Bir Analiz: Türkiye-İsrail İlişkileri

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Bekir AYDOĞAN

 

Devletler dış politikalarını belirlerken hem askeri, siyasi, ekonomik ilişkilerini hem de tarihi, kültürel ve ideolojik yakınlıklarını ön planda tutar, içinde bulunulan dönemin güç dengelerini de hesaba katarak; kimi zaman çıkar odaklı kimi zaman da kimlik temelli politikalara yönelirler.

Türkiye de İsrail ile olan ilişkisini uzun yıllar bu minvalde tutmuş; Cumhuriyet’in kurulumundan 1980’lere kadar bölgede izlediği denge politikası ve Orta Doğu ile olan düşük profilli ilişkisiyle, İsrail ile inişli çıkışlı, daha çok istihbarat işbirliği seviyesinde yakınlık yaşamıştır. 1980’lerden itibaren ise iki ülke arasındaki ilişkiler; istihbarat işbirliğine ek olarak, askeri ve ekonomik alanda da yayılma göstermiş, 2000’li yılların başlangıcından bugüne kadar ise; Dökme Kurşun Operasyonu olarak adlandırılan İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırı, Davos Zirvesi’inde yaşanan kriz ve en son Gazze filosu saldırısında Mavi Marmara Gemisi’ne yapılan baskın ile Türkiye-İsrail ilişkileri, içinde bulunduğumuz dönemin değişkenlerinin de etkisiyle tamiri zor bir sürece girmiştir.

İki ülkenin geçmişte uzunca bir süre devam etmiş çıkar odaklı politikalarını göz önünde bulunduran Mustafa Kibaroğlu’na göre; Türkiye-İsrail ilişkileri, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmekte, toprak bütünlüğüne karşı bir dönem tehdit oluşturan ve talepler dile getiren Suriye’ye karşı ve laikliği zedeleyebilecek politikalar yürüten İran’ı dengelemek için iyi bir zemin oluşturmaktadır. Güvenlik odaklı politikaların ön plana çekildiği ve her iki devletin de dönemsel olarak bu noktada ortak çekinceleri olduğunu düşünürsek çıkar temelli yakınlıklarını anlayabiliriz.

Tabii bu noktada devletlerin kendilerini nasıl tanımladıkları da önemlidir. Devletleşme çabalarını Osmanlı son döneminden ikinci Dünya Savaşı’na kadar sürdüren ve bu savaşta yaşanan Yahudi Soykırımı sonrası kurulan İsrail, kuruluşundan bugüne değin kendisini güvende hissetmemiş, etrafında bulunan Arap devletlerinden ötürü “dış çevre” politikasını güderek, Arap olmayan devlet ve unsurlar ile yakın ilişkiler kurmuştur. Bu doğrultuda İsrail; Türkiye, İran, Etiyopya gibi devletlerle ilişkilerini sıcak tutmayı amaçlamıştır. İsrail’in; İran Şahı Rıza Pehlevi döneminde Irak’a karşı; İsrail-İran İşbirliği’ni kurması “dış çevre” stratejisinin ilk örneklerinden sayılabilir. Hatta bu işbirliğinin İsrail’in uzun yıllar uygulayacağı stratejisinin diplomatik ve entelektüel sürecini başlattığı söylenebilir. İran’da 1979 yılında yaşanan İslam Devrimi sonrasında İran ile olan ilişkileri sona eren İsrail, 1979 sonrasında Türkiye ile olan işbirliğini geliştirmek adına atılımlar yapmıştır.

Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiye kimlik temelli bir tanımlama yaptığımızda; her iki ülke de ilişkilerin sıcak tutulduğu dönemlerde Alexander Murisona göre; laik, Batı yanlısı, milliyetçi ve yalnız devlet olarak adlandırabileceğimiz bir görüntü çizmiştir. Deniz Ülke Arıboğan’a göre ise; Türkiye sadece bir Ortadoğu ülkesi olarak tanımlanamaz. Hem konumu, hem de iç-dış politik yönelimleri itibarıyla bir eklem noktasındadır ve çoklu bir kimliğe sahiptir, yerleşiktir. Balkanlar'a, Avrupa'ya, Karadeniz'e, Kafkasya'ya açılan kapı niteliğindedir ve hepsinin parçasıdır. Bu her yere ait olma özelliği, zaman zaman hiçbir yere ait olamama duygusuna dönüşse de Türkiye'nin özgün yapısı budur. Herkesten ve hiç kimseden olmak böyle bir duruştur. 'Öteki'lik ve ait olamama duygusu, farklı bir formatta İsrail için de geçerlidir. Ortadoğu'da konumlanıp, Ortadoğu ailesine kabul edilmeyen, buna mukabil her geçen gün kültürel bakımdan Ortadoğululaşan bir devlettir İsrail. Politik, kültürel kodları özünde Batılı olmamakla birlikte Batı sisteminin içerisine tıpkı bir Avrupa devleti gibi kabul edilmiştir. İki devletin yakınlığını sağlayan en temel unsurlardan birisi bu çoğul kimliktir.

Türkiye ile İsrail’in çıkar ve kimlik odaklı ortak yanları olmasına rağmen, 2000’li yılların ortalarından itibaren iki ülkenin ilişkileri; Türkiye’nin değişen dış politika vizyonu sonucu Orta Doğu bölgesine yönelik artan siyasi ve ekonomik ilgisi hasebiyle değişime uğramıştır. Bu dönemi yeni yapan faktörler arasında İsrail’in şiddeti siyasi bir araç olarak kullanması çok büyük bir etken değildir. Zira İsrail kurulduğu günden itibaren güvenliğini tehlikede varsayarak şiddeti ön planda tutmuştur ve bu durumda Uluslararası Kriz Grubu’ndan Hugh Pope’a göre; Türkiye-İsrail ilişkileri büyük ölçüde İsrail’in Filistinlilere karşı tutumuna endekslidir. Bir bakıma iki ülke ilişkilerinin sabit değişmezi olan bu sorun, son dönemde Türkiye’nin bölgesinde almak istediği inisiyatifler ışığında farklı tepkiler doğurmuş, her iki ülke de geçmişteki yakınlıklarını gerektiğinde yok sayarak keskin tepkiler verebileceklerini ve yeni müttefiklere yönelebileceklerini göstermişlerdir. Türkiye’nin başta İran ve Suriye olmak üzere İsrail’in sıcak bakmadığı ülkelere yönelik yakın ilişkileri ve İsrail’in; Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerle yeni dönemde yaptığı anlaşmalar ve ziyaretler, iki ülkenin geçmişte var olan yakınlıklarının büyük ölçüde değişime uğradığını gösteriyor.

Düşük Profilli İlişkiler: 1949-1980

Türkiye; İsrail’i 28 Mart 1949’da tanımış, CHP iktidarının Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, tanıma kararını gerekçelendirirken, İsrail’in bölgenin bir gerçeği olduğu ve halihazırda bir çok ülke tarafından tanınmış olduğunu vurgulamıştır. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, karşılıklı olarak elçilerin atanmasıyla 1950 yılında başlamıştır. Ancak, 1956 yılında İsrail’in Fransa ve İngiltere ile işbirliği halinde Mısır’a saldırması sonucu, Türkiye Tel Aviv’de bulunan elçisi Şevket İstinyeli’yi geri çağırmış ve Filistin meselesinin çözülmesinin elçinin geri gönderilmesi için elzem olduğunu ilan etmiştir. Bu konuda bir ilerleme olmaması sonucu, Türkiye’nin Tel Aviv’deki temsilciliği uzun yıllar maslahatgüzarlık seviyesinde kalmıştır.

Bu gelişmeler yaşanırken, İsrail kurulduğu yıldan itibaren “dış çevre” stratejisiyle Arap olmayan devlet ve unsurlarla ilişkilerini geliştirme odaklı politikalara yönelmiştir. Bu amaçla; Türkiye, İran ve Hıristiyan nüfusu yüksek olan Etiyopya ile ilişkilerini geliştirmek istemiş, Lübnan’da yaşayan Maruniler, Irak’ta yaşayan Kürtler ve Süryaniler ile olan temasını da güçlendirmiştir.

