Deliğe Süpürülme Vakti mi Geldi?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
20.12.2013

AKP Hükümeti,11 yıl ön ce “Ya Allah, Bismillah” nidalarıyla iktidar kotluğuna yerleşmişti. Sayın devletlimiz, tüyü bitmemiş yetimlerin haklarını koruyacağını,geçmiş iktidarın hortumlarını keseceğini; fakirlerin ve fukaraların iktidarı olacağını söylemişti. Belediyeleri vasıtasıyla kapı kapı dolaşarak kömürler, makarnalar ve hatta elektriği olmayan köylere buzdolapları dağıtılmıştı. İlginçtir; tüm bu çalışmalar seçimlere yakın dönemlerde yapılmıştı. Öyle ya! Sayın devletlimiz Hz. Ömer’in adaletini getirmişti; garibin, yetimin ve fakirin yanında olmayacaktı da  zenginlerin mi yanında olacaktı. Bu iktidar; namazlı, abdestli ve imam hatipli iktidardı. Haram lokma boğazlarından asla ve kat’a inemezdi. Zira onlar, Yüce Allah’tan (c.c)  korkarlardı ve hesap gününün ceza günü olacağını iyi bilirlerdi!

İktidar koltuğu pek sıcak gelmiş olmalı ki; o koltuğu korumanın yolu olarak gördükleri milletimizin en hassas değerleri üzerinden siyaset üretmeye başladılar. Türban! Türban meselesi, AKP Hükümeti öncesinde bu kadar mesele olmamıştı ancak zaman zaman tartışması yapılıyordu. Türban sorununu çözmek, muhalefet partilerinin de desteği ile dini bütün AKP Hükümeti’ne nasip oldu! Siyaset için kullanabilecekleri ikinci argüman camiler oldu. İstanbul’da dev cami projeleriyle halkın önünde arzı endam ettiler; milletimizin dini duygularını okşadılar. Siyasetlerine üçüncü argüman olarak Cuma namazlarını eklediler. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve ağlamadan sorumlu devlet bakanı Bülent Arınç’ın hangi camilerde Cuma namazı kıldığı yandaş kanallar tarafından en ince ayrıntısına kadar milletimize 11 yıl boyunca seyrettirildi. Pek tabi benim sevgili milletimin dini duyguları okşandı; pek mutlu oldu! Sayın devletlimiz, siyasette devamlılığı sağlayacak bir başka argüman ile milletimizin önünde yeniden arz-ı endam etti: ‘Mağdurum ben mağdurum. Camiler kışlamız, minareler süngümüz…” şiirini okuduğu için hapse atıl(mış) Bu maya pek tutmuştu! Bir dönem bu maya sayesinde iktidar oldu. Türk Milleti pek yufka yürekli! Bir mağdur gördüğünde tutar elinden ayağa kaldırır. Yaratılış meselesi bu. Cenab-ı Hak bize böyle bir huy ve karakter nasip etmiş, neyleyelim!

Sayın devletlimiz iktidara geldiğinde gelirler arasındaki uçurumu kaldıracağını, ücretleri çalışanların refah seviyelerine göre ayarlayacağını söylemişti. Ne hazin bir durumdur ki; beş gün önce bütçe görüşmelerinde Sayın devletlimiz kendilerinden önceki asgari ücretleri beş simit ve beş bardak çay üzerinden hesaplayarak; kendi döneminde asgari ücretin daha yüksek olduğunu kamu oyuna şanla-şerefle açıklayarak milletimizin gönlünü yeniden okşadı! Sayın devletlimiz çay-simit hesabı yapmak yerine, “eski iktidar döneminde benim asgari ücretlim bir çeyrek altın alamaz iken, benim iktidarım döneminde üç çeyrek altın alacak noktaya geldi” diyemedi. Aslında Devletlimiz, bütçe görüşmelerinde çay-simit hesabı yaparak; “benim milletim! Çaya, simide devam edin” mesajı vermiştir! Anlayan için çok şey ifade eder!

