Terör Sorununda, Demokratik Çözüm Mümkün Değildir; Çünkü...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Uzun bir zamandır şahsi gözlemlerime, okuduğum tarihsel kitap ve belgelere, günün konjonktürüne dayanarak diyorum ki: Evet, Kürt sorunu çözümsüzdür. Daha doğrusu, iki tarafın da tatmin olabileceği bir şekilde çözümsüzdür, çünkü iki tarafın isteklerinin buluşabileceği bir asgari müşterek bulunmamaktadır.

Konu üzerinde görüşleri, istekleri ve tezleri olan grupları şöyle bir ele aldığımız zaman, durum daha açık şekliyle ortaya çıkacaktır diye düşünmekteyim. Bu kısa ve kabataslak analizi yaparken, kişisel değer yargılarımdan ve inançlarımdan mümkün mertebe sıyrılarak, söz konusu olguya objektif bir bakış açısı getirmeye çalışmaktayım. Bu fikir grupları şöyledir:

> PKK çizgisi ve ayrılıkçılar: Bu grubun tezi, Kürtlerin Anadolu’da çok eskiden beri var olduğu iddiasına dayanır ve bugün kendi topraklarının bölünmüş olduğunu iddia ederler. Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları içersinde kalacak biçimde, topraklarının 4’e bölündüğünü ve bağımsız bir Kürdistan kurulması gerektiğini iddia etmektedirler. Grubun içersinde Kürt milliyetçileri ve bir kısım enternasyonal-marjinal Marksistler bulunmaktadır. 100 yıl öncesinin paradigması olan Wilson İlkeleri doğrultusunda, her ulusun kendi kaderini tayin hakkı, tezlerinin esas dayanak noktasını oluşturmaktadır.

> Bölünmek istemeyenler: Bu grup ise, Türklüğü ve Kürtlüğü etnik biçimde algılarlar ve ayrı bir ulus olduklarını öne sürerler. Dolayısıyla “ulus devlet” kavramını genelde reddederler ve ülkenin bir Türk devleti değil, “Türk-Kürt devleti” olması gerektiğini, bu bağlamda üniter bir devletten ziyade, federatif bir devletin özlemi içersindedirler. Kültürel haklar, tezlerinin esas dayanak noktasıdır. Bu kültürel haklardan en çarpıcı olanı ve durumu özetleyen, Kürtçenin “zorunlu dil” olarak okutulmasıdır. Kürtçeyi de resmi dil olarak ekleyin, federatif bir yapı kuramıyorsanız bile, özerklik verin demektedirler.

> Bunlar dışında milliyetçi olmayan liberal ve muhafazakar kesimler vardır. Bu kesim de sorunun ne pahasına olursa olsun bitirilmesi gerektiğini söylemektedirler. Ne pahasına derken, gerekirse vatan pahasına. Zira izlenen politikalara destek olmaları bunu göstermektedir.

> Dördüncü kesim Atatürkçü (Kemalist) kesimdir. Atatürk milliyetçiliği noktasındadırlar ve Kürtlerin etnik kökeniyle ilgilenmezler, onların da diğer bütün unsurlar gibi Türklüğün bir parçası sayarlar, çünkü Türklüğü etnik bir kavram olarak ele almazlar. Atatürk’ün “Milletle kavmi karıştırıyorlar. Kavim biyolojik bir kavramdır oysa millet siyasi bir kavramdır.” sözü temel çıkış noktalarıdır. Gerekirse diğer etnik unsurlara bir takım özgürlük verilebileceğini kabul ederler, ancak vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye atacak hiçbir şeye tahammülleri yoktur. Tezlerine göre, Musul-Kerkük 87 yıldır milli sınırların dışında kalmış Türk topraklarıdır, çünkü oradaki Kürtler de Türklerle birlikte yaşama eğilimi göstermektedir.

> Aşırı milliyetçiler vardır bir de. Kürt kelimesini bile kabul etmezler ve tamamen yok sayılması, asimile edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Bazı yerlerde, -tabii tansiyonun da yükselmesiyle- sadece Kürt oldukları için bazı vatandaşlarımızın saldırıya uğraması bunun en net kanıtıdır. Artık Kürt halkından nefret eder bir boyuta gelmişlerdir ve bu soruna nihai bir çözüm bulunmasını, hatta gerekirse sınır dışı edilmeleri yok edilmelerinden bahsedecek kadar konuda radikallerdir.

