Baba ile Oğul Esad Arasındaki Farklar

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Uygar Aktaş
Yazının Yazıldığı Tarih: 
20.06.2012

Arap aleminde takriben sekiz aydır yaşanmakta olan devrim ve isyan hareketleri Türkiye’de Arap ülkeleri hakkında yapılan akademik ve stratejik tahlil ve tedkiklerin yetersizliğini, kusurlarını ve yanlışlarını açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.

 

Bilimsellik iddiası taşıyan bu akademik/stratejik tedkik ve tahliller, bilimsel bir çalışmada olması gereken teorik çerçeve, gözlem ve bu çerçeve bünyesinde yer alan tasvir, anlama, talil/izah ve tahmin gibi boyutlar ve terminoloji bakımından zayıf ve eksik kaldığı gibi umumen batı aktarmalı derleme-çalışmalar olmaktan ileri gidememiştir. Akademisyen ve araştırmacılar kendi nesne-ülkelerini bizzat gözlemlemek, o ülkedeki havayı ve iklimi teneffüs etmek yerine Batı’da yapılmış belli başlı çalışmaları masa başında derlemeyi tercih etmiş bu sebeble de temel metin ve çalışmalarda yer alan bir çok maddi hata hiç bir sorgu ve tedkike tabii tutulmadan aynen aktarılmıştır. Binaenaleyh bu çalışmalarda biri nesnel yabancılık diğeri ruhi yabancılaşma olmak üzere birbirini tetikleyen iki husuyiyet göze çarpmaktadır. Nesnel yabancılık, bu çalışmaların yukarıda bahsettiğimiz  üzere masabaşı-derleme çalışmalar olmasından kaynaklanmaktadır. Ruhi yabancılaşma ise takriben 10 asırdır aynı kültürel iklimi paylaştığımız bu bölgedeki sosyal/ siyasi süreç ve olguları kendi kültürel kodlarımıza ve anlam sistemimize müracaat etmeden anlamaya ve izah etmeye çalışmaktan neşet etmektedir. Oysa biz bu coğrafyayı anlama ve izah etme bakımından batılı akademisyenlerden daha şanslı ve avantajlıydık.

Bu genel girişten sonra Suriye örneğine geldiğimizde bu ülke hakkında yapılan çalışmaların yukarıda saydığımız hususlar baki kalmakla beraber iki temel hata ile malul olduklarını görüyoruz:

1. Araştırmacılar Rejimin zahiri/görünen yüzü - Baas ideolojisi, siyasi sistem, kurumlar, etnik ve mezhebi yapı ile muhalefet - ile meşgul olmakta ve batıni/kapalı bir yüzün olup olmadığını hiç sorgulamamaktadırlar. Rejim, genellikle Baas ideolojisi ekseninde (sosyalist-arap ulusalcı-laik) mezhebi bir azınlığın elinde bulunan otokratik veya militarist-bürokratik diktatörlük olarak tarif edilmekte, rejimin hem iç hem dış siyaseti bu tesbitlere dayandırılarak izah edilmeye çalışılmaktadır. Oysa rejimin zahiri/görünen yüzünü teşkil eden Baas ideolojisi ve bu ideolojinin unsurları olan, sosyalizm, arap ulusalcılığı ve laiklik, bilhassa Oğul Esad dönemindeki bir çok uygulamaları (Şiileştirme faaliyetleri, Hüseyniye adı verilen medreselerin yaygın olarak açılması, Türkiye açılımı vs.) izah etmekte yetersiz kalmaktadır. Anlamak, davranışların-eylemlerin ardında yatan niyet/anlamı keşfetmek olduğuna göre bizim de rejimin uygulamalarının ardında yatan niyet ve mana bütününü keşfetmemiz gerekmektedir. Bu ise rejimin batıni/kapalı yüzünü aramak demektir. Bunun iki sebebi bulunmaktadır:

a) Ortadoğudaki bütün rejimlerin ‘meşruiyet problemi’ yaşamaları ve bu problemi bir takım kozmetik tedbir ve tasarruflarla aşmaya çalışmaları

b) Bütün Şii-Batıni ekoller gibi (İktidarı elinde tutan azınlığın mensubu olduğu) Nusayrilikte de hakikatin zahiri ve batıni yüzünün olduğuna inanılması ve‘takiyye kültürünün’ bulunmasıdır.