Gün geldi, sayın devletlimizin oğlu bir gemi aldı; kıyamet koptu! AKP kadrolarından bir ses yükseldi; “Ne olmuş canım. Sadece bir gemi(cik)! Ne diye abartıyorsunuz?…” mealinde bir çıkış yaparak bu gemiye (cik) ekleyerek önemsizleştirme gafletine düşmüştü. Ancak! Bu gemicikler günümüz itibariyle bir filoya dönüşmüş durumdadır. Şimdi bir AKP’li bakan çıksın ve “Ne olmuş canım, sadece üç beş tane gemi(cik) ne diye abartıyorsunuz…” desin. Bu açıklamayı sabırsızlıkla bekliyoruz efendim!

Gün geldi; ABD-AKP marifetiyle TSK üzerinde Ergenekon ve Balyoz adıyla bir operasyon geliştirildi. PKK Terör Örgütü ile mücadele eden ne kadar komutanımız, subayımız var ise hepsi uyduruk belge ve bilgilerle içeri atıldı. TSK üzerindeki bu operasyonlar yapılırken kimi bakanlar keyiflerinden ağızları kulaklarına varıyor; ‘postal yalayıcılar…” diyerek komutanlarla alay ediyorlardı. Paşalarımızın, subaylarımızın, milletvekillerimizin ve aydınlarımızın içeri atılmalarının tek bir sebebi vardı; o da Anti-Amerikancı olmalarıydı! Bunun böyle olduğunu CIA ajanlarının yaptığı açıklamalardan anlıyoruz.

AKP Hükümeti kurulduktan birkaç sene sonra, çeşitli iddialar ortalıkta dolaşmaya başladı. Yolsuzluklar, rüşvetler, hortumlamalar ve belediyelerde dönen dalga-dümenler, eş-dost-yandaş-enişte-kayın-kayınbirader eşrafından oluşan bir yolsuzluk halinin ciddi boyutlara ulaştığı bu iddiaların birinci sırasında yer almıştı. AKP Hükümeti, kendi belediyelerindeki bu iddiaların peşine düşmek yerine CHP belediyelerine ani baskınlarla yolsuzluk operasyonları düzenletmişti; ancak soruşturmanın merkezine oturtulan ve kamuoyu önünde lekelenmeye çalışılan bu belediyeler soruşturmalar sonucunda aklanarak çıkmışlardı. Bir diğer belediye operasyonu ise MHP üzerinde yapılmıştı. Adana Belediyesi Başkanı Aytaç Durak, hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile mahkemeye çıkarılmış, neticede herhangi bir yolsuzluk bulgusuna rastlanılmadığı için beraat etmişti. Tüm bu karalama operasyonları, muhalefeti ezmek, sindirmek ve kamuoyu gözünde aşağılamaktı. Böylece; bu partilerin oylarını alarak iktidar koltuğunu daha da sağlamlaştırmak istemişti. Ama olmadı. Zira; “Kulun bir hesabı var ise; Yüce Allah’ın da elbette bir hesabı olacaktı”

Kişilerin özel hayatlarına saygıda kusur etmediğini iddia eden günümüz iktidarı, rakip partilerin oylarını kendi partisine devşirmek için CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bir CD’sini teşhir ederek Deniz Baykal’ı kamuoyu önünde rezil-rüsva etmişti. Bu operasyon sonucunda Baykal istifa etmek zorunda kalmış; yerine Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olmuştu. Tabi bu operasyon ile Kılıçdaroğlu için ‘Çakma Genel Başkan’ sıfatı uygun görülmüştü. Bence de öyledir! Aynı ahlaksız operasyon MHP’li bazı milletvekilleri içinde tezgahlandı. Bu operasyonun hedefi; MHP’yi meclis dışına itmekti. Ancak; kaset skandallarıyla gündeme düşen MHP’liler istifa ederek MHP’nin elini rahatlattı. Her ne olursa olsun ve her kim olursa olsun bu tür ahlaksızlığa bulaşmamalıdır. Zira onlar T.C.Devleti’nin milletvekilleridir; Türkiye’ye ve Türk insanına yakışan bir şekilde yaşamayı ve hizmet etmeyi tercih etmelidir. Bunu fırsata dönüştürmek; insanların özel hayatını deşifre etmek ne ahlak ile ne din ile izah etmek mümkündür! Hatırlamakta fayda var ki; Yüce Allah (c.c) kullarını yaptıklarıyla kuşatmıştır. Yani; iyilik yapanlar her zaman iyilik bulacak, kötülük ve fenalık peşinde koşanlarda hem bu dünyada hem ahret-te rezil olacak ve hüsrana uğrayacaktır. İnsanların mahremlerini ifşa ederek oy devşirme hesabı içinde olanlar bilmelidir ki; bu ve benzeri hadiseler bir gün mutlaka kendi başlarına da gelecektir.

