Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- Adil Olmayan Hukuk ve Zorlamanın Tepkisel Sonuçları
- Türkiye Ekonomisinin Küresel Arena Rekabet Şartlarında Mücadelesi İçin Hazırlanan Strateji Projelerine Ne Oldu?
- Üçüncü Seçeneğe Razı Olmaya Zorlamak
- Politik İllüzyondan Uyanış
- Malumun İlamı ve İlanı
- Ne Yaptığını Bilmemek…
- Suçlular Toplumunda, Suçlu Ezikliğinde Tecavüzden Zevk Alabilmek
- Koyunun Olmadığı Yerde Keçiye, Abdurrahman Çelebi Derler
- Diyalog Kurmak Üzerine
- Oyunun Kuralları ve Uygulanmayan Eski Adet..
- Vesayete Sahip Olmalı Vekile Bırakılmamalıdır
- Bunda Anlaşılmayacak Ne Var? Sonuçta Görülen İllüzyona Kapılma Tehlikesi...
- Ulemaya Sordunuz mu, AKP'nin Alternatifi Varmıymış?
- İstenirse Olur. Zor Oyunu Bozar. Sabretmeyi Bilmek Lazım..
- Onlar, Bunlar ve Diğerleri, Ona Şunların Adını Sen Koy...
27 Mayıs, Devrim Aldatmacasının Yıldönümünde Soralım; Bu Ülkeyi Kim Yönetiyor?
Ülkemiz istiklale kavuştuktan sonra, Atatürk’ün hedefinde asıl istiklal vardı. Cumhuriyetin daha ilk günlerinden itibaren de bu güne kadar bu istiklal sorunu gündemden hiç düşmedi.
Ekonomik bağımsızlık, yani ekonomimizin istiklaliydi bu.
Atatürk Türkiye dinamiklerini ateşleme düşüncesindeydi; bu yüzden ütopyası içte sulh dışta sulh ve tarafsızlık üzerine inşa edilmişti. Karşısında ise Avrupa’nın ve Amerika’nın manda ve himayesine gönül verenler vardı.
Bu gerçeği oluşturan kaygılar, sınıfsal tabakalaşmada üstünler sınıfı olma çabalarını da beraberinde getirdi.
Osmanlı’nın içinde varlığını sürdürmüş Ruhbanlar sınıfı; cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren her türlü olasılığa karşı durumlarını muhafaza etmek istediler. Atatürk sınıfsal tabakalaşmanın karşısındaydı. “Köylü Milletin Efendisidir” veciz sözü bunun kanıtıdır. Atatürk’ün vefatından sonra, Aristokrat sınıf tabakalaşması oluşmaya başladı.
27 Mayıs 1960 ihtilali gerçekten bir devrimdi.
İhtilali yapanların maksadı gerçekten bu ülkeye demokrasiyi getirmekti. Ülkenin ve devletin yükselmesi için bir “devlet politikası” na, ve bu politikayı geliştirip idame ettirecek siyasetten arınmış akiller topluluğu organına ihtiyaç vardı. Senato ile bu sağlandı. Böylece siyasilerin politikaları ve eylemleri yargılanabilip, denetlenebiliyor ve senato süzgecinden geçtikten sonra yürürlüğe giriyordu. Bununla birlikte sendikalaşma başta olmak üzere bir çok demokratik çözümler, ve uygulama ortamı da devrim olarak getirildi. Zaten anayasayıda siyasetciler değil, akademisyenler hazırladı.
