve ‘ARAP BAHARI’na benzeterek durumdan vazife çıkarmaya çalışmışlardır.

 

Arap ülkelerine baktığımızda durumun Başbakan Tayyip Erdoğan adına daha dramatik boyutlara ulaştığını görüyoruz. Örneğin; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Fas, Tunus ve Cezayir seyahatleri sırasında Arap Halkı; “Ortadoğu’nun Kasabı Tayyip Defol!” pankartları açarak Tayyip Erdoğan’a kin ve öfkelerini kusmuşlardır. Fas Kralı 6. Muhammed, Tayyip Erdoğan ile görüşmeyi kabul etmezken;  Tunus Halk Cephesi Sözcüsü Hamma Hammami de şu şekilde bir açıklama yapmıştır: “Erdoğan ile akşam yemeğine davet edilmiştik, ama ret ettik. Zira biz despot ve komplocuların ziyafetine katılmayız”

 

 Asırlarca dost ve kardeş olarak yaşadığımız bu İslam ülkelerinin bir anda Tayyip Erdoğan’ı dışlaması aslında şaşılacak bir şey değildir. Tayyip Erdoğan, BOP Eşbaşkanlığı sürecinde üzerine yüklenen görevleri yerine getirmiştir. O görevleri, İslam coğrafyalarında sınırların değiştirilmesi, ‘zalim’ yöneticilerin gitmesi ve oraya Avrupa Patentli bir demokrasinin yerleştirilmesi olmuştur. Tayyip Erdoğan, kendi ülkesindeki sıkıntıları bir tarafa bırakıp ABD menfaatlerine yelken açınca dostları ile düşman, düşmanları ile dost olmuştur. Tayyip Erdoğan, sakin bir ruh haliyle “Ben ne yaptım acaba?” diyerek bir bakıverse; etrafında bir tek dostunun kalmadığını, hatalarının kendisini daha da yalnızlaştırdığını görecektir. Kendisine destek verdiğini iddia eden ABD, AB ülkeleri ve İsrail’e ise asla güvenilemeyeceğini de anlayacaktır. Anlaması için gerekçeler çoktur.

 

Ortadoğu ve özellikle de Suriye konusunda Tayyip Erdoğan hiçbir tezini ne Başkan Obama’ya, ne AB ülkelerine ve ne de Arap dünyasına kabul ettirebilmiştir. Türkiye’yi bir bataklığa sürüklediğini ve kendisini de yalnızlığa gömdüğünü anladığında iş işten geçmiş olacaktır. AB ile Katolik nikahı kıydıklarını Türk-İslam Dünyası’na gururla ilan eden Tayyip Erdoğan’ı ve Türkiye’yi önümüzdeki günlerde çok zorlu günler beklemektedir. Temennim; inşallah ben yanılırım; inşallah “Güzel Şeyler Olur” ve Tayyip Erdoğan haklı çıkar!

 

Son olarak şunları söylemek isterim: Gezi Parkı eylemleri birkaç ağaç ile başladı. Arap Baharı’na baktığımızda da; Tunuslu bir üniversiteli seyyar satıcının zabıtalarla kavga yaptığını, tezgahının yakıldığını, yönetimi protesto etmek için de kendisini yaktığını görürüz. Bir seyyar satıcı ile başlayan ve ismini Avrupalıların koyduğu “Arap Baharı” Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve Mısır’a kadar yayılmış, bazı Arap ülkeleri paramparça olmuş, yöneticiler değiştirilmiş ve bir kısmı da yurt dışına kaçmıştır. Arap Halkı, “Arap Baharı”nın gerçek bir “Arap Baharı” olmadığını daha sonra anlamıştır. Zira CIA ve MOSSAD ajanlarının yoğun çalışmaları neticesinde bu ülkelerde BOP hayata geçirilmiştir. Ülkemizdeki Gezi Parkı olayları her ne kadar demokratik bir eylem olsa da, Türkiye üzerinde emelleri olan dış güçler, Dini ve etnik farklılıklarımızı kullanarak milletimizi birbirine düşürmek isteyeceklerdir. Türkiye, içinden çıkılamaz bir duruma düşürülürse, başta ABD ve İsrail olmak üzere Batılı ülkeler Türkiye’yi yeniden şekillendirmek isteyeceklerdir. Kürdistan’ın kurulması, başta Ermenistan olmak üzere diğer azınlıklara da ‘ÖZERKLİK’ tanınması Türkiye yönetiminden ısrarla istenebilecektir. Uluslararası kararlar çıktığında Türkiye yönetiminin bu şartları men etmesi çok zor olacaktır. Bu nedenle, ülkemiz üzerinde oynanan küresel oyunlara karşı daha dikkatli davranarak; Gezi Parkı eylemlerinin yabancıların elinde bir fırsata dönüşmesine asla izin vermemeliyiz.

 

Başbakan’ın 11 yıldır söylediği aşağılayıcı sözleri, kabul edilemeyecek açılımları ve insanların özel hayatlarına müdahale etmesi toplumda bir gerilime ve sıkıntıya sebep olmuştur. İşte, Gezi Parkı eylemleri ile toplum, caddelere dolarak, yürüyüşler düzenleyerek “Tayyip Faşizmine Hayır” diye bağırarak kinlerini, sıkıntılarını ve öfkelerini olabildiğince kusmuşlardır.Bu sebeplerden dolayı, halkın öfkesine zemin teşkil eden tüm AKP politikalarını “yollara döşenen mayınlar” olarak değerlendirmek mümkündür.

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.