AKP Ne Dedi? Ne Yaptı?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Onur AKSOY
Yazının Yazıldığı Tarih: 
05.08.2012

2002’de Bismillah, gömlekleri değiştirdik geliyoruz dediler, daha o gün Türkiye’de çok şeyin değişeceği sinyalini verdiler. Krizden yeni çıkmış bir ülkeyi en başta ekonomik vaatlerle kandırdılar. Kendilerinden önce uygulamaya sokulmuş, ABD’den ithal neoliberal ekonomik politikaları izlemeye devam ettiler ve bugüne dek sürdürdüler.

“Türkiye ekonomisi uçuyor” dediler, Cumhuriyetin kurulduğundan 2002 yılına kadar 79 yılda toplam cari açık 48 milyar 800 milyon dolar iken, sadece 2010 yılında 48 milyar 557 milyon dolar ile 79 yıla eşit cari açık verdiler. Yani Cumhuriyet tarihinin rekoru kırıldı. 2012 verilerine göre Türkiye cari açığın gayri safi milli hasılaya oranı bakımından dünyada en kötü durumdaki 4. ülke oldu. Daha kötü durumdaki ülkeler %12,7 ile Mozambik, %13 ile Kenya, %15 ile Moğolistan.

“Yabancı sermaye para getiriyor” dediler, Türkiye 2002’den bu yana, dünyada sıcak paranın çekim alanı içinde yer alan 10 ülkeden birisi olarak ortaya çıktı. Yabancı yatırımcılar Türkiye’deki doğrudan yatırımlardan elde ettikleri kârların ve portföy yatırımlarından sağladıkları gelirlerin yaklaşık 55 milyar dolarlık bölümünü yurtdışına transfer etti.

“Toplumun gelir düzeyi arttı” dediler, Koç’un, Sabancı’nın geliri ile vatandaşınkini toplayıp ortalamasını kişi başına gelir diye verdiler. Gelir dağılımıyla ilgili olarak resmi rakamlar açıklandı, en yüksek gelir dilimine sahip en üstteki yüzde 20, toplam gelirden yüzde 47.6 pay alırken en düşük, en alttaki yüzde 20’lik dilim milli gelirden sadece yüzde 5.6 pay alıyor. Arada 8.5 kat fazlalık oluştu.

“IMF’ye olan borcu bir tek biz ödeyerek azaltıyoruz” dediler, oysa Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun azalmasının, Türkiye’nin “daha az borçlu” bir ülke olması anlamına gelmediğini göz ardı ettiler. Zira Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun yüzde 80 azalarak 3,8 milyar dolara düştüğü 2002-2011 döneminde toplam dış borç yüzde 136 artarak 306 milyar dolara çıktı. Üstelik 2002 yılı sonunda toplam dış borç içerisinde kısa vadeli borçların oranı yüzde 13 iken, 2012’nin ilk üç ayında bu oran yüzde 28’e yükselmiş durumda. Başka bir deyişle, Türkiye’nin dış borç stoku AKP döneminde hem muazzam ölçüde arttı hem de yapı itibariyle eskisine göre daha sürdürülemez hale geldi.

“Küresel kriz teğet geçti, hamdolsun” dediler, Türkiye, EUROSTAT ve OECD tarafından açıklanan 2011 raporunda, satın alma paritesine göre 37 Avrupa ülkesi arasında ancak 30. olabildi. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2011-2012 küresel rekabet gücü endeksinde ise 59. sırada. Bu sıralamaların en önemlisi olan insani gelişme endeksinde de dibe vurdular.

“İşsizliği ortadan kaldıracağız” dediler, işsizlik oranı arttı, güvencesiz işçi sayısı arttı, çocuk işçiler arttı, sendikasız işçi oranı ve sendikalı işçilere uygulanan baskılar arttı, grev hakkı üzerindeki baskılar arttı. Asgari ücreti dahi alamayan binlerce işçinin olduğu bir ülkede dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 919 lira, yoksulluk sınırı ise 2.995 lira olarak belirlendi. Maden işçilerine “iyi öldüler”, grev hakkı için ayaklanan emekçilere “nankör”, çiftçiye ise “ananı da al git, gözünüzü toprak doyursun” diyerek hakaret edildi.

