Zenon Paradoksu, Foucault Söylemi ve Türkiye Siyaseti Üzerine Sesli Düşünmeler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bir çift sayının çift oluşu bir şehrin mutluluğundan pek başka bir şeydir; iki tek sayı toplanınca bir çift sayı eder ama iki mutsuz kesim toplanınca mutlu bir şehir olmaz. Aristoteles,Politika

Aristoteles Politika eserinde alan tasvirine girince yukarıdaki cümle ile bir çözümleme yapmaktadır. Belki de o devirde yapılabilecek en ileri çözümlemelerden biri olan bu cümle, mantıksal çıkarımlarla başlarken geleceği inşa etme noktasında da birçok noktada referans alınacak bir özü inşa etmektedir.

Türkiye’de siyasetin görece bağımsızlığı tarihsellikten sıyrılmaya başladığı anda, ileriye dönük okumalar ışığında inşa edilecektir. Post-modernist ekol özünde Foucault düşüncesinde ilerlerken, yerleşiği eleştirmekte yerine yenisini koyma noktasında da acele etmemektedir. Bu yüzden birçok bilim insanı post-modernite teorilerine mesafeli yaklaşmaktadır. Zira Foucault’un söylemi, tüm düşünceleri bir girdap gibi kendine çekebilme gücüne sahiptir.

Söylem, tez ve antitezi kendi sınırları içinde inşa ederken 3.yolu veya 3.söylemi görmeye izin vermemekte, bu sayede yapılacak her türlü çözümleme de Foucault duvarına çarpıp kalmaktadır. Evrensel okumaları bir kenara koyduğumuzda Türkiye’de siyaset bilimi çerçevesinde tahliller ise bedensel bir özelliğin vücut bulmuş şekli olarak karşımıza çıkabilmektedir: Erken Boşalma.

Erken boşalma, salt cinsel bir işlev bozukluğu veya cinselliğin “söylemsel” alanına hapsedilemeyecek bir tezahürdür. Siyasetten sanata, yargı kalıplarından düşünsel sınırlara, şiddet inşasından barış söylemine her türlü kavramsallaştırma erken boşalmanın ürünüdür. Cinsel yönden de araştırmaların ışığında söyleyebileceğimiz gibi sorun “beyinde” çözülebilecek bir sorundur. Bu alandan kopartılmış erken boşalma da tamamıyla beyinden kaynaklanan bir sorunsaldır.

Kürt sorunu, ulus devlet, ulusal devlet, ihtilalci, darbeci, statükocu, millet, milliyet, kadına şiddet, çocuk istismarı, patriot, terörist, Ortadoğu, faili meşhurlar, faili meçhuller, günlük haber bültenleri v.s. hepsine dair çözümlemeler ışık hızıyla yapılmakta, sorun tartışılmakta ve kapanmaktadır. Politik alan ve kamusal alan çözümlemeleri erken boşalmanın haz evresine işaret edercesine saniyelik ilerlemektedir. Genel olarak, kategorizeleştirme metoduyla işleyen beyinler ağızdan çıkan ilk kelimeye göre refleks geliştirmekte, ağzın sahibinin ne anlattığı ise kimsenin dinlemeye gerek duymadığı bir hal almaktadır.

Şüphesiz bu durumun ortaya çıkmasında Gramsci okumasına işaretle organik aydınların rolü de büyüktür. Yerleşik politize alanın kurumsallaşması noktasında rol biçilen aydın sınıf, kültür endüstrisi yaratarak kendi düşüncelerine paralel bir toplum inşasına yönelmektedir. Şüphesiz ki Cumhuriyet döneminin her evresinde kendileriyle karşılaşılan bu aydın prototipi, günümüz küreyerelleşme sürecinde egemen olmak için çok daha fazla efor sarf etmek zorundadır. İşte bu noktada aydınlar ile iktidar arasında gizil bir toplum sözleşmesi imzalandığını söyleyebilmemiz mümkündür.

 İçinde bulunduğumuz dönemin yarattığı aydın profili, klasik anlamdaki Cumhuriyet aydınından farklı olarak, kesin cümleler kurmak ve bir ideolojiye bağlı olmak yerine, hükümetle arasında pragmakyavelist bir ilişki kurmaktadır. Marjinal faydayı yükseltirken, toplumu peşine takan, toplumu peşine takarken ideolojik aygıtları kullanan, bu aygıtları kullanırken patronaj ilişkileriyle kendini finanse eden aydınlar yeni dönemin kod okumalarında karşımıza çıkmaktadır.

Aydın despotluğu da bu pragmakyavelist ilişkiler ağının içinde aranmalıdır. Sisteme yöneltilecek eleştirileri göğüslemeyi, sisteme ulaşmadan farklı bir kulvara çekmeyi, onu yumuşatmayı tarihsel görev addeden organiklerin bu tutumu sonucunda, içerideki oligarşik bloğa erişmek imkansız hale gelmektedir. Yurttaşların (Citizen) algı alanında yegane egemen olan aydınlar, en ufak bir istisnai durumda egemen yaratmakta hiç zorlanmamaktadır. Bunun sonucunda da mevcut politik iktidar, her seferinde tüm seçimlerden zaferle çıkmaktadır.

Politik tahliller başta olmak üzere, geçmiş bugün ve gelecek üçlüsünü içine alan her türlü kavramsallaştırmanın da bilerek ve isteyerek içine girdiği bir durum vardır. Buna göre, Türkiye’de yapılan tartışmalar hep sonsuz esnekliktedir. Hiçbir zaman tartışmalardan sonuç alınamamaktadır. Başlayan bir kavramsal tahlil, sonuç yerine tez üzerine yürüyen tahlille bitmektedir. Yeni gündem maddesi bu tahlili rafa kaldırmaktadır. Sorun çözülemediği ve hep ötelendiği için, tekrar tekrar gündeme gelmekte yine aynı çözümlemeler ile “kurgusal” sonuç yaratılmakta, tahlili yapana göre tezi savunanlar veya karşı çıkanlar belirli gruba dahil olmaktadır.

Einstein’ın; problemleri, onları yaratan kafalarla çözemeyiz sözünü tam da burada kullanmamız mümkündür.  Ortaya problem attığını varsayanlar, kendi hipotezini ortaya koymakta ve karşısına gelen eleştirileri belli kategorik düşünceler ışığında açıklamaya kalkmaktadır. Sonucunda, çözümü ötelenmiş “kurgu çözüm” ortaya çıkmaktadır. Zenon’un Aşil ve kaplumbağa paradoksunun siyasete aktarımı işte tam da budur. Aşil o kaplumbağayı hiçbir zaman yakalayamaz. Bizdeki politik çözümlemeler de bu noktadadır. Hiçbir zaman bitmez, çünkü zaman “sıfırlanmaz”.

Politik tahlile başladığınızda zaman, mevcut olanı bir adım öteye itmektedir. Hal böyleyken organik aydınların Zenon’u iyi bildiğini varsaymamız da iyimser bir çıkış noktası oluşturmaktadır. Onlar sorunları sonsuzluğa hapsederken, toplumbilimciler ve organiklerden bağımsız aydınlar, paradokstan kurtulmanın yolunu, bu paradoksa hiç girmemekte olduğunu fark etmelidir. Çünkü bu paradoks son tahlilde Foucault’un söyleminin düpedüz politikaya tutunuş şeklidir.

İlker Ekici

ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.