İşte çiçeği burnunda örnekler:

17 Aralık 2103 tarihinin şafak vaktinde AKP’ye yönelik bir yolsuzluk operasyon gerçekleştirildi. Bir yıllık teknik ve fiziki takip sonucunda gerçekleştirilen bu operasyonda AKP Hükümeti’ne yakınlığı ile bilinen çok sayıda kişi gözaltına alındı; bunun yanı sıra İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın ve Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu; bakanların danışmanları ve özel kalem müdürleri gözaltına alındılar. Sanatçı Ebru Gündeş in Azeri Uyruklu eşi Rezza Sarraf da kara para aklamak ve rüşvet karşılığında Türk vatandaşlığına geçirme suçlamalarıyla gözaltına alınırken; inşaat sektöründe birden bire yıldızı parlatılan Ali Ağaoğlu’da imar yolsuzluğu iddialarıyla gözaltına alındı. Böylece gözaltına alınanların sayısı 52’yi bulurken, geri kalanlar aranmaktadır.

AKP’yi sarsacak bir diğer iddia da kasetlerdir. İddialara göre 40 AKP’linin fuhuş kasetleri malum cemaatçilerin elindedir. Hükümet yanlısı olduğu bilinen Abdurrah-man Dilipak; bu kasetlerin Uzanlar döneminde klonlandığını iddia etmiştir. Durum ne olursa olsun; bu durum AKP Hükümeti’ni tedirgin etmektedir. Bu sebeple; hükümet daha fazla yıpranmamak, gözden düşmemek ve itibarsızlaşmamak için kanımca cemaatçilerle uğraşmayacak, bu vurgun olaylarının üstünü de yeni atamalarla örtecek ve yeni bir mağduriyet türü geliştirecektir. Unutmaya yatkın milletimizde bir süre sonra bu olayları unutmuş olacak; ‘mağdur’ edilen sayın devletlimizde yeniden meydanlarda arz-ı endam edecek; “durmak yok, yola devam! Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkıları söyleyerek yoluna devam edecektir. Görünen budur.

Bu operasyonda kameralara yansıyanları görünce aklımız başımızdan firar eyledi. Kara para operasyonunun Halk Bankası üzerinden yapılacak olması; banka Genel Müdürünün evinde ‘Pandoranın (Ayakkabı) Kutuları” içinden çıkan milyar dolarlar ve bu milyar dolarları saymak için bir para sayma makinasının bulunması oldukça düşündürücüdür. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonnu ile bir anda sarsılan AKP Hükümeti, şuursuz bir şekilde alelacele Türkiye genelinde emniyet teşkilatı üzerinde büyük bir görevden alma operasyonu gerçekleştirdi. Yetmedi; yolsuzluk operasyonunu yöneten Başsavcı Zekeriya Öz de pasifize edilerek yanına iki savcı iliştirildi. İşte kuşku tohumları beyinlerimize burada ekildi. Büyük bir vurgunu ortaya çıkaran emniyet güçleri ve savcılar neden ödüllendirilmiyor da, görevden alınıyor? Yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele etmek için işbaşına geldiklerini söyleyen sayın devletlimiz neden bu başarılı kadroyu darmadağın ediyor? Gezi eylemlerinde, göstericiler karşısında ‘destan yazan’, beş geziciyi öldüren; birçoğunu yaralayıp kör eden bu polis teşkilatı değil miydi? Polisleri, başarılarından dolayı primlerle ödüllendiren siz Sayın Devletlimiz değil miydi? Bunu anlamak zor değil; zira Almanya Hükümeti ‘Asrın Vurgunu’ olarak gördüğü Deniz Feneri soygununu tüm detaylarıyla dosyalar halinde Türkiye’ye yollamıştı. Almanya Hükümeti; vurguna bulaşanları sorgulamış ve cezalandırmıştı. Vurguncuların verdiği ifadelere göre; insanların dini duy-gularını sömürerek toplanan paraları patronların kendi TV kanallarına ve şirketlerine aktardığı; ayrıca bu helal paraları gayri meşru yollarda kullandığı apaçık belirtilmişti. Türk Hükümeti, ‘Asrın Vurgunu’ olarak nitelendirilen Deniz Feneri olayını soruşturmak için savcılar atamıştı. Bu davanın savcıları tam üç kez değiştirilmiş; dosya o günden beri hiçbir siyasi yetkili tarafından gündeme getirilmemiştir. Sizce bu ne anlama geliyor?