Bu da bizi rejimin anlam kodlarını Nusayrilik unsuru içinde aramaya sevketmektedir. Rejimin batıni/kapalı yüzü oğul Esad ile ilgili ikinci maddede ele alınacaktır.

2) Suriye ile ilgili araştırmalarda göze çarpan ikinci hata ise – ki bu daha çok gazete makalelerinde görülmektedir – Baba Esad ile oğlu arasında yanlış mukayese ve istintaçlarda bulunulmasıdır. Baba Esad’ın diktatörlere has otoriter ve mesafeli hali ile Beşar Esad’ın yumuşak ve daha batılı tavırları karşılaştırılmakta ve buradan yola çıkılarak Beşar Esad’ın, babası gibi otoriter bir lider olmadığı bu yüzden de rejim aparatını kendi kontrolü altında tutamadığı gibi bir netice çıkarılmakta hatta ülkede bir liderlik krizi olduğundan bahsedilmektedir. Buna göre Beşar Esad reform taraftarı olduğu halde bunu yakın çevresine kabul ettirememektedir. Bu araştırmacı ve yazarlar iki lider arasındaki üslub farkını vasıf farkı olarak yorumlamışlar ve Beşar Esad’ın iktidarı devraldığı günden beri ısrarla ve sistemli bir şekilde vermeye çalıştığı yumuşak, uzlaşmacı, reformist lider imajının tesirinden kurtulamamışlardır.

Halbuki Beşar Esad’ın 10 yıllık iktidarını dikkatle tedkik etmiş olsalardı böyle yanlış bir kanaate kapılmayacaklardı.  Beşar’a, babasından sadece iktidar değil aynı zamanda İsrail’le tıkanmış olan barış görüşmeleri, körfez ülkeleri ile yaşanan sıkıntılı ilişkiler, ABD ve Avrupa birliğiyle sürmekte olan gerilim gibi bazı sıkıntılar da miras kalmıştı. Buna 11 Eylül’den sonra bölgede yaşanan genel havayı ve Suriye’nin Batı tarafından ‘parya’ ülkelerden biri olarak ilan edilmesi ve bu baskı neticesinde Lübnan’dan ordusunu çekmek zorunda kalmasını da ekleyebiliriz. Beşar bu dönemde zaman zaman tavizler vermek zorunda kalmış olsa da paniğe kapılmamış bilakis bu menfi şartları içteki iktidarını perçinleyici bir vesile olarak kullanmayı başarmıştır. Daha sonra evvela Lübnan’da bütün uluslararası baskılara rağmen kendi adamı olan cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresini uzattırmış ardından Temmuz harbinde ‘Hizbullah’a’ verdiği destekle bu ülkede eskisinden daha büyük bir nüfuza sahip olmuştur. Bütün bu süreç zarfında Abdulhalim Haddam, Gazi Kenan ve Tuğgeneral Muhammed Süleyman gibi çizgi dışına çıkanları da gerek sürgün ederek gerek öldürterek tasfiye etmekten geri kalmamıştır.

Hafız Esad çift kutuplu soğuk savaş dünyasının lideriydi ve iki süper güç arasındaki dengeleri gözeten bir teminatlar rejimi ihdas etmişti. Bu teminatlar şunlardı

 

  • İç Güvenlik teminatı olarak müslümanların ayaklanması ihtimaline karşı Nusayri unsuruna dayanılması
  • Dış Güvenlik ve barış teminatı olarak en eğitimli ve techizatlı ordu birliklerinin İsrail sınırından alıp Şam etrafına yerleştirilmesi
  • Meşruiyet teminatı olarak Sünni doktrinin korunması, Arap milliyetçiliği davası ve Filistin hareketlerine sınırlı destek verilmesi.

