CHP ve Kanatları – 3. Yol ve Politikaları

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Referans İçerik: 
CHP ve Kanatları

Bir önceki yazıda sosyal demokrasi ideolojisinin tarihsel sebeplerle “ulusal-evrensel” sentezi yaparak, tutarlı kuvvetli politikalar üretmesi gerektiğinden bahsedip, geçmişte bu kavramların en az birini göz ardı ederek siyaset yapan liderlerin Türk Siyasi Tarihi’nde istedikleri noktaya gelemediklerini ortaya koymuştuk. Şimdi her yanımızı saran “küreselleşme” paradigması içerisinden Türkiye’nin önüne servis edilen problemlere, bahsettiğim sentez çerçevesinde gelmesi gereken pratik çözüm önerilerini kendimce yorumlayacağım.

Hepimizin bildiği gibi kürselleşme “algı”sı teknolojinin, iletişim araçlarının gelişimiyle birlikte 80’li yıllarda ayyuka çıkmış ve kuramcılarınca Dünya’yı bir köy haline getirdiği savunulmuştur.

Gerçekten de sanal alemde başlayarak dünyayı sarsan örgütlenmeler, ayaklanmalar; piyasaları anında alt üst eden spekülasyonlar ve daha birçoğu bu söylemi kanıtlar nitelikte. Peki sırtını bu olguya yaslayarak, sermayenin önündeki -ulus-devlet, milliyetçilik başta olmak üzere- tüm engellerin kalkması gerektiğini savunanlar, piyasalara müdahalenin Dünya’nın dengesini bozan hainlikler olduğunu söyleyenler, merkezi hantal devlet yapılarının bu rüzgarın karşısında duramayacağını; devletin küçülerek sermayenin emri altına girmesi gerektiğini iddia eden neo-liberalizm bayraktarları haklı mı? Gerçekten de küreselleşme olgusu Dünya’yı küresel sermaye devletinin imparatorluğu haline getiren  “Yeni Dünya Düzeni”ne mi götürmektedir? Türkiye bu rüzgarın ve nasihatlerin külliyen karşısında mı durmalı, yoksa rüzgar yönünde hızla ilerlemeli midir?

“Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir.” Böyle söylemiş Erol Mütercimler’in deyimiyle “Fikrimizin Rehberi”. Bilinen bir gerçektir ki 70’lerde ABD mevcut Keynezyen iktisadi yapıyla orta ve uzun vadede Japonya ve Çin ile rekabet edemeyeceğini görmüş, Bretton Woods Antlaşması’na son verip liberalizm kartını süsleyerek neo-liberalizm adı altında, küreselleşme desteğiyle birlikte yeniden oyuna sürmüştür. Geldiğimiz noktada emperyalizm yalnızca şekil değiştirmiş, küreselleşme takiyesiyle yeniden kapıya dayanmıştır. 1920’lerin Amerikan mandası, İngiliz mandası fikri yerini 2000’lerde küresel sermeyanin küresel devleti mandasına bırakmıştır. Zamanında bu fikirlerin savunuculuğunu yapanlar –vatan kurtuluşu için başka fikir üretemeyecek durumda olan vatanseverleri dışarıda bırakarak söylüyorum- bugün yerlerini tüm söylemlerine ikbal kaygısı içerisinde yön veren işbirlikçi liberallere, çakma solculara(sözde) bırakmıştır.

Peki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk, bu küresel emperyal güç odaklarını ve değerlerini tümden red mi etmiştir? Onlara tamamen sırt çevirerek hiçbir şekilde ilişkiye girmeyi kabul etmemiş midir? Elbette hayır. Atatürk Batı’nın ileri değerlerini kabul ederek Türkiye’ye empoze etmiş, İngiliz Kralı 8. Edward’ı İstanbul’da ağırlamıştır. Erdal İnönü’nün de dediği gibi Dünya’yı tümden değiştiren devrimler siyasal değil bilimsel olanlardır. Bizler de günümüzde ürettiğimiz politikalarda, söylemlerimizde bunu göz ardı etmemeli, bilimin tüm çıplaklığıyla ortaya serdiği “küreselleşme” olgusunu, küresel sermaye kuramcılarının çarpıtmalarını ayıklayarak kabul etmeli, “küreselleşme” olgusuna “şüpheci(sceptic)” bakış açısıyla yaklaşmalı “3. Yol”dan gitmeliyiz.

Demokrasi, insan hakları gibi kavramların evrenselleştiğini ve yerinden yönetimin gerekliliğini kabul etmeli ancak konuyu eyalet sistemi ekseninde değil AB Yerel Yönetimlere Özerklik Yasası ekseninde tartışmalıyız. Mevcut siyasi düzenimizde parlamentonun ve demokrasi kurumlarının büyük ölçüde işlevsiz hale geldiğini kabul etmeli ancak çözüm önerilerinde üzerinde 93 yıllık tecrübemiz olan bir sistem değişikliğini(başkanlık, yarı-başkanlık sistemi) değil; parlamentoyu ve demokrasiyi güçlendirecek siyasi partiler yasasının değiştirilmesi, barajın düşürülmesi, sendikaların ve derneklerin korunması gibi önerileri ön plana çıkarmalıyız. Türkiye’de yaşayan herkese Türk demenin yanlış olduğunu kabul etmeli ancak Türk Milleti kavramını etnik bir söylem haline dönüştürülerek tüm tarihimizin faşist olarak itham edilmesinin, etnik bir kargaşa çıkarmanın önünün açılmasının ve her şeyden önce kimliğimizden koparılmanın karşısında durmalı “Türk Vatandaşlığı” kavramında birleşmeliyiz. Demokrasinin herhangi bir şekilde dışarıdan müdahale kabul etmemesi gerektiğini kabul ederek mevcut Ergenekon-Balyoz dava süreçlerini tümden reddetmemeli; adil yargılama, uzun tutuklulukların engellenmesi, davalarını ÖYM’lerin elinden alınması talebinde bulunmalıyız. Sözde çözüm sürecinde APO ile görüşülmesine değil, bir teröristin halk kahramanı olarak lanse edilmesine ve devletle yaptığı gizli pazarlıklar sonucu imza atmaya hazırlandıkları hukuksuzluklara, Türkiye’yi sokmaya çalıştıkları federe İslam Devleti arkasından bölünme yoluna karşı çıkmalıyız. Özelleştirmelere, yabancı sermayeye tümden karşı çıkmamalı ancak yabancıların stratejik kurum ve kuruluşlarımıza, üniversitelerimize, sağlık kuruluşlarımıza sahip olarak egemenliğimizi tehdit etmesinin karşısında olmalıyız.

Uyanık olmalı, oynanan oyunları bozup Mustafa Kemal Atatürk’ün hayalini kurduğu çağdaş uygarlık seviyesinin de üzerindeki Türkiye Cumhuriyet’ini yeniden inşa etmeye çalışırken bir çocuk heyecanıyla değil, bir olgun ihtiyatıyla hareket etmeliyiz. Onların yaptıkları gibi, “yavaş yavaş, sindire sindire, hap gibi yutturarak”.

 

Eren GÜRER

eren.gurer@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.