“Türkiye Türklere yedirilmeyecek kadar zengindir”
Bu zenginlik, hem Türkiyenin stratejik madenlere sahip olmasından hemde coğrafi konumu dolayısıyladır. Vaad edilmiş topraklara sahip olmak, siyonizmin ve Yahudiliğin; üstün insan sınıfı olarak parlak günlerinin başlangıcı olacaktır
Bunun bilincinde Siyonist Emperyalist otorite; Türkiye’nin tek başlı yönetimini değil, daima iki başlı yönetimini istedi. Bu doğrultuda da Seçkinleri oluşturacak sınıfsal tabakalaşmanın mimarlığını yaptı. Seçkinler otoritesi(ruhbanlar ve aristokratlar), iktidar otoritesinin daima üstünde oldu. Bu doğrultuda demokrasi korkunun gölgesinde kaldı hep.
27 Mayıs 1960 ihtilali gerçekten bir devrimdi.Ancak 1962 ve 1963 yılı subay eylemleri devrime gölge düşürdü.
Bu gün asıl sorgulanması, sorgulamamız gereken de bu eylemlerde maksattır.
Bu eylemler sınıfsal tabakalaşmada, üstün Aristokrat sınıf oluşturma eylemleriydi. Bu güne kadar da bunun böyle olduğu bir türlü algılanmadı.
http://tr.wikipedia.org/wiki/22_%C5%9Eubat_1962_ayaklanmas%C4%B1
“27 Mayıs’a vurulan her darbeye generallerden çok, genç subaylar tepki gösteriyordu. İstedikleri ise; 27 Mayıs’ın, DP’yi deviren basit bir hükümet darbesi olmaktan çıkaran devrimci yanının garantiye alınması gibi gösterilmek istenilse de, iktidarın sivillere devredilmemesiydi. Silahlı Kuvvetler Birliği bu amaçla oluşturulmuştu. 6 Haziran 1961’de Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun emekliye sevkedilmesi ve Korgeneral İrfan Tansel'in Hava Kuvvetleri Komutanlığına atanması olayına "genç subaylar", 13 Kasım 1960’daki 14’ler tasfiyesinde olduğu gibi tepkisiz kalmadılar. Diğer tayinler konusunda sözünü kimseye dinletememiş olan Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşları İrfan Tansel’in tayinine bir muhtıra ile karşı durunca saflar daha da netleşti. Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri (bu birliğe katılmayan general ve üst düzey subay yok gibiydi), 27 Mayıs darbesi ile elde ettikleri "iktidarı" korumak için 28 Haziran 1961’de bir genelge yayınlayarak bunu dile getirmişlerdi.”
Amerika küresel güç değil, küresel gücün ev sahibidir.
Küresel Güç Otoritesi; burada yaşayan Siyonist Emperyalist Gücün yerleşik seçkinleridir.
Bir çok kişi Başkan Obama’nın seçkinler sınıf tabakalaşması içinden geldiğini, seçkinlerin gittiği özel okullardan mezun olduğunu bilmez. O bir iktidar seçkinidir.
Zaten Küresel Otoritenin Politik İllüzyonistlerinin başarısı da bu dikkatsizlikler üzerinde yükselir.
Küresel otorite, Türkiye’de Demokrat Parti ile başlayan egemenliğine garanti gözü ile bakıyordu. 1960 ihtilali kaygılar oluşturdu. Ancak, paranın satın almayacağı insanlar yoktur inancı ile bunun da üstesinden geldi. Demokrat Partiyi de, partililerini de iktidar seçkinlerinden yapan Amerikan Yardımları değilmidir?
Sınıfsal Tabakalaşma bu yüzden oluşturuldu. A. planı, B planı uygulamalarına kolaylık olsun diye. Ve bundan sonra seçilmişleri seçmeyi demokratik hak kullanma diye ezberledik.
Amerikanın çocukları türedi Türkiye’de ; Amerikan Pastasından aslan payını alacak, Ruhbanlardan ve Aristokrat Harbiyelilerden. Aristokratlar aslan payından asla vazgeçmediler.
Bütün yaşamlarını da toplumdan soyutlanmış, toplumun efendileri gibi programlama içindeydi. Öcüler türetildi düzenler bozulmasın diye. Komünizm, irtica v.s. gibi.