Beşar Esad ise Adana mutabakatı öncesi yaşanan çaresizliğin tesiriyle bu teminatların yeni dünya düzeninde rejimi muhafaza edemeyeceğini anlamış, rejimin bekası için bölgede yeni dengelerin tesis edilmesi ve bu dengelere dayanılması gerektiği fikriyle tek kutuplu dünyanın kaotik ortamından ve bölgede oluşan boşluktan faydalanarak yayılmacı nüfuz stratejisi çizmiştir. Beşar Esad bu yeni stratejisiyle babasının bölge siyasetinden ayrılmış ve bu minvalde rejimin batıni/kapalı yüzüne yönelik bir takım değişikliklere gitmiştir:

 

  1. Baba Esad için Nusayrilik bir iç güvenlik teminatıydı. Her ne kadar Nusayri kitle kendi döneminde mobilize edilmiş, önemli mevkilere getirilmiş hatta kendisinin ‘ilahlığı’ tezi bu zümre içinde propoganda edilmeşse de isyan zamanları hariç sünniler ile iyi ilişkiler kurulmaya özen gösterilmişti. Cumhurbaşkanlığı için müslüman olma şartı onun zamanında anayasaya konulmuş mektep ve medreslerde sünni tedrisat aynen sürdürülmüştür. Beşar Esad ise aslında bir dezavantaj unsuru olan Nusayriliği yeni strateji çerçevesinde kendisinden faydalanılacak bir sabit veri mesabesine yükseltmiş buna paralel olarak yaptırdığı müfredat değişiklikleri ile de sünni tedrisatı zayıflatmış, ülkenin önemli sünni medreselerinin faaliyet alanlarını daraltmıştır. Sünni doktrin üzerindeki bu kısıtlamalara paralel olarak ülkede şiileştirme faaliyetleri hız kazanmış, şii Hüseyniye medreselerinin yaygınlaşmasına özen gösterilmiştir.

 

  1. İran ve Hizbullah ile ortak menfaatlere dayalı bir ilişki kuran ve fazla  güçlendiğini düşündüğü anlarda Hizbullah kamplarına askeri operasyonlar düzenlemekten de imtina etmeyen Hafız Esad’a karşı Beşar Esad İran ve Hizbullah’la sadece ortak menfaaetlere değil bilakis yukarıda zikrettiğimiz Nusayriliğin etkinleştirilmesine paralel olarak ortak hedeflere dayalı bir ilişki kurma yoluna gitmiştir. Ortak hedeflere yönelik bu işbirliği ve stratejiyi Büyük Alevi Projesi[1] olarak isimlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu proje şu unsurlardan oluşmaktadır:

 

  1. Caferi, Zeydi, İsmaili, Nusayri, Alevi ve Dürziler gibi sünni dünyanın dışında kalan ve İmam Ali’yi merkeze alan bütün islami ve İslam mahreçli gurup ve zümreleri mobilize ederek bunlar arasında sağlanacak güç birliği üzerinden bölgenin nüfuz ve kontrolünü ele geçirmek. İran ve ‘Hizbullah’ın’ Suriye olaylarından niye bu kadar telaşa kapıldıklarını anlayabilmek için bu projeyi dikkate almak gerekmektedir. Zira İran ve Suriye arasında ABD-İsrail  ilişkisine benzer hatta ondan daha derin bir ilişki bulunmaktadır. İran ve Hizbullah bu sebeple her ne pahasına olursa olsun Beşar’ı korumaya kalkacak, son ana kadar bu rejimin yanında yer alacaktır.

 

  1. Bu grup ve zümreleri zaman zaman (Körfez ülkelerinde olduğu gibi) yaşadıkları ülkelere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak

 

  1. Filistin meselesine destek vermek ve Filistin direniş örgütleriyle ilişkiler kurmak suretiyle sünni dünyaya sızarak sünni nüfuz alanları oluşturmak.

 

  1. Muazzam bir direniş retoriği ve propagandası ile bu projeye karşı çıkanları ABD-İsrail işbirlikçisi olarak karalamak

 

  1. Bilhassa Suriye kanalıyla bölgedeki ulusal-solcu laik kesimlerle ilişki kurmak ve bu çevreler üzerinden ‘radikal-siyasi islam’ tehlikesi söylemi ile hem sünnilik şuuruna sahip örgütlerin yükselişini engellemek hem de batının dikkatini bu örgütler üzerinde yoğunlaştırmak.