Şimdi; AKP’nin bulaştığı iddia edilen bu vurgunları ortaya çıkaran emniyet teşkilatı ve savcılık, Deniz Feneri olayı ile aynı kaderi mi paylaşacak acaba? Bu vurgunlar, talanlar, hortumlamalar, kara para trafiği de tarihin karanlığına mı itilecek? Yapanlar yaptıklarıyla karlı mı bırakılacak? Yoksa; yolsuzluk, rüşvet, hortumlamalar ve talanlar, hükümetin tayin ettiği emniyet mensuplarıyla ve yeniden hükümet tarafından atanan savcılar marifetiyle örtbas mı edilecek? Bir şeyi anlamakta zorlanıyorum: Hükümet, tüm yurdu kapsayan emniyet teşkilatı üzerindeki yer değişikliğine bir kılıf buldu. “Bunlar görevi kötüye kullandı” Bu nasıl bir zihniyettir ki; vurgunları, hortumcuları ve kara para aklayanları bulup, adalet önüne çıkaranlar nasıl oluyor da görevlerini kötüye kullanmakla suçlanabiliyor? Eğer öyle ise; en cahil insan bile görevi kötüye kullananların hukuk önüne çıkarılacağını bilir. Oysa, görevi kötüye kullandıklarını iddia ettiğiniz emniyet görevlilerini neden hukuk önüne çıkarmıyorsunuz da, bir başka yerde (pasif) görevlendiriyorsunuz. Bu nasıl hukuk sistemi; bu nasıl bir yönetim anlayışı; işte bunu anlamak çok zor!

Vurgun ve talan operasyonunun bütününe bakıldığında şunları ilave etmek mümkün görünüyor: Öteden beri Emniyet Teşkilatı’nda ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda ‘F TİPİ’ bir örgütlenmeden sıkça bahsedilmişti. Emniyet teşkilatına atamayı yapanlar bugünkü iktidar değil midir? Gerçekten ‘F TİPİ’ bir örgütlenme var ise, Fethullah Gülen’in kadrosu emniyet teşkilatına atanmış demektir. Şimdi AKP ile Fethullah Gülen arasında ‘dershaneler’ sebebiyle ciddi bir sürtüşme yaşanıyor. Sayın devletlimiz, vurgun operasyonu patlak verdiğinde Türkiye’de paralel bir devlet yapılanmasından ve çeteleşmeden bahsetmişti. Bu çetelerle ve devlet içinde devlet ile mücadele edeceklerini söylemişti. Öyle ise; Sayın devletlimizin emniyet teşkilatına önceden atadığı Fethullahçı kadroyu temizlemeye başladığını rahatlıkla düşünebiliriz.

