12 Eylül Askerî Darbesi Yargılanıyor

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

12 Eylül Askerî Darbesi’nin yargılanmaya başlaması, toplumdaki muhaliflik damarını sanki daha da kabarttı.

12 Eylül öncesi Türkiye, âdeta deyim yerindeyse kan gölü gibiymiş. Her gün bir sağdan bir soldan diyebileceğimiz gençlerin öldürülmesi/katledilmesi, her güne insanların “huzursuz” bir şekilde başlaması, yaşamın artık katlanılamayacak kadar çekilmez hâle gelmesi, vatandaşlarımızı da bir beklentiye sürüklemiş.

12 Eylül Askerî Darbesi, ülkemizde insanların can güvenliğinin kalmadığı bir ortamda, söylenenlere bakılırsa zaruri bir şekilde cereyan etmiş. Tabii ki, darbenin fiilen gerçekleşmeden önceki süreçlerinde de, âdeta bir “darbe ortamının” yaratılabilmesi adına, toplum karpuz gibi ikiye taksim edilmiş.

Gençlerimiz, “Sağcı” ve “Solcu” diye kamplara ayrılarak, birbirlerine ölüm tuzakları kurmalarına “göz yumulmuş”.

Bu bağlamda, askerî darbenin yapılması öncesi süreçleri ve yaşananları da, iyi bilmek gerekiyor. Okuduklarımızdan da bu hususlar hakkında belli ölçüde bilgi sahibi olabiliyoruz. Tabii ki, o dönemleri, yaşayanlar kadar iyi anlayamaz ve duyumsamayız. Ama, yaşananlardan ve tanıklıklardan, ne büyük acıların “yaşatıldığını” öğrenebiliriz.

Son anayasa değişiklikleriyle birlikte, eskiden gerçekleştirilen askerî darbelerden hesap sorulmasının yolu açıldı. 12 Eylül darbesini gerçekleştirilen Milli Güvenlik Konseyinden hayatta kalan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, 4 Nisan'da başlayan mahkeme safahatıyla beraber hesap verme sürecine girdi.

Darbelerin iyi olduğunu ileri sürmek, hiçbir zaman olanaklı değildir. Ve, yine ifa edilen askerî darbelerin, ülkemize esenlik kazandırdığı söylenemez. Yapılan her darbeyle birlikte, aslında yara alan, ülkemizin siyaset yapabilme kabiliyeti ve sivilleşme çabaları olmuştur. 12 Eylül darbesi; evet ülkemizde anne-babaların her gün yürek gümbürtüsüyle yaşamalarını veya güne uyanmalarını kesmiş olabilir, daha fazla insanımızın “bir hiç yerine” ölmesini engellemiş olabilir.

Evet, bunlar darbenin yapıldığında ortaya çıkan olumlu taraflarıdır.

Asıl sorulması gereken:

Neden darbeye giden süreçlerde, gerekli ve yeterli inisiyatif ve artık siyasi ise siyasi, askerî ise askerî çaba gösterilememiştir?

Milli Güvenlik Konseyini oluşturan Generallerin, darbenin fiilî ayağından önceki dönemde yaşananlara sessiz kalması, insanların sırf “Sağcı” ve “Solcu” oldukları gerekçesiyle sokak ortasında katledilmesine ses çıkarmaması, aslında asıl sorgulanması gerekenler bunlardır.

Yine bir başka esas düşünülmesi ve hesap sorulması gereken durum da askerî darbeden sonra, “sıkıyönetimdeyken”, askerî makamların uyguladığı muameleler ve neden oldukları “insanlık dışı” davranışlardır.

Özellikle, Diyarbakır Cezaevi artık neredeyse, askeri darbe anıldığında, akla ilk gelecek hatıratların başında gelmekte.

Askerî darbeden sonra, insanlar siyasi görüşlerinden ötürü, ya sakıncalı görülmüşler fişlenmişler, vatandaşlıktan çıkarılmışlar, ya da cezaevlerinde “bir müddet misafir tutularak”; ama hiç de misafirâne olmayan davranışlara muhatap kalmışlar. Ya da mesleklerinden ve işlerinden edilmişler.

Ülke; sıkıntıdan, kan deryasından kurtarıldıktan sonra, bir başka sıkıntı ve acı cenderesine dönüştürülmüş.

Evet, ülkemiz neredeyse 10 yılda bir cuntasal girişimlere uğramış.

Şu aşamada yapılan yargılamalar, sanırım bundan böyle milletin seçip de meclise gönderdiği seçilmişleri, alaşağı etmenin de önünü kesecektir.

Darbenin iyisi ve kötüsü diye bir şey olmamalıdır.

Sonuç itibariyle bir darbe, ülkenin açık toplum olma yapısına da indirilen balyoz misalidir. Her şey artık karatma misali yaşanmakta, insanlar, daha önceki kanlı çatışmalardan kurtulmuşken, bu seferde kendisinin yarınının ne olacağının derdine düşmektedir.

Belki tekrar gibi olacak...

Ama, burada yargılama sürecinde esas olacak, adalet, vicdan ve hakkaniyet duygularının istismar edilmemesidir. Özellikle, 12 Eylül döneminde kötü anlar yaşamış, kötü tecrübelere sahip şimdinin entelektüel-aydın ve köşeyazarlarının, yazdıkları makalelerde âdeta bir “cadı avının” başlatılmasına ve “intikam duygularının körüklenmesine” aracılık edecek ve hatta bizzat bunların olması yönünde önalmaya yönelik girişimleri, bence yeni yeni acıların ve nefret tohumlarının yeşermesinden başka bir şeye hizmet etmeyecektir...

Toplumumuzda yeni yeni acılara yol açmak, bizleri iflah olmaz kin ve nefret sarmalından başka nereye ulaştıracaktır?

Cari dönem cari politikacılarından sürekli olarak, bunun bir temizlenme ve hesaplaşma olduğu deklarasyonlarını duymakta ve okumaktayız. Aynı şekilde, başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, intikam duygusuyla hareket edilmediğini vurgulamakta. Zaten, esas tehlike, geçmişte özellikle o dönemleri yaşamışlarda büyük acılara neden olan bir vakanın, kişisel hesap ve kin ve nefret ya da intikam duygusunun yeşererek, yeni acılara neden olacak eylemlere yöneltilmesidir.

Aman diyim, daha fazla bölünmelere izin vermeyelim. 

 

Erhan SALMAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.