Görüldüğü gibi Beşar Esad babası gibi sadece rejimini korumaya gayret eden ve elindeki ile yetinen biri olmaktan öte bütün bölge üzerinde hesaplar yapan bir liderdir. Rejimin sadece zahiri/görünen yüzüne mahkum kalan değerlendirmeler rejimin hakikatini ortaya koyamadığı gibi Beşar Esad’la beraber devreye sokulan yeni siyaseti izah etmekten de acizdir. Kimileri tarafından rejimin perde arkasındaki güçlü adamı olarak lanse edilen Mahir Esad ise Beşar Esad’ın bu yeni siyaseti içerisinde güvenlikten sorumlu mutemed aktör olmaktan başka bir vasfı haiz değildir ve Beşar’a karşı çıkması söz konusu dahi edilemez.

                             _    _     _     _    _    _

Bölgede İran’ın şii yayılmacılığına dikkat çeken Arap stratejistlere göre Suriye, şii hilalinin pasif unsuru olup tamamen İran’a muhtaçtır. Bu yazarların Suriye’nin rolünü küçümsemelerinin sebebi Türkiye’yi bu projenin hedeflerinden biri olarak görmemeleri ve Suriye’nin Türkiye’ye yönelik faaliyetlerinin farkında olmamalarıdır. Suriye, Büyük Alevi projesi çerçevesinde Türkiye üzerinde oynanan oyunların hem fikir babası hem baş aktörüdür. Bunu anlayabilmek için olaylar başladığından beri Türkiye’de sergilenmekte olan Suriye yanlısı kontra-faaliyetleri takip etmek yeterlidir. Bunların baştan aşağı örgütlü ve planlı faaliyetler olduğu görülecektir. Beşar Esad, Türkiye ile kurulan ‘Stratejik ortaklık’ ilişkilerini Türkiye üzerinde nüfuz kurmak için paravan olarak kullanmış ve bu zaman diliminde bilhassa Ergenekon sabıkalı ulusalcı-sol ve Nusayri azınlık ile çok derin ilişkiler tesis etmiştir. Bu mevzudan ‘Ergenekon, PKK ve Suriye-İran ilişkisi’ adlı makalemizde teferruatlı olarak bahsetmiştik. Ama burada CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, Davutoğlu’nun Şam ziyaretinden bir gün önce yaptığı ‘Taşeron’ açıklamasına dikkat çekmek yerinde olacaktır. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması Davutoğlu’nun ziyaretini sabote etmeye yönelik bir teşebbüstü ve bu açıklama ile Beşar Esad’a ‘Sen Davutoğlu’nun taleplerine diren, biz senin yanındayız’ demek istenmişti. Bu sabote teşebbüsünün Kılıçdaroğlu’nu aştığı ve daha derin mahfillere dayandığı şüphesizdir. Bu konuda bize belki Suriye’nin eski Stratejik Araştırmalar Merkezi müdürü olan ve artık rejimle yollarını ayırmış bulunan Dr. Semir Taki’nin El Arabiya televizyonuna verdiği demeç ışık tutabilir.  Bu zat rejimin batıni/kapalı yüzüne vakıf sayılı zevattan biriydi

‘Türkiye’de ordu Esad rejimi ile gerginlik yaşanmasına karşıdır’

 


[1] Büyük Alevi Projesi derken maksadımız Anadolu Alevilerini itham etmek değil, bilakis proje çerçevesinde hedef alınan kitle ve grubların bu ülkeler tarafından hangi kriterlerle belirlendiğine dikkat çekmektir. Kaldıki Anadolu Alevileri Gazi Olayları gibi müessif ve iğrenç planlar dahilinde daha önce Türkiye’de benzer şekilde mobilize edilmek istenmiş ama büyük bir ferasetle bu oyunlardaki kirli emelleri sezmiş ve onlara itibar etmemişlerdir.

 

Uygar AKTAŞ

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.