29 Ağustos 1958’de İsrail Başbakanı David Ben Gurion, Türkiye’ye gelerek Adnan Menderes ile Çevre Paktı’nı imzalamıştır. Bu anlaşma boyunca Türkiye İsrail’den tarımsal alanda destek almış; İsrail ise Türkiye’nin hava sahasını kullanarak eğitim uçuşları gerçekleştirmiş ve her iki ülke de muhtelif zamanlarda birbirlerine ziyarette bulunmuştur. Sekiz yıl süren bu anlaşmayı, 1966 yılında Türk tarafının elzem bir sorun haline gelen Kıbrıs konusunda Arapların desteğini almak için sona erdirdiği zikredilmektedir. Zira 1960’lı yıllarda Türkiye Kıbrıs konusunda hem Arap devletlerin hem de Müslüman devletlerin desteğini almak için Filistin meselesinde hem bölgesel anlamda hem de uluslararası arenada Araplara olan sempatisini belirgin şekilde göstermiş; İsrail ile olan ilişkilerini de bu dengede kesintisiz bir seviyede sürdürmüştür.

1965 yılında Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, Filistin sorunu için acil bir çözüm bulunması gerektiğini söylemiş, iki yıl sonra gerçekleşen Altı Gün Savaşı sonrasında ise dönemin Dışişleri Bakanı İsan Sabri Çağlayangil, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çıkmasının barışın tesisi için bir ön koşul olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca 1967 Savaşı’nda İsrail’e yardım etmek isteyen Amerika’ya İncirlik Üssü’nü kullandırtmamıştır. 1973 Savaşı’nda İsrail’e yardım etmek isteyen Amerika’nın İncirlik üssünü kullanmasını engelleyen Türkiye, Arap ülkelerine askeri malzeme taşıyan Sovyet uçaklarına hava sahasını açmıştır. 1975 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Siyonizmi ırkçılığın bir türü olarak nitelendiren karara Türkiye de olumlu yönde oy kullanmıştır.

Yakınlaşan İlişkiler: 1980-2000

Öte yandan, Türkiye 1980’li yıllara kadar Arapların Kıbrıs konusunda beklentilerini karşılamadığını görmüş ve bu sebeple İsrail ile olan ilişkilerini tedrici bir şekilde artırmaya başlayıp, istihbarat alanında var olan işbirliğini geliştirmiştir. İsrail’in 1982 yılında Lübnan’a yaptığı müdahale sırasında ASALA Kamplarına girmesi ve elde ettiği bilgileri Türkiye ile paylaşması sonucu tecrübeli diplomat Ekrem Güvendiren İsrail’e maslahatgüzar olarak atanmış ; bütün bu gelişmeler iki ülkenin de birbirlerine olan güven duygularını geliştirmesi bakımından önem teşkil etmiştir. Zira 1979 yılında İran’da yaşanan İslam Devrimi’nin ve Filistin Sorunu odağında Irak ile Suriye’nin İsrail’e karşı derinleşen düşmanca tutumlarının, İsrail’in “dış çevre” stratejisine olumsuz etkisi, İsrail’in Türkiye ile olan ilişkilerini geliştirmesini gerektirmiş; yakınlaşan ilişkilerin etkisi siyasi ve ticari alanlarda kendisini göstermiştir.

ABD’deki Yahudi lobisinin en önemli kuruluşu olan, Amerika İsrail Kamu Meseleleri Komitesi (The American Israel Public Affairs Committee-AIPAC), ve Yahudi Ulusal Güvenlik İşleri Enstitüsü (Jewish Institute for National Security Affairs), Amerikan Kongresi’nde Türkiye aleyhtarı yasa tasarılarına karşı Türkiye ile beraber mücadele etmiş ve 1989 yılında Ermeni soykırımını tanıyan bir tasarının reddedilmesinde AIPAC önemli bir rol oynamıştır.