Ve bu Amerikancı çocuklar 1980 yılında Devlet Politikası Oluşturma organını Senatoyu yıkarak dayatmacıların daytamalarını yasallaşmasının önünü açtılar.
Ta ki yeni dünya düzeni kurulmasına start verilinceye kadar, çocuklardan üstün olanlar yönetti bu ülkeyi. Hep Amerikadan icazet alarak.
Sözde Kemalist, Amerikancı Aristokratların yeni oluşumda dizginleri ele almak, pazarlıkta taraf olmayı istemesi sonlarını oluşturdu. Balyoz ve Ergenekon davaları ile oynanan oyunlar gün yüzüne çıktı.
Bunlar yok diyenlere, balyoz manifestosuna bakmalarını öneririm.
(http://www.haberturk.com/gundem/haber/202387-iste-2003-darbesinin-manifestosu Ruhbanlara karşı büyük bir mücadele başlatıldığını görürsünüz. Diyelim ki bunlar uydurma, peki tekerrür eden tarihi olaylar da mı uydurma.
Bu günkü Gerçek Gündem Gazetesinde Sabahattin Önkibar’ın bir yazısı var. “Wall Street Journal sızdırması TSK’ya tezgah mı?” diye.
http://www.gercekgundem.com/?c=69373
ABD başkanlık seçimleri Amerika Birleşik Devletleri'nin başkan ve başkan yardımcısını seçmek amacıyla her 4 yılda bir (1792 yılından başlayarak) Kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen salı gününde yapılır. Bu formüle göre seçimlerin günü yıllara göre 2 Kasım ile 8 Kasım günleri arasında değişir. ABD'nin en son başkanlık seçimi 4 Kasım 2008 tarihinde yapılmıştır. Yani kasımda seçim var ve Başkan Obama bırakacak.
Küresel güç otoritesinin iktidar seçkini-leri kim-ler olacak?
Bunun yeni dünya düzeni ile çok yakın alakası var.
Siyonist Emperyalist Küresel Otorite, Müstemleke yaptığı ve yapacağı ülkelerde politikacılara; Yolsuzluk Ekonomisi Politikaları uygulatır. Bu politikalar üstünlerin hukukunu, butlansal hukuk ile meşrulaştırırken, bir taraftanda; kendi geçim derdi ve problemleri yüzünden siyasete katılmayan, sorgulayamayan ve butlan hukuku yüzünden de dayatmaları mecburen kabullenen ezilenler sınıfsal tabakalaşmasını oluşturur.
Bu politikaları uygulamaktan başka çareleri olmadığını sanan, otoritenin seçtiklerinden seçtiklerimizden oluşan TBMM; Milletin egemenliğini bu yüzden yansıtmadığı, yansıtamadığı için meşruluğunu çoktan kaybetmiştir.
Yolsuzluk ekonomisi politikalarının kalbi bankalar, beyni belamlardır. Kalp sahte kan olan sahte para borcun tuzağı ile ekonomileri teslim alırken, belamlar küresel otoritenin vahşi kapitalizm kuralsızlıklarına kılıf uydururlar.
“Çok değil 7 ay önce yani geçtiğimiz Ekim ayı idi!
Standart & Poor’s ABD’nin notunu düşürmüş Türkiye’nin görünümünü ise pozitife yükseltmişti.
İşte bu rapor sonrasında Başbakan Erdoğan kameraların karşısına geçerek şöyle caka satmıştı: “Dünyanın en ciddi ve önemli kredi derecelendirme kuruluşu olan Standart & Poor’s ABD’nin notunu düşürürken bizi pozitife yükseltti. İşte bu Türkiye’deki ekonomik mucizesinin tescilidir.”
Ve bugün:
Aynı Standart &Poor’s tam tersi not verince yani Türkiye’nin görünümünü pozitiften durağana çevirince Başbakan ile şürekâsı vaveylayı kopardı!