“Açlığı, sefaleti ortadan kaldıracağız” dediler, Diyarbakır’da bir anne çocuklarına kahvaltı hazırlayamadığı için intihar etti. Samsun’un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan Necla ve Murat Bakırcı çiftinin 2.5 aylık bebekleri yeteri kadar beslenemediği için açlıktan öldü. Safranbolu'da 71 yaşındaki emekli fizik öğretmeni evinde açlık sebebi ile ölü bulundu. Buca'da oturan 14 yaşındaki Sercan Borduk karşıdan karşıya geçerken “Açlığın verdiği dalgınlıkla” trafik kazası sonucu öldü. Yani Türkiye’nin dört bir yanını açlığa, sefalete mahkûm ettiler.

“Biz hak yolunda Mücahit’iz” dediler, birden müteahhit oluverdiler, tüm şehir mimarisini imamlara bırakıp yüzlerce insanın hayatı ile oynadılar, kentsel dönüşüm projesi adı altında rantsal dönüşüme atıldılar, “ya rab” dediler “ya rant” buldular.

AKP’nin ekonomi dışında kendilerini “ak”lamak için sunduğu programlardan biri de sözde “özgürlükler” oldu.

“Özgürlüklerin önünü açıyoruz, askeri vesayeti kaldırıyoruz” dediler,
polis devletini kurdular, vatandaşa 12 yılda tam 628 tonluk biber gazı ve göz yaşartıcı gaz sıktılar, Ergenekon ile Kemalistleri, Devrimci Karargah ile sosyalistleri, KCK ile Kürtleri kısaca kendine muhalif olan herkesi düzmece operasyonlar ile hapse tıktılar.

“Terör ile mücadele” dediler, herkesi “terörist” ilan ettiler. Türkiye’de 2005 yılında terör suçu gerekçesiyle tutuklanan insan sayısı 273 iken 2010’da bu sayı 12 bin 897’ye çıktı. 5 yılda Türkiye’deki “terörist” sayısı yüzde 500 arttı! Tüm dünyada terör gerekçesiyle tutuklu bulunan insan sayısı toplam 35 bin 117 iken Türkiye’de aynı gerekçeyle tutuklu olan insan sayısı 12.897! Kısacası dünyadaki 3 “terörist”in biri Türkiye’de yaşar oldu. Bu sayının 2012’de yaklaşık 14 bine yakın olduğu düşünülüyor.

“Zamanında çok dışlandık, zulüm gördük, o yüzden kimsenin yaşam tarzına karışmayız” dediler, birçok bölgede içki satışını engellemek ve yasaklamak için çaba sarf ettiler. En son Bilgi Üniversitesi'nin Eyüp'teki Santral Kampusu'nda gerçekleştirilen One Love festivalinde içki yasağı için bizzat kendilerinin üniversiteyi aradığını itiraf ettiler. Öğrencileri de ‘’Okulda kafayı mı bulacaklar?’’ diyerek uyardılar!

Dergilere demeç verirken “Sansür, sadece edebiyatta değil, sanatta, medyada, siyasette ve diğer alanlarda da kabul edilmez bir engelleme yöntemidir” dediler, henüz basılmamış kitaplara sansür uyguladılar, yüzlerce internet sitesine erişim engellendi, onlarca dergi toplatıldı, muhalif gazete ve televizyonlara mali operasyonlar düzenlediler. Açıktan medya patronlarını tehdit ederek yazarlar hakkında çağrıda bulundular, sansürü ilk önce başbakanlık uçağında uyguladılar. Türkiye tutuklu gazeteci sayısı bakımından dünyada birinci sıraya yükseldi!

AKP’nin en çok “icraat” gösterdiği alanlardan biri de dış işleri oldu. “Yeni Osmanlıcılık” edası ile ortaya atılan ve kendini her defasında Ortadoğu’nun yeni lideri ilan edenler aslında bu topraklar için planlanmış senaryolarda lider değil ancak “kukla” olduklarını gösterdiler.