Ayrıca Bakü-Ceyhan boru hattına birçok Yahudi kuruluşunun desteği olmuş, 1999 yılında İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey yetkililerinden Şimon Stein Bakü-Ceyhan boru hattına İsrail devletinin desteğini açıklamıştır.

İsrail ile yakınlaşan ilişkilerin kendi çıkarlarına olumlu etkisini gören Türkiye, 1991 yılında eşzamanlı bir kararla İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü temsilciliklerinin seviyesini büyükelçilik seviyesine yükseltmiş; 1990’ların başından itibaren İsrail ile olan ilişkiler birçok bakanın ve üst düzey bürokratın karşılıklı ziyaretleriyle gelişmiştir.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde Arap ülkelerini en çok rahatsız eden mesele ilişkilerindeki askeri unsurlar olmuştur. 1994 yılında her iki ülke Hava Kuvvetleri arasında eğitim anlaşması, 1996’da ise Askeri Eğitim ve İşbirliği anlaşması imzalanmış, bir gün sonra da Türk Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı İsrail’i ziyaret eden ilk Türk Genelkurmay Başkanı olmuştur. Bu anlaşmalara göre, her iki ülke arasında ayrıntılı askeri işbirliği yapılacak, İsrail Türk F-4 uçaklarını modernize edecek, İsrailli pilotlar eğitim amaçlı Türkiye üzerinde uçuşlar yapabilecekti. Öte yandan, Türk Milli Savunma Bakanı Turan Tayan’ın Mayıs 1997’deki İsrail ziyaretinde terörizmin arkasında Suriye’nin olduğu şeklindeki demeçlerine İsrailli meslektaşı Yitzhak Mordechai’in destek olması Suriye’ye karşı iki ülkenin yakın işbirliği içinde olduğunu gösteriyordu. Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması ve yakalanması aşamasında ABD-İsrail istihbarat desteği; iki ülkenin 1997 yılı Aralık ayında İsrail Savunma Bakanı Yitzhak Mordechai’nun deyimiyle ilişkilerinin “stratejik ortaklık” seviyesine ulaştığının bir göstergesiydi. Zira İsrail; Orta Doğu’da İran, Irak ve Suriye üzerinden gelebilecek saldırılara karşı Türkiye hava sahasını kullanma düşüncesiyle bir kazanım elde ettiğini düşünüyordu. İsrail’in Türkiye ile yakınlaşan politikalarının diğer ayağını ise ekonomik faktörler oluşturuyor; gelişmiş silah teknolojisi ve sanayisi hem Türkiye’de hem de Türkiye vasıtasıyla ulaşabileceği çevre ülkelerde yeni pazarlar açma düşüncesiyle stratejik ortaklığı ticari alandaki işbirliği ile geliştirmiş oluyordu.

Türkiye’nin PKK ile mücadelesi hasebiyle İsrail ve Mısır’ın ardından ABD’den en çok silah ithalatı yapan ülke olması , ABD’nin bu ithalatı belirli bir seviyede azaltmasının bir sonucu olarak Türkiye’nin İsrail ile silah ithalatı konusunda anlaşması ve Türkiye’nin iç politikasında yaşanan gelişmelerin etkisi; Türkiye-İsrail ilişkilerine etkin bir şekilde nüfuz etmiştir.

Zira dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın “irtica, PKK’dan daha tehlikeli” şeklindeki açıklamasından; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlarında etkili olduğu görülen İslamcılık hareketinin, Türkiye ile İsrail’in yakınlaşmasında psikolojik bir etken olduğu da görülmektedir.

Gerileyen İlişkiler: 2000-2011

Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasında güvenlik odaklı politikaların ve rejim değişikliğine dair duyulan endişelerin etkili olduğunu; İsrail için ise bu durumun güvenlik ve ekonomik alanlarda sürdüğünü söyleyebiliriz. Ancak her iki ülkenin ilişkilerine dair yaklaşımlarının 2000’li yıllarda aldığı konum; Türkiye’nin AK Parti hükümeti ile edindiği yeni dış politika vizyonu ile İsrail’in Türkiye’yi gözden çıkarıcı ve yeni “stratejik ortaklar” bulmaya yönelik adımları neticesinde değişikliğe uğramıştır.