Yukarıda, milletin içersinde en radikalinden ortacısına kadar farklı görüşler başlıklarında genel fikir gruplarını lanse etmeye çalıştım. Tabii ki bu benim sınıflamamdır, kimseyi inandırmak zorunda olmadığım için bu kadar rahat yazdım, yoksa bu bir bilimsel-sosyolojik araştırma sonucu yapılmış bir sınıflama değildir ve bu iddiada da değildir.

Yukarıdaki gruplara bakıldığı vakit, bir tarafın yüzünü güldürecek bir politika izlendiğinde, öteki tarafın suratı asılıyor ve dengeler öyle hassas bir yere gelmiş ki, 1 milimetre oynatıldığı zaman bile kargaşa, çatışma çıkıveriyor. Bu bağlamda bana göre orta yollu bir çözüm zor bulunacaktır. Bu düşük yoğunluklu iç savaşın kesilmesinin iki yolu vardır:

1. Ya kendilerince gerilla olan, ancak Birleşmiş Milletlerin “Sivil hedeflere saldırma” tanımlamasından hareketle hukuken terörist olan grubun istekleri kabul edilecek ve ver-kurtul siyaseti izlenecek. (Ancak bu ilerde çok daha büyük sorunlara yol açabilir. Ülkeler arası savaş, Mezopotamya’da kutuplaşma ve çatışma, Türkiye’de de iç savaş gibi)

2. Ya da bölgede 3 sacayağı üzerinde bir politika bütünlüğü benimsenecek. Bu bütünlük askeri, siyasi ve diplomatik politikalardan oluşacaktır. Bölgede tıpkı 90’larda yapıldığı gibi ve 2000’lere gelindiğinde terörün bitmesine büyük yardımı olan sıkıyönetim valiliklerinin tekrardan kurulması ve taviz verilmeden, gene 2-3 nesil boyunca sürecek sıkı bir “Millî Eğitim” politikası uygulanılması. Terör örgütüyle mutlak bir askeri mücadele askeri ayağını oluşturmaktadır. Ancak bu mücadele, okuldan mezun olmuş 1-3 ay eğitimle oraya gönderilen düzenli ordular şeklinde değil, profesyonel birlikler şeklinde, tıpkı teröristler gibi dağda yaşayacak o şartlara alışmış tecrübeli timler tarafından, metrekare metrekare savaşılacak. Bir diğeri ise diplomatik ayağı. Bu da PKK’yı destekleyen tüm dış güçlere karşı kendi kozlarınızı oynamaktan geçmektedir öncelikle. PKK’ya olan destek kesilmeli ve Türkiye’nin Kuzey Irak’ı geri almasına ses çıkartılmamalıdır. Bu çok zor bir iştir ve her siyasi irade yapamaz tabii ki. Ancak Rusya’nın PKK’ya desteği karşısında, Türkiye de Çeçenlerden desteğini çekmişti, böylece en azından bir ülkenin desteği çekilmiş olmuştu. Asker, siyaset ve diplomasi eş zamanlı uygulanmazsa, bu politikalar tıpkı 90’lardaki gibi iflas eder. Bu üçünden biri ya da ikisinin uygulanması fayda etmez. Tıpkı hasta olduğunuzda gördüğünüz tedavi gibi düşünmek lazımdır bu tedavi yöntemini.

Yani ya kangren olmuş bölge kesip atılacak ve tehlikenin tüm yurda yayılması önlenecek, ya da ülke yoğun bakıma alınacak ve düzelene kadar yoğun bakımda, koruma altında tutulacak.

Bu iki yol dışında, bir demokratik çözüm göremiyorum ben, çünkü sorun demokrasi sorunu değildir. Bugünün Türkiye’sinde etnik bir ayrım yapıldığı söylenemez, hatta eksen bölücü- Kürt milliyetçisi tarafa doğru da kaymıştır. Toplumda son yıllarda yaşanan infialler bundandır. Bu grupların buluşabileceği hiçbir asgari müşterek bulunmamaktadır.

Bu sebeple her açılım lafı edildiğinde, yer yerinden oynamaktadır. Türkiye günden güne tehlikeli bir iç savaşa (halklar arasında) sürüklenmektedir ve gerginlik artmaktadır.

 

Asim.Us@PolitikaDergisi.com



 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.