Siyasette Düzen Sorunu

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bu çalışma iki bölümden oluşmakta ve siyasette herkesin bir şeyler konuştuğu bir yerde düzen sorununu tartışmayı amaçlamaktadır.
1.BÖLÜM
21. yy’ın gelişim süreci içerisinde kendine daha geniş anlamlandırma sahası bulan Siyaset Bilimi; hızla gelişen ve bu gelişmeye bağlı olarak aynı hızda küreselleşen dünyada yeni yorumlamaları arkasından getirmiştir.
Siyaset Bilimi sorunlar yumağı içinden sıyrılıp yeni dünyayı farklı çatılara bürünerek anlamlandırma çabası içerisine girmiştir. En başta gelen sorunlardan birisi olan siyasi meşruluk, üzerine en çok açıklama yapılan kavramlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Meşruluğun siyasal zemini; toplumların belirli sınırlar içerisinde (bu sınırlar genellikle ülke sınırlarıdır) yönetim erkini elinde bulunduran siyasi otoriteden talep ettiği istençler olarak addedilebilir. Yani sivil toplumun seçim yoluyla yönetim erkini, gücünü, iktidarını verdiği yapıdan talep ettiği tüm hakları bu meşruluk içerisinde değerlendirebiliriz.
İşte tam bu noktada bu sebeptendir ki siyasal iktidar sahiplerine, iktidarlarının meşru olup olmadığı yönünde sorular sorulabilir. Demokratik yönetimlerde eşit temsil hakkının seçmene verilmesi ve seçmenin de bu hakkı doğru bir şekilde kullanması gerekir. Seçim sürecinde seçmen kitlesinin tam olarak seçime katılması meşruluğun gerçekleştirilmesi için birinci adımdır.
İkinci adımı siyasal gücü elinde bulunduranların atması gerekir. O adım ise; siyasal iktidarın, seçmenleri tam olarak temsil etmesidir. Bu adım adam kayırmacılığın (nepotizm, spoils system vs) önüne geçmedeki en büyük etkendir.
Üçüncü bir adım eklemek gerekirse o da siyasal anlamda iktidarı elinde bulunduran gücün halkın isteklerine cevap vermesi olarak sınıflandırılabilir. Bu üçlü esas itibarıyla sacayağı görevi görür.
Çağdaş demokrasilerde halk yönetimin içerisinde etkin bir şekilde söz sahibi olmaktadır. Tam burada yeni kamu yönetimi anlayışının (New public administration) bize kazandırdığı yeni iki kavramdan birisi olan “yönetişim” kavramının siyasal açıdan meşruluğu sağlamadaki rolü ortaya çıkmaktadır. Yönetişim kavramı; genel anlamda siyasal açıdan karar alma sürecine vatandaşların katılmasını ifade etmektedir. Sürecin doğru bir şekilde işletilmesi en iyi yönetime gidişte büyük bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sayede vatandaşlara da yönetimde söz sahibi olma hakkı tanınırken başka bir açıdan bakıldığında vatandaşlara sorumluluk kavramının anlamını kavrattığı da ortaya çıkmaktadır.
Siyaset bilimini ilgilendiren en önemli sorunlardan birisi de dil sorunudur. Kullanılan dilin ortak veya evrensel bir dil olma seçeneğinin getirilmesi kültür emperyalizminin bir örneğini teşkil eder. Soruna uluslararası açıdan bakacak olursak; ortak dil olarak benimsenen İngilizce’nin ortak olarak kullanılma gereğini nereden edindiğini irdeleyebiliriz. Dünya üzerinde diplomasi dilinin İngilizce seçilmesi ekonomik anlamda güçlü olan Amerika ve İngiltere’nin dayatmaları sonucu karşımıza çıkmaktadır. Ortak dil kullanılması doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir ancak bu dilin seçilmesinde demokratik değerlere yüz çevirmenin gereği yoktur. Bugün Türk Kamu Yönetiminin temel esin kaynağı olan Fransız modeli kamu yönetimi de iletişim aracı olarak kendi dilini kullanarak üçüncü dünya ülkelerine büyük bir örnek teşkil etmektedir.
Dil konusunda farklı bir sorun ise etnik kimliklere sahip kişilerin kendi dillerini ulusal dille aynı potada, aynı çizgide değerlendirmeye almak istemeleridir. Bugün federal sistemle yönetilen ülkelerde ve etnik kimlikleri siyaset aracı olarak kullanan ülkelerde sıkça karşılaşılan bir durumdur bu. Kısacası bu durum ulus bilincine ulaşmış ama bu bilinci tam olarak özümseyememiş ülkelerde karşımıza çıkmaktadır.