Aslında son dönem Türkiye-İsrail ilişkilerini ele alırken, ülkelerin dış politikada ‘kimlik’ ve ‘çıkar’ kavramlarına yükledikleri değerlerin değiştiğini, Orta Doğu’da Irak Savaşı ve İsrail kaynaklı istikrarsızlığın Türkiye’nin yeni dış politika vizyonuna uymadığını fark edebiliriz.

2002’den önce ‘batılı’, ‘laik’ bir ülke olarak adlandırılan Türkiye; sonrasında ‘Müslüman’ ve ‘Osmanlı’ kimliklerini de bünyesinde barındırarak, İsrail ile olan ‘devlet kimliği’ benzerliklerinde azalmalar yaşamıştır. İsrail ile azalan ortak noktalar, Türkiye’nin; İsrail’in ‘dış çevre’ politikasıyla dışladığı ülkelerle ekonomik, kültürel ve nihayetinde siyasi ilişkiler kurması ve İsrail ile ilişkilerinde belirgin bir soğumaya gitmesi Türkiye adına‘eksen kayması’ tartışmalarını gündeme getirmiştir. İsrail ile ilişkilerin gerilemesindeki diğer önemli sebep ise iki ülkenin ‘çıkar’larının kesiştiği noktaların belirgin bir ölçüde azalmasıdır. Irak’ın Körfez Savaşı’ndan bu yana İsrail için tehdit oluşturması, Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasıyla sona ermiş, ortaya çıkan yeni tabloda; Irak’ın İsrail için bir tehdit olmayışı ve yaşadığı derin istikrarsızlığın yakın komşusu olan Türkiye’nin aleyhine etkisi karşımıza çıkmıştır.


Öte yandan 2000’lerden sonra İsrail ve Filistin tarafından yapılan barış görüşmelerinin sonuç vermemesi ve İsrail’de yönetime gelen radikal sağ görüşlü Likud Partisi’nin keskin tavırlarının da etkisiyle Filistin’de yaşanan İntifada’lar, iki ülkenin 1980’lerden itibaren sürdürdükleri yakın ilişkilerini sekteye uğratan ilk doğal gelişmeler olmuştur. İsrail’in Filistin ve Lübnan ile yaşadığı sorunlar ve yaşanan savaşlar, Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanlığı tarafından birçok platformda İsrail merkezli insanlık dramı olarak dile getirilmiş, İsrail ile düzenli olarak sürdürülen askeri tatbikatlar sona erdirilmiş ve İsrail Dış İşleri Bakanı Yardımcısı Danny Ayalon’un Türkiye Büyükelçisi Oğuz Çelikkol ile yaşadığı ‘alçak koltuk krizi’ uzun süre etkisini ilişkilere yansıtmıştır. Gazze Filosu’na İsrail tarafından yapılan saldırının ilişkilere yüklediği yeni zıtlıklar ise hem Orta Doğu’da hem de dünyada geniş yankılar uyandırmıştır.

İsrail’in gerginliğe dayalı güvenlik politikaları ve Türkiye’nin istikrar yaratmaya dönük siyaset anlayışı son dönemde etkisini artırmıştır. Türkiye, ekonomisinin ve güvenliğinin gelişmesinde komşuları ile olan iyi ilişkilerin etkisini anlamış; Orta Doğu’da İsrail ile yakın ilişkilere sahip olan ülkelerin Arap ve Müslüman toplumlara hitabının zorlaşacağını idrak etmiştir. Uzun yıllar yok saydığı ve çekinceyle yaklaştığı Kuzey Irak ile ilişkilerini artırmış, bölgede var olan İsrail nüfuzu ile rekabet eder hale gelmiştir.