Ne imiş efendim S&P taraflı imiş ve yanlı davranıyormuş!
İyi de siz değil miydiniz iyi not verdiğinde yani 7 ay önce bu S&P’yi yere göğe sığdıramayan ve onu referans gösterip övünen?
Bir de utanmadan “kendi reyting şirketimizi kurarız” diyorlar!
Kur da, kim takar onu!
Dünyada tam 40 yıldır Moody’s, S&P ve Fitch’in dışında hiçbir kredi derecelendirme kuruluşu kendini kabul ettiremedi!” Demiş Sabahattin Önkibar.
Hedefler dikkate alındığında, iç kimse vazgeçilmez değildir.
Kasıma kadarki süreçte çok şeyler olacak Türkiye’de .
Ya bölünmenin ve müstemleke olmanın anayasası çıkacak.
Ya da ?
Ya da ülkenin ve kendisinin geleceği için askerlere serbestsiniz diyecek başbakan.
1970 Eylemleri ile bu oluşumu ikaz edip karşı duran astsubaylar, bu günlerde de seslerini çıkarınca; Genel Kurmay Başkanına destek kimden geldi?
Her seferinde olduğu gibi (1975 Astsubay Eylemlerinde) Astsubayların sınıfsal tabakalaşmaya karşı gerçek Atatürkcü Duruşları; özlük haklarını arıyorlar demagojileri içinde örtbas edilmek istenmekte.
“GERÇEKLER” hariç her şey söylendi evet. Amerikancı illüzyonistler hüner sergilemekte hala. Dikkatsizlik, önemsemeyiş aldanmayı aldıtılmaya mecbur olacak kadar çok sevdiğimiz için mi ve bu yüzden mi anormalleri normal karşılıyoruz?
İNSANOĞLUNUN YAPTIĞI EN BÜYÜK GARİPLİK, YANLIŞI BİR BAŞKA YANLIŞLA DÜZELTMEYE KALKMAKTIR.
Ne yaptığını bilmeli bu yüzden insan. Dikkat etmeli, özen göstermeli yaptığı şeye. Örneğin bindiği dalı kesmemeli insan. “İlahi adaleti es geçenler kendi adaletlerinin mahkumu olur” bu ilahi yasa bilinmeli ve olası sonuca göre, ona etki eden, edecek etmenler sonuç neden sebep ilişkisi içinde düşünülmeli, uzun uzadıya. Kaş yaparken göz çıkarılmamalı. “Adalet anlayışlarımız saatlerimize benzer; hemen herkesin saati farklı gösterir ama herkes kendi saatine güvenir.” demiş biri-leri.
Çözüm üretemeyen aslında sorunu bilmiyor demektir.Sorunu bilmeyen ise hiç çözüm üretemez. 1970 Astsubay eylemleri (daha sonra 1975 te bir eylem daha oldu) gerçekten sorunu bilmeye dayalı idi. Ünlü 68 kuşağı da sorunlara ve çözümlere vakıftı. Sorun küresel otoriteye itaati sağlayan sistemin başını oluşturan güçlülerin, kast sistemi benzeri sınıfsal tabakalaşması idi. Bu ülkenin genel sorunlarını oluşturan, İsrail güdümlü küresel otoritenin ülkemizde iz düşüm versiyonudur.. Faili meçhullerden, özellikle Muhsin Yazıcıoğlunun şehit edilmesinden tutun, istihbaratı sağlayan insansız hava uçakları Heronların sorunları yüzünden güneydoğuda şehit olan askerlerimizin şehitlik nedenlerine kadar bütün cinayetler işte güçlüler sınıfları arasındaki bu restleşmenin sonuçlarıdır. Bu “derin devlet” ilişkilerindeki bu restleşme; “Türkiye Türklere yedirilmeyecek kadar zengindir” fikrinden çıkan yağmalamadan pay almak içindir. Güçlülerin hukuku, “bize kimse dokunamaz” deme cüretini