Oysaki dillerin birbirleriyle etkileşimi hiç düşünülmemektedir. Bu etkileşim hem iyi anlamda hem kötü anlamda kullanılabilir. İyi anlamda diller arası kurulacak olan bağlar ileriye yönelik yeni bir ufuk doğurabileceği gibi yine aynı şekilde kurulacak olan bu bağlar sonucu dillerin özlerinin bozulmaya başlaması da mümkündür. Çünkü anadilin içine birçok yabancı terim girebilir.
Bu açıdan bakıldığında dili etkileşim içerisine sokan önemli bir etkenin Medya olduğu tespit edilebilir. En basit kitle iletişim aracı olan medya; elinde tuttuğu dil silahını istediği gibi kullanabilme hakkına sahipken bu silahını yeri geldiğinde kendi ulusu içinde kullanabilir.
Doğal olarak bu yozlaşımda sanal ortamın varlığı da inkâr edilemez bir gerçektir. Sanal ortam insanların düşüncelerini günlük konuşma biçimlerini etkileyen bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bu sorunlar yumağının görünürdeki ucunda Kültür Emperyalizmi mevcuttur.
Burada medya kavramının içini biraz daha açmak gerekir diye düşünüyorum. Günümüz koşullarında medya siyasal açıdan iktidar gücünü elde etmek isteyen oluşumların (demokratik rejimlerde partiler, 3. dünya ülkelerinde baskı erkini elinde bulunduranlar) birer destek ünitesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Medyanın istediği kişi kişiler ve kurumu iktidara taşıyabilmek gibi bir sihirli değneği vardır(!) Özellikle de medya kartelleşmeye doğru giden zengin, elit sınıfın ellerinde yükselerek seçmenlerin düşüncelerine direkt olarak etki edebilmektedir.
Siyasal anlamda devleti yönetme erkine sahip olanların arkasında medyanın rolü yadsınamaz bir gerçektir. Peki medyanın bu ikili ilişkileri desteklemesinin kaynağı nedir gibi bir soru sorduğumuzda ise verebileceğimiz cevap: karşılıklı çıkar ilişkileridir olacaktır.
Yani medya patronlarının siyasal otoriteye olan boyun borcuna karşılık siyasal otorite de kendisinin desteklenmesini açıkça talep edebilir ve etmektedir de.
Bu sonuçlar zinciri de bize göstermektedir ki medya –buna kitle iletişim araçları desek daha iyi olur- destekli bir siyasal otorite veya siyasal otorite tarafından kullanılan medya, her zaman prim yapmaktadır.
ULUS OLMA SORUNU
Batı tipi, modern demokrasilerde; demokrasinin ve rejimin şöyle bir gelişim süreci vardır:
Toprak parçası üzerinde önce birey yaratılır. Bireyler bir amaç etrafında toplanır ve Milleti yaratır. Millet de bu örgütlü bağı daha da pekiştirerek DEVLET i yaratır. Türkiye de demokrasinin hala yerleşememiş olmasının diyalektiği ise; Toprak parçası üzerine önce DEVLET inşa edilmiş, devlet kavramının içine Millet yerleştirilmiş, en sonda Millet kavramının içine bireyler yerleştirilmiştir. Yani Batı demokrasilerinin tersine bir süreç işletilmiştir. Ulus sorunu yıllarca siyaset biliminin en önemli kavramlarından birisi olmuştur. Ulustan kastedilenin ne olduğu sözde demokrasilerde belirtilmemiştir. Ulusun bir birliktelik etrafında, bir çıkar etrafında toplanması siyaset bilimciler için bir ihtilaf noktası olmuştur.
Anarşist düşünürler devletin gereksizliğini savunurken bu görüşlerini bireylerin tamamen özgürlüğü üzerine kurmuştur. Ve o bireyleri hiçbir çatı altında birleşmemesi gerektiğini birleşmesinin mantıklı bir çözüm olmadığını söylemişlerdir (Pirhon).
Buna rağmen ünlü cumhuriyetçi filozof J. J. Rousseau ise Toplum Sözleşmesi adlı eserinde bireylerin gelecekte düşüncelerinin varlığını devam ettirebilmesi için bir bilince ihtiyacı olduğunu ve o bilincinde ulus bilinci olduğunu vurgulayarak toplumun örgütlü bir şekilde yönetime katılabileceğinin mümkün olduğunu belirtmiştir (bkz: Toplum Sözleşmesi ).
Keza 20. yy diktatörlerinin birçoğu da iktidarlarının meşruluğunu seçim yoluyla elde etmişlerdir. Klasik olarak: Hitler Almanya’sını örnek gösterebiliriz. Nasyonal Sosyalist Partisi genel başkanı olarak iktidar koltuğuna oturmuş ve örgütlenmeleri parti üzerinden gerçekleştirmiştir.