İki ülkenin ilişkilerinde yaşamış olduğu olumsuzluklar ve İsrail’in Orta Doğu’da yaşanan ‘halk ayaklanmaları’ sonrası bölgedeki müttefiklerini de kaybetme korkusuyla yaşadığı yalnızlık, İsrail’in; Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini geliştirip yeni ortaklıklar tesis etme düşüncesini belirginleştirmiştir. Aslında Türkiye’nin komşuları ile İsrail’in son dönemde bu kadar yakın ilişkilere yönelmesi ve Türkiye’nin de Orta Doğu coğrafyasında özellikle İsrail’in sürekli hedef gösterdiği İran ve diğer bütün Arap ülkeleriyle olan yakınlığı ve bölge ülkelerinin aralarındaki anlaşmazlıklara aracı sıfatı ile çözüm üretmeye çalışması göze alındığında; iki ülkenin birbirine zıt dış politikalar ürettiği gözlemlenmektedir.

İsrail’in olası ittifak tesislerine baktığımızda, ‘devlet kimliği’ değil de ‘çıkar’ odaklı politikalar ürettiğini görebiliriz. Zira Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik kriz; devleti ve vatandaşları karşı karşıya getirmiş, yönetim çözüm için her yolu dener hale gelmiştir. İsrail ise Türkiye’de yaptığı uçuş talimlerini Yunanistan kara suları üzerinde yapma ve ürettiği silahları pazarlayabileceği bir başka ülke bulmuştur. Aslında Yunanistan, Ortodoks kimliği üzerinden yıllarca İsrail karşıtı sürdürdüğü politikaları ile İsrail’in kurulmasına karşı çıkan tek Avrupa ülkesi olmuş, yaşanan İsrail-Filistin savaşlarında Yahudi karşıtı tavır takınmıştır. Yunanistan’ın Yahudi sermayesini çekmeye yönelik bu tavırları, uzun vadede aleyhine işleyecek; AB’nin çoğu zaman İsrail’e olan olumsuz eleştirel tavırları, olası bir İsrail-Filistin sorununda Yunanistan-İsrail ilişkilerini de olumsuz etkileyecek, üstelik Yunanistan, İsrail ile olan yakınlaşmalarından ötürü Arap/Müslüman ülkelerce dışlanacak ve İsrail ile yaptığı kapsamlı savunma anlaşmalarından ötürü zaten zor durumda olan ekonomisini bir başka yükün altına daha sokacaktır. Görüldüğü gibi İsrail’in ‘çıkar’larına hitabeden ve uzun vadede Yunanistan’ın aleyhine olan bu ilişki, Yunanistan’ın Türkiye ile ilişkilerinin de gerilemesine sebep olacaktır.

İsrail sadece ekonomik değil, görüldüğü gibi askeri alanlarda da ilişkilerini geliştirmek istemekte; hatta Bulgaristan gibi bazı Balkan ülkelerinde İstihbarat alanında iş birliği oluşturmaktadır. Özellikle Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’ın tarihten gelen İslam ve Türk karşıtı bakış açıları da, İsrail’in politikalarında etkili olmaktadır.

İsrail’in; Romanya ile yapmakta olduğu askeri tatbikatları artırarak, Bulgaristan’ı da buna dahil etmeye yönelik adımları, bu ülkelere ek olarak Makedonya ve Karadağ ile de yaptığı ticari anlaşmalar ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptığı petrol ve doğal gaz paylaşımı anlaşmaları, Türkiye ile ilişkilerinin kötüleşmesiyle dış politikasının hangi boyutlara geldiğini göstermektedir.

Sonuç Yerine

İsrail’in asker ya da radikal dini talepleri olan yöneticiler tarafından yönetilip, sürekli güvenlik odaklı dış politika sürdürmesi, Orta Doğu’nun refahı ve istikrarı için olumsuz etki etmekte; Obama yönetimindeki ABD ise bölgede istikrar talep etmektedir. Türkiye; İsrail ile uyuşmazlıklar yaşayıp, adeta zıt politikalar gütse de, ticari ve diplomatik ilişkilerini sürdürmekte, bölgesinde istikrar isteyen politikalar üreterek, Orta Doğu devletlerine batı algısında ‘model’ teşkil etmektedir.