AKP Hükümeti’nin Ortadoğu politikası maalesef çökmüştür. Ayrıca hiçbir dünya ülkesi tarafından da ciddiye alınmıyor; hiçbir görüşü ve tezi kabul edilmiyor. Dört bir yanımız yanlış politikalar nedeniyle düşmanla çevrilmiş vaziyettedir. Sayın devletlimiz, Rusya’ya gitmiş ve konu AB üyeliği olunca; “bizi Şanghay Beşli-si’ne alın, bizde kurtulalım” şeklinde talihsiz bir söz söylemişti. Başkan Putin, Sayın devletlimizin bu cehaletine gülümseyerek karşılık vermişti. Zira Şhangay Beşlisi, Sayın devletlimizin zannettiği gibi ekonomik bir birlik değildi. Bu birlik NATO ayarında bir birlikti.

ABD ve Batı Emperyalizmi’nin bir metodu vardır; “önce seç, sonra kullan, işi bitince de fırlat at” ABD emperyalizminin bu yönde olduğunu Sayın devletlimizin danışmanlarından Cüneyt Zapsu, ABD’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kastederek; “Bunu kullanabildiğiniz kadar kullanın. Deliğe süpürmek için acele etmeyin” dediğini hem medyadan. hem de sosyal medyadan ve basından öğrenmiştik.

ABD tarafından BOP Eşbaşkanlığına getirilen Sayın devletlimiz, belli ki ABD’nin verdiği vazifeleri yeterince yerine getirememiş; ayrıca Rusya ve Çin’e yakınlaşmak istemişti. Rusya’dan Şhangay Beşlisi çıkışı, Çin ile Hava Savunma Sistemleri anlaşmaları ve Ortadoğu Politikalarının iflas etmesi Sayın devletlimizin artık hızla sona yaklaştığına işaret etmektedir.11 yıl boyunca ABD ve Emperyalist Avrupalılar, Türkiye’den alabildikleri kadarını almışlar; Sayın devletlimizi de yıpratabildikleri kadar yıpratmışlardır. ABD’ye artık yeni figüranlar gereklidir. ABD, Sayın devletlimiz sonrasında Türkiye’yi nasıl şekillendireceğini çoktan hesap etmiş durum dadır. Bu figüranlar kanımca ABD ile birtakım anlaşmalara imza attığı ileri sürülen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gibi görünüyor. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ABD’de yaptığı konuşmasında; “Şhangay Beşlisi gibi bir derdimiz yok. Biz NATO ülkesiyiz ve Batılı bir ülkeyiz. ABD bizim daimi müttefikimizdir.” diyerek, emperyalizmle kol kola yürümeye ve Sayın devletlimiz gibi AB ile ‘Katolik Nikahı’ tazelemeye hazır olduğunu dünyaya ilan etmiştir. Ayrıca Kemal Atatürk’ün “Bağımsız lık benim karakterimdir” anlayışını ve ilkelerini mason Sorosçuların insafına terk etmiştir. İktidara giden yolun Washington’a yüz sürmekten ve icazet almaktan geçtiğini bilen Kılıçdaroğlu, bu nedenle ABD ziyaretinde bulunmuş görünüyor.

Son cümle olarak; kendisinin peygamber sülalesinden geldiğini iddia eden Kılıçdaroğlu’nun imanı ve politikası asla Türkiye’yi özlenen noktaya taşıyamaz. Vurgun ve talan operasyonlarıyla sarsılan; hukuksuz tutuklamaların ve mağdur edilen yüzlerce insanın ahlarını Sayın devletlimizin ve kadrosunun aldığı abdestler, döktükleri gözyaşları ve iman yüklü namazları aklayamayacak ve paklayamayacaktır. Zira Yüce Allah (c.c.) kullarının niyetlerini ve amellerini çok önceden bilendir. Herkesin niyetine göre önüne kısmet çıkartır. Bu kısmet ya kahredici olur, yada şereflendirici olur. 11 yıl boyunca yapılan sakat uygulamaların sonuçları birer birer ‘ilahi adaletin bir tecellisi’ olarak ortaya çıkıyor. AKP iktidarının 11 yıllık icraatlarına baktığımızda şu atasözleri aklımıza geliyor; “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste; ne ekersen onu biçersin; bu dünya etme bulma dünyasıdır” Düşünen akıllar ve gören gözler için ortaya çıkanlar birer ibret tablosudur, vesselam.

 

20.12.2013

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.