Ulus olma bilincinin aşılanması bahse konu olan ülkenin tarihsel köklerine bağlılığı ile birlikte değerlendirilir. Ör: Türk Ulusu kavramını kullandığımızda geçmişten günümüze kadar olan zaman zarfında hayatlarını sürdüren bir ulustan bahsettiğimiz anlaşılırken; aynı kavramı Amerika için Amerika halkı için kullanamamaktayız. Çünkü bilindiği üzere coğrafi keşifler sonucunda ve arkasından gelen sanayi devrimi sürecinde İngiltere’nin yayılmacı politikasının ürünü olarak; kıta üstünde kurulan bir koloniden bahsetmekteyizdir. Bir Avusturya’nın da uluslaşma kimliği yoktur; çünkü Germen ırkından gelen Avusturya da Alman kültürünün içinde dillerini kaybedebilecek boyuta ulaşan bir yozlaşmayla karşı karşıya kalmıştır.
Bu yüzdendir ki ulus ve millet kavramlarını birbirinden farklı kavramlar olarak değerlendiririm. Ulus kavramının kökenle bir bağının kopmaması sonucu varken; millet kavramında ise bir revizyonist hava hâkimdir. Yani değişime açıktır. Etkileşime daha müsaittir.
Yani bilinenin aksine; bir görüşe göre ULUS dediğimiz kavram, diğerine göre MİLLET değildir. Tabiatıyla bunlar bir bakış açısıdır.
REJİMİN NİTELİĞİ VE İÇERİĞİ
a)      İdeolojik saplantılar
Hangi ülke olursa olsun; belirli bir anlayışa göre yönetilir. Bu anlayış kimi zaman diktatörya, fundamentalizm (köktencilik), şeriat ve demokrasi olarak karşımıza çıkar. Bunların alt dallarında ise izm ler vardır.
Örneğin; diktatöryanın içerisinde: sosyalizm, komünizm, faşizm ilk akla gelen ideolojilerdir.
Fundamentalizm: Kelime anlamıyla köktencilik demektir. Ancak buradaki köktenciliği İslamlık açısından irdelemek sağlıklı sonuç vermez. Bu grupta: gizli tarikatlar ve localar, dini örgütler (evangelistler, masonlar, illuminati, el kaide gibi) ve ağırlıklı olarak dini inanışlara koyu bir şekilde bağlı olan inanç yatar.
Şeriat: Kelime manasıyla hukuk demektir. Yorumlandığında ise İslam hukuku anlayışını ele alan ana sistem olarak göze çarpar. Bugün; İran, Irak, Suriye, Lübnan, B.A.E. gibi İslam menşeli ancak batıyla etkileşime girmiş olan ülkelerin dünyevi tüm işlerinin İslam kurallarına göre yorumlandığı bir anlayış gözümüze çarpar.
Demokrasi: Bilindiği üzere sözlük anlamıyla halk yönetimi demektir. Ancak halkın kendisini ne şartlar yönetebileceği belirtilmemiştir. Bu sebepledir ki ortaya çıkardığı yönetim biçimleri diğer temel düşüncelere göre farklıdır. Örnekleyecek olursak: monarşi, mutlak monarşi, mutlakıyet, meşrutiyet, mutlak-i monarşi, liberalizm ve laiklik olarak örneklerimize kısmen cevap verebilmekteyiz.
İnsanoğlu için en iyi yönetim biçimi şudur diyebilmemiz mümkün değildir. Çünkü her sistemin her rejimin artısı ve eksisi çok fazladır. Buna rağmen insanların insan olma güdüsünden ileri gelen haklarının en iyiye yakın bir şekilde korunduğu sistemi demokraside bulabiliriz.
Demokrasi biraz önce de bahsettiğim gibi, temel değerlerini insan üzerine kurmuş bir sistemdir. Bu yüzdendir ki dünya üzerinde geniş bir şekilde kabul görmektedir. Ancak şu da vardır: hiçbir ülke başka bir ülkenin demokrasiye geçmesini veya ülkenin mevcut düzeninde demokratik değerlere daha fazla yer verilmesi için tehdit, darp ve cebir yoluyla bu ilkeyi sağlamlaştıramaz.
Günümüz demokrasilerine bakıldığında batı tipi demokrasiler ve oryantalizm güdümündeki demokrasiler diye ince bir ayrıma varmamız mümkündür.
