Bir Garip "Uluslararası" İlişkiler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Samet ZENGİNOĞLU

Aslında bilgisayarın başına oturduğumda küreselleşmenin iç çelişkilerinden bir tanesini ele almayı düşünüyordum. Lakin bu çelişkinin traji-komik yanını düşünürken esas traji-komik durumun bölümümle alakalı olduğunu düşünmeye başladım bir kez daha. 

Şimdi, bölümün adı malum: ‘Uluslararası İlişkiler’ hatta bölümün hakkını verelim: ‘International Relations’. Harika! Bir dönem Cem Yılmaz’ın esprilerine de konu olan bu bölüm hakkında hala ama hala Türk halkının büyük bir çoğunluğunun pek bir fikri yok. Çocukları, yakın akrabalarının çocukları, komşularının çocukları, ahbaplarının çocukları bu bölümde okuyan aileler müstesna. Çok saydığıma bakmayın, bu aile fertlerinin belli bir kısmı da bölüme dair fikri varmış görünür. Yine de, sevindirici olan şey, artık bölümün iki yıllık olup olmadığı üzerine yoğunlaşan tartışmaların harareti azaldı, bunu belirtmek lazım. Önceden dört yıllık cevabını verdiğinizde, “dört sene ne anlatıyorlar yahu size?” gibi sorularla karşılaşan arkadaşlarımız da vardı(r). Dört yıl boyunca bu konuda çok farklı diyaloglara şahit oldum, ama birkaç tanesini paylaşmazsam olmaz. Bir kere, her uluslararası ilişkiler öğrencisinin nefret ettiği sorudur: “Okul bitince ne olacaksın?” dikkatinizi çekerim, “ne yapacaksın?” değil “ne olacaksın?” Çünkü zaten ne olacağımızı söylesek, ne yapacağımız da hemencecik belli olacak. Çoğu cevap; ‘Birkaç seçenek var ama bakalım’ üzerinedir. İsmiyle müstesna bu bölümde bu soruya cevap verilmediği an, ismin parlaklığı hafiften kararmaya başlar. Birinci sınıftayken, bu sorudan muzdarip olan birkaç arkadaş ile bir hocamıza bu soruyu sormuştuk. Yani; “Hocam, sonuçta mühendisliği bitiren kişi, mühendistir; eğitim fakültesinden mezunsanız; öğretmensiniz; hemşirelik deseniz öyle, peki ya biz?”. O vakit cevap olarak; “Sosyal Bilimci” cevabını almıştık. Hadi bakalım, mevzu daha da çetrefilleşti. Ama sosyal bilimci tabirini de beğenmedik değil hani. Bundan sonra ‘ne olacaksın?’ sorusuna karşı verilecek cevap belli.

O yaz, bir büyüğüm sordu malum soruyu. Ben de cevap olarak “sosyal bilimci olacağım” dedim, edayla. Ama alınan tepki, bu havalı tabirin de sonunu getirdi: “Ooo maşallah, benim oğlan da fen bilgisi öğretmeni olacak”… Burada hiçbir fen bilgisi öğretmeninin alınmasına gerek yok. Çünkü mevzu karşılaştırma değil, mevzu bizim hala karşı tarafı tatmin edici bir cevap bulamayışımız. Hala da bulabilmiş değiliz… 

İşin bir de ‘uluslararası’ olan boyutu var. Bizzat yaşadığım için söylüyorum, eğer ki pek çok kimsenin birbirini tanıdığı küçük bir yerde yaşıyorsanız, dördüncü sınıfa geldiğinizde sizden pasaport, vize ayarlanmanızı isteyen insanlar görmeniz sürpriz olmamalı. Yani, hem meramınızı anlatamıyorsunuz hem de büyük bir ilgi görüyorsunuz. Uluslararası boyutun ikinci kısmı da şu: Saat yönünde, Şili’den, Japonya’ya kadar, ülkesel, bölgesel, örgütsel ve nihayetinde küresel bir dizi ders, konu, proje (ve belki de daha fazlası) vardır. Eğer metodolojik anlamda hakkını verirseniz, Şili'ye ya da Japonya’ya gitmemiş olsanız bile, saatlerce o ülke hakkında konuşabilirsiniz. En başta küreselleşme üzerine düşüncelerden yola çıktığımı belirtmiştim ya işte bu husus da onunla alakalı. Küreselleşmenin bilgi boyutu öyle bir hale geldi ki, artık ‘çok gezen mi, çok okuyan mı daha çok bilir?’ sorusuna verilen cevapta denge, çok okuyan lehinedir. Düşünün ki, bundan bir asır önce bir ülkede yaşanan gelişmelerden haberdar olmak ile bugün arasındaki fark ne kadar derindir. Öyle ki, artık bazı gelişmeler gerçekleşmeden bile çeşitli siteler üzerinden bilgiler aktarılıyor. İşte uluslararası ilişkiler öğrencileri de (üstüne alınanları tenzih ederim) çok gezmese de çok okuduğu için uluslararasılaşan bir topluluk.

Peki, neden küreselleşen bir topluluk demedik de, uluslararasılaşan bir topluluk dedik? Çünkü şayet gerçek anlamda küreselleşen bir dünyada yaşasaydık, kişilerin serbest dolaşımı üstündeki engeller de kalkmış olurdu. Ya da en azından uluslararası ilişkiler ve buna benzer bölümlerin öğrencilerinin günler, haftalar ve belki aylar süren vize alabilme problemi olmazdı. İşte küreselleşme adına bir çelişki daha ve işte uluslararası ilişkiler bölümü adına bir traji-komik durum daha… Hâsılı, belki Kanada’da ya da Singapur’da mektup arkadaşımız yok ama, yine de bu bölüm bittikten iki üç ay sonra konsolos ya da büyükelçi olacağımızı düşünen sevdiklerimiz var. Bütün bunlara rağmen, bu tür traji-komik durumlarla karşılaşan meslektaşları ve bu tür durumların ortaya çıkmasına sebep/vesile olan temiz yürekli ve iyi niyetli sevdiklerimizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum… İyi var(sın)ız.

 
Samet ZENGİNOĞLU
iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.