Dışişlerinde “komşularla sıfır sorun” dediler, “sorunlarla sıfır komşu” aşamasına geldiler. Ortadoğu’da istikrar isteriz, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmayız dediler, BOP’un eş başkanı olup “Arap baharı” adı altında bölgedeki birçok ülkeye emperyalist saldırıda bulunanlara destek verdiler, NATO’nun ne işi var Libya’da açıklamasının hemen ardından Kaddafi’nin devrilmesi için milyonlarca dolar harcadılar, Suriye ile dostluk köprüsü kuruyoruz derken Esad rejimine karşı ayaklanan paralı askerlere ülkenin kapılarını açtılar.

İsrail’e karşı “van minüt” dediler, İsrail’in korunmasına yönelik oluşturulan füze kalkanını gönüllü kurdular. Filistinli yüz binlerce Müslüman katledildi diyerek isyan ettiler, Irak başta olmak üzere tüm Ortadoğu’da katliam yapan ABD askerlerine hitaben “kahraman Amerikan askerlerinin evlerine sağ salim dönmesi için dua ediyorum” açıklaması yaptılar.

Yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran AKP, iktidara geldiği günden beri gözünü yargıya dikmişti. Fethullah Gülen’in özellikle işgal edilmesini istediği yargı esasen 12 Eylül referandumu ile “darbecilerle hesaplaşıyoruz” maskesi altında ele geçirildi.

“Artık üstünlerin hukuku yok, hukukun üstünlüğü var” dediler,
düne kadar en nefret ettikleri ve sürekli olarak ‘’görev yetkisini’’ aştığını söyledikleri Anayasa Mahkemesi’ne, kendine bağladıktan sonra hayal bile edilemeyecek yetkileri kendi elleri ile vermek istediler. 12 Eylül referandumundan sonrası ilk iş yüksek yargı organlarındaki daire ve üye sayılarını arttırdılar. Açılan kadrolara iktidar yanlısı yeni üyeleri atadılar. Bu üyeler yavaş yavaş yüksek yargıyı ele geçirirken son olarak seçimlerde “Blok” oluşturup, tek yürek, tek bilek yeni Danıştay ve Yargıtay başkanlarını seçtiler. Böylece AKP’nin yasama ve yürütmeden sonra yargıyı da kendi tekeline alma yolunda ilk adım atılmış oldu.

“Kadınlar önemli, cennet anaların ayakları altındadır” dediler, kadınlara hayatı cehenneme çevirdiler, çocuk gelinler arttı, tecavüz vakaları arttı, kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında arttı! Kürtaja yasak getirilmeye çalışılarak “vajina bekçiliği” yapıldı. 13 yaşında 26 kişinin tecavüzüne uğrayan ve açılan davası 8 yıl süren kız çocuğu hakkında mahkeme “sanıklarla kendi rızasıyla birlikte oldu” dedi. HSYK “tecavüze uğrayan kişinin tecavüzcüsü ile evlendirilmesi” anlamına gelen bir öneride bulundu!

Ve gelelim AKP’nin yarınlarımızı, geleceğimizi ve çocuklarımızı en çok etkileyecek saldırıları yaptığı eğitim alanına.

Bir üniversitenin mezuniyet törenine katılarak: “Bugün mezun olan siz öğrencilerimiz ortalama 22 yaşındasınız. Sizler, çok şükür 12 Eylül müdahalesini görmediniz, yaşamadınız. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında, üniversite gençliğinin, özellikle bizlerin yaşadığı çileyi, acıyı sizler yaşamadınız. Belki bunları okudunuz, belki bunlar sizlere anlatıldı ama biz, sizlerin o tür atmosferleri yaşamamanız için azami bir hassasiyet içinde olduk” dediler, darbe dönemlerinde dahi rastlanmayan bir şekilde yaklaşık 700 küsur üniversite ve 1500’ü aşkın lise öğrencisini hapse mahkûm ettiler.