oluşturur. Dokunulmazların dokunulmazlığı; sürü zihniyeti içinde oluşan peşin hüküm, önyargıların sabit fikre,ezbere dönüşmesinden doğar ve güçlenir. Bu yüzden, bu ülkede gerçek hak sahipleri, niteliklilerin nitelikli dolandırıcılıklarında olduğu gibi(hırsızlar kadar) cesur olmadıkca ; bu ülkede hiçbir sorun halledilemez. Çıplak krallara, çıplaksın demek için illa çocuk mu olmak lazım? İnsanın en büyük düşmanı kendisidir, çünkü başkaları onun müsadesince düşmanlık yapar. Yolsuzluk Ekonomisi Politikaları Sistemi tecavüzü kaçınılmaz görüp, tecavüzden zevk almanın bir başka versiyonudur. Ergenekon ve Balyoz davaları göstermiştir ki, bu sınıfsal tabakalaşmada; Kast sistemi içinde Aristokrat Harbiyelilerin üstünlük mücadelesi vesayet! adı altında yürütülmektedir. Yolsuzluk ekonomisi politikaları yürüten politikacılarla, sözüm ona vesayetci! gözüken kağıttan kaplanların üstünlük elde etme savaşında; salt astsubaylar değil toplumun bütün alt sınıfları sistem mağdurudur. Sistem mağdurlarının mücadelesi; iktidar seçkinleri, temsilciler ve yerli yerleşik güçlerden oluşan otoriter güçlere karşı, demokratik hak ve özgürlüklerinin tümüne sahip olmak üzere olmalıdır. YANİ EGEMENLİK GERÇEKTEN MİLLETİN OLMALIDIR. Bu toplumun her bir vatandaşı ülke yönetimi üzerinde etkin söz sahibi olmalı, yöneticiler hesap verir olmalıdır. Dokunulmazlık zırhı kaldırılmalıdır. Bu olmadığı takdirde, Siyonist Emperyalist Kapitalist Sistem bize ne veriyorsa onunla yaşamak zorundalılığı vardır. . Yani yaşamımız onların verdiği kadardır. ( PKK örgütü de kendi Kürt Halkı üzerinde hüküm sürecek sınıfsal tabaka örgütüdür. Bundan nemalanmaktan başka hiç bir maksatları yoktur. Tıpkı bizdeki sahte Kemalist Aristokratlar gibi. Bu yüzden amaçlar aynı, yani Amerikan Pastasından PAY almak olunca zaman zaman birleşebilmekteler). Oysa Cumhuriyet ve özellikle demokrasi bu değildir. Demokrasi otoriteyi hesap verici yapar. Hesap vermeyen otorite kontrolsüz güçtür ve kontrolsüz güç, güç değil afettir.Tüm sistem mağdurlarının sorunu bu ülkenin gerçek sorunudur. Bu ülke vatandaşları çoğunlukcu demokrasi! ezberinde Amerikancı İllüzyonistlerin kurbanı olmaktadır. Demagojiler bu uyutma içindir. Örneğin; "ekonomi batarsa hepimiz batarız" gibi. Toplumları batıran ekonomi değil, ADALET sizlik ve ADİL OLMAYAN PAYLAŞMA dır. Özgürlüklerin en büyük düşmanı halinden memnun olan kölelerdir. Sorunun çözümünde Yunus Emre’nin şu sözleri şüphesiz önderlik yapacaktır. “gelin tanış olalım, işi kolay kılalım; sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” . Önce dostları ve düşmanları tanıyalım, sonra amaçlardan tek amaç çıkaralım. Yoksa; “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” Hiç kimse görmek istemeyenden kör değildir. En sefil insan, başkalarının arzuları doğrultusu altında yaşayandır.
Burhan İŞCAN
Yorumlar
Yeni yorum gönder