Bu noktada İsrail’in agresif ve geri adım atmaz tavırları Orta Doğu’da barışı zora sokarken, ABD’nin ve AB’nin belirgin bir İsrail eleştirisi yapmaktan kaçınması, uzun yıllardır görüldüğü üzere çözüm aleyhine işlemektedir. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yaşanan ‘halk ayaklanmaları’ ve ‘yönetim değişiklikleri’ nihayete erip olgunlaştığında, karşımıza farklı bir düzen çıkar ise İsrail’in müttefik/düşman algısı ve tavırları ister istemez değişikliğe uğrayacaktır.

Mevcut dengeler bunları gösterirken, Türkiye ve ABD’de yaklaşılan seçim süreci beraberinde yeni soru işaretlerini de getirmekte, ılımlı bir demokrat olan Obama’nın yerine agresif ve İsrail yanlısı bir dış politika güden cumhuriyetçi bir başkanın seçilmesi, Orta Doğu’da Türkiye’nin de dahil olduğu denklemi derinden etkileme eylemini düşündürmektedir. Öte yandan, Türkiye’de yaşanacak seçimlerin etkisi ise Ak Parti’nin yeni dış politika vizyonunu değiştirecek bir nihayete ererse, Orta Doğu denklemini bir başka değişkenin daha etkilemesi ihtimali doğacaktır.

Bekir AYDOĞAN

iletisim@politikadergisi.com

Alıntılar:

1- Mustafa Kibaroğlu, “Turkey and Israel Strategize”, Middle East Quarterly”, Vol. 9, Sayı. 1, (Kış 2002),
ss.61.-65.
2- Özgül ERDEMLİ, “İsrail’in Irak Politikasına bir Bakış”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 2000,Cilt:6 Sayı:3, s:221.-222.
3- http://www.aksam.com.tr/turkiye-israil-iliskileri-nereye-246y.html
4-“Turkish Anger a problem for Israel”, Newsweek, htttp://www.newsweek.com/2010/05/31Turkishanger-
a-problem-for-israel.html
5- Alptekin Dursunoğlu, Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail ilişkilerinin Öyküsü, (İstanbul: Anka, 2000), s.31.- 32.
6- Suha Bölükbaşı, “Behind the Turkish-Israeli Alliance; A Turkish view”, Journal of Palestine Studies,
Cilt.. XXIX, No. 1, (Sonbahar, 1999), ss. 23.-24.
7- Çağrı Erhan ve Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu ile İlişkiler: İsrail’le İlişkiler”, Baskın Oran, ed., Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar I.Cilt içinde, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2006), sf: 799.
8- Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bölükbaşı, a.g.e., s. 30.-31.
9- Murinson, Alexander, Turkey’s Entente with Israel and Azerbaijan: State identity and Security in the Middle East and Caucasus, (Londra ve New York: Routledge, 2010, s. 73.-76.
10- Bülent Aras, The New Geopolitics of Eurasia and Turkey’s position, (Londra: Frank Cass, 2002), s.60.
11- Umut Uzer, “Filistin Meselesi gölgesinde Türkiye- İsrail İlişkileri”, KOK Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Dergisi, Vol. V, No. 1, (Bahar 2003), s.189.
12- Dursunoğlu, Alptekin, a.g.e. , s. 110.-111.
13- Ha-aretz, “Turkey pledges to deepen ties”, (December 9, 1997)
14- John Tirman, “Improving Turkey’s Bad Neighborhood: Pressing Ankara for Rights and Democracy”, World Policy Journal, Vol. 15, No. 1, p. 62.

 

Yorumlar

Türkiye İsrail İlişkileri

Bekir Bey ellerinize sağlık çok başarılı ve akıcı bir makale yazmışsınız.

İsrail coğrafyasında kurmayı planladığı hegemon senaryoların dışına çıkabilecek dış politikalardan - barışçıl ve açık diplomasi - bir hayli uzaklarda siyaset izlemekte.

Bir de İsrailde halkın sosyal reform talepleri medyadamızda yeterince yer almıyor.

Tekrar ellerinize sağlık, Politika Dergisi'ne de başarılar dilerim.

İsraille ilişkiler

İsraille Türk ilişkilerinin bu kadar bağımlı olması şaşırtıcı

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.