“Yükseköğretimde kalite, her şehre bir üniversite” dediler, neredeyse her üniversiteden onlarca öğrenci attırdılar, rektörleri, ilerici akademisyenleri ya içeri tıktılar ya da cezalandırdılar, TÜBA ve TÜBİTAK’ı uluslararası alanda bir makalesi dahi yayımlanmamış “bilim” insanlarına emanet ettiler. Devlet üniversitelerini her geçen gün işlevsizleştirirken özel üniversitelerin sayısını her geçen gün arttırdılar. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her alanının metalaşması uygulamasına geçtiler. Diyarbakır’da 6 yaşındaki oğlunu anasınıfına kayıt yaptırmak isteyen anne, kayıt parası veremediği için okulun halılarını yıkamak zorunda kaldı, halıları damda yıkarken kayıp düşme sonucu belkemiğinde kırık olduğu için felç oldu. Muğla’da dershane borçlarını ödeyemeyince annesi hapse giren genç ‘Bu acıya dayanamayacağım’ deyip intihar etti, öldü.

“Öğretmen ataması yapacağız” dediler, KPSS’de kopya skandalı çıktı, atanamayan Elazığlı müzik öğretmeni Uygar Şenocak işsizliğin verdiği sıkıntı içinde canına kıydı, öldü. Her genç üniversiteye gidecek, kontenjanları arttırdık dediler, YGS’de şifre skandalı çıktı, strese dayanamayan Nevşehir’de yaşayan 19 yaşındaki İsmail Paslanmaz ve Iğdır'ın Tuzluca İlçesi'nde yaşayan 18 yaşındaki Cansu Salman intihar etti, öldü.

Konu türban olunca mağdur edebiyatı yaparak yıllarca bu alanı sömürdüler, “Birinin kıyafetine karışmak ancak statükocuların işidir” dediler, Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Fakültesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül'ü sırf poşu taktığı için “terörist” muamelesi yaparak 11 yıl 3 ay hapis cezası ile yargıladılar. Üniversitede türbana karşı öğretim görevlilerine “bunlar bilim insanı değil, bilim insanının görevi bilimle uğraşmaktır” dediler, atadıkları öğretim görevlilerinden Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker, dekolte giyenin tecavüzü göze alması gerektiğini söyledi. Bir başka akademisyen Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Suat Kıyak’ın öğrencileri kıyafetlerine dikkat etmezlerse ders ve sınavlara almayacağı yönünde tehdit ettiği iddia edildi. Prof. Kıyak ise kendini, “İnsanın dikkati dağılıyor” diye savundu.

“Eğitimde reform” dediler, ilk iş 4+4+4 sistemi ile gerici eğitimi yaymaya ve okulları imam hatip liselerine çevirmeye başladılar.

“Dershaneleri kaldıracağız” dediler, devletin resmi rakamlarına göre AKP döneminde dershane ve öğrencilerinin sayısı yaklaşık yüzde 100 arttı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 2002’de 2 bin 2 olan dershane sayısının 2012’de 3 bin 961’e, öğrenci sayısının da 588 bin 637’den 1 milyon 219 bin 472’ye yükseldiğini açıkladı.

Şimdi burada duralım ve özellikle öğrenci arkadaşları uyaralım. Çünkü üniversite harçlarını kaldıracağız diyorlar. Ben de “aman gençler her şeye hazırlıklı olun” diyorum…
 



Karikatür: Penguen Dergisi

 

Onur AKSOY

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

AKP

  AKP işte yaptıkları bunlar. Memleketi batırdılar. Öldük, bittik mahfolduk! 

  CHP iktidar olsa idi böyle mi olurdu? Bu millet partiden anlamıyor. CHP bundan dolayı iktidar olamıyor. böyle olunca ülke millet mahvolup gidiyor. 

    Yok böyle olmaz. Millet CHPye oy vermiyor diye. AKP hep iktidarda mı olacak? 

    Bir çare bulmak gerek, Nerde o eski paşalar nerde?

yine aynı slogan mı Allah aşkına

chp .... =) evet chp nin cok uzun süren iktidarını burada anlatmaya kalkmak saçma olur . Toplumun isteklerini karşılayabilen Atatürkün cizgisinden ayrılmayan bir chp olsaydı su anda iktidar o olurdu lütfen bu ve bunun gibi boş hayallerle zihninizi meşgul etmeyin zira düşünülmesi gereken daha önemli meseleler var...

   Toplumun isteklerini

   Toplumun isteklerini karşılayan, Atatürk çizgisinden ayrılmayan bir CHP bu gün için bir hayaldir.  Siz beni boş hayal kurmakla itham ediyorsunuz ama boş hayal kuran sizsiniz. CHP Atatürk'ün sağlığında Atattürk çizgisinden çıkarılmıştır. Bu gün mü Atatürk çizgisinde CHP olacak?

   Şunu  anlamalısınız ki, Atatürk her insan gibi ölmüştür. Bir dahada doğmayacaktır. Atatürk çizgisine sahip bir CHP de hiç bir zaman olmayacaktır. Atatürk fikriyatıda evrimini tamamlamıştır. CHP de miyadını doldurmuştur bir daha iktidara gelemeyişi bunu anlatamıyorsa bunu size ne ben, nede başkası anlatamaz.

    Peki AKP ye mahkum muyuz?

    AKP iktidarda kalacak oyu alabiliyor ise, iktidarda kalacaktır. halk bu partiye oy veriyorsa mesele yok demektir. halk oy veriyor ama, ben istemiyorum gitsin diyorsanız. O zaman siz ne Atatürk çizgisinde nede cumhuriyeti savunan biri olamazsınız.

   Her şey, ne benim nede sizin arzuladığınız gibi olmaz.

   Mesela ben iktidar egemenliğinin sınırlandırılmasından yanayım. bana göre genel müdürü valiyi hükümet atama şeklinde tayin etmemeli.

     fakat genel müdür, vali makama ne şekilde otursun İzzet bey diye bana soran yok. Ne CHP ne MHP benim gibi düşünmüyor. Onlar iktidar kim ise valiyi genel müdürü, kaymakamı, kaymakamın odacısını, kalorifercisini hükümet tayin etsin istiyorlar. Eee hükümet bunları tayin edincede muhalefet iktidarın kadrolaştığını torpil yaptığını falan söylüyorlar. sanki iktidar olsalar farklı bir şey olacak!

     Bu memlekette daha kötülerini gördüğümüz için, daha kötü zamanları gördüğümüz için, AKP nin gitmesine gönlüm razı gelmiyor. Oy vermiyorum ama gitme gibi bir ihtimal olmadığı için. Kime oy vereyim? AKP nin zihniyetine sahip vakat AKPnin becerisinden yoksun CHP ye MHP ye mi? Bunlara oy vermektense AKP yi tercih ederim. Ben oy verdiğim partiyi yazsam Oyumun boşa gittiğini söylerler. Oysa benim oyum boşa gitmez! Oyu boşa gidenler, oyum boşa gider diye oyunu bir yerlere atanlardır. bu kafada olanlar yüzünden aranan kan bulunamıyor! 

   Sonuç olarak ifade etmek isterim ki, sistemdeki hataları göremeyenler, kafaları sistemdeki hatalara basmayanlar, sistemlerini ıslah edemezler. Bunu yapamadıkları içinde kişiler değişir sonuç hep aynıdır.

    Düşünür şöyle demiş; " Deli, aynı şeyi yaptığı halde farklı sonuç umandır." Ben AKP iktidar olurken bundan fazlasını ummadığım için, AKP beni hayal kırıklığına uğratmadı. En azından Yıllarca oy verdiğim CHPnin iktidar ortağı olduğu zaman bende yarattığı hayal kırıklığını yaşatmadı. Politikayla ilgilenmek başka şey politize olmak başka şey. Asla politize olmamak lazım.

 

   

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.