Batı tipi demokrasiler her ne şartta olursa olsun; insan egemenliğine insan hak ve değerlerine üst düzeyde bir saygı unsuru içerirler. Durumu bir başka şekilde şöyle de özetleyebiliriz: Devlet insanlar için vardır (Anglosakson hukuk sistemi ve Avrupa Birliği demokrasi modeli).
Oryantalizmin yani Doğuculuğun egemenliği altındaki demokrasilerde ise ismen var olan fakat içeriği doldurulmayan bir sistem, bir demokrasi sistemi gözümüze çarpmaktadır. Bu sistemlerde bireye haklarının ne olduğu konusunda bilgi verilirken birey bu haklarını; Ayetullahların, şeyhlerin, tarikat liderlerinin çizdiği sınırılar içerisinde kullanabilmektedir. Yani demokrasi kavramına dinin müdahale ettiğini gözlemlemekteyiz. Bu durumun özeti ise: insan Devlet için vardır olacaktır.
Ve bir başka sistem biçiminde ortaya çıkan bir modelde demokrasi kavramını da irdelemek gerekir diye düşünüyorum. Mevzubahis olan sistem; 3. dünya ülkeleri diye tabir edilen ekonomik ve kültürel anlamda kalkınmasını tam olarak sağlayamamış ve bu kalkınma eksenini Batı tipi ülkelerin gölgesi altında gerçekleştirmeye çalışan ülkelerde uygulanan sistemlerdir.
Örnek olarak; Afrika ülkeleri, Ortadoğu da ulus olma bilincine varamamış ülkeler verilebilir. Bu tip ülkelerde kavramsal olarak demokrasinin üzerinde durulmaz. Sadece demokrasi gibi bir sistemin var olduğu bilinir. Kendilerine de başkanlarını seçmek vasıtasıyla demokratik bir yönetim anlayışına bağlı kalındığı hissettirilir.
Oysaki demokrasi; sadece kendi yöneticilerini seçebilme hakkını tanımak değildir. Bu şekliyle demokrasi bir yönetim biçimi olmaktan öteye çıkamaz. Hâlbuki demokrasi; yönetim ve yaşam biçimleriyle bir bütündür. Halkın yöneticisini seçmesi ise yaşam biçiminin yönetim anlayışına bir yansımasını ifade eder. Buradan da anlaşılacağı üzere demokrasi tüm ilkeleriyle bir bütünü ifade etmelidir. Yani parçalı demokrasilerle, ilkelerinin bir kısmını kabul etmekle ülkenin demokrat bir ülke olduğunu söylemek mümkün değildir.
Devam Eden İçerik: 
Siyasette Düzen Sorunu 2

Yorumlar

Sayın İlker Ekici,

Sayın İlker Ekinci, düşünmemiz gereken budur. "Düzen veya sistem." Demokrasi halkın tercih veya seçim yapabilme hürriyetidir. Bir ülkede ne kadar iyi seçim sistemi olursa olsun, halk en iyi yöneticileri seçebilse bile bu o ülkenin iyi yöentilmesi için yeterli değildir. Peki ne lazımdır ülkenin iyi yönetilebilmesi için? Sisitematik, kurgususal bir düzen lazımdır.
Şunun çok iyi bilinmesi gerekir ki, seçilmemiş yöneticilerin elinde sınırsız bir egemenlik olsa bundan zarar gelmez. Fakaaat seçilmiş yöneticiler sınırsız bir egemenliğe sahip olacak olurlarsa, yönetenin seçilmiş olmasından ülkeye ve millete fayda gelmez! Bu çok ciddi bir sorundur.
Çünkü, seçilmiş iktidar sınırsız bir egemenlik elde edebiliyor ise, bu iktidar bu egemenliği iktidarını kalıcı kılmak için kullanacaktır. Burada bir adalet problemi doğması kaçınılmazdır!
Seçilmiş ama, birde nasıl ve neden seçilmiş olduğuna bakmak gerekir...
Bir ülkede seçilmiş iktidar sınırsız bir egemenlik elde edebiliyorsa, Birileri bu iktidara ortak olmayı hedefleyerek bu egemenlikten nemalanmak isteyecektir. Medya, karteller, tarikatlar, aşiret ağaları, sendika ağaları iktidarların gizli ortakları durumunda olmuşlardır!
Bunlar seçimlerde iktidar olacak partilere çalışırlar, kimileri partilere parasal destek sağlarlar, parti iktidar olunca da fazlasıyla geri alırlar!
Eğer, sistem seçilmişe sınırsız bir egemenlik veriyor olmasadı, bu güçler siyasetle ilgilenmezlerdi, siyasete yatırım yapmazlardı.
Seçilmiş siyasetçinin sınırsız egemenlik kullanması yanlıştır.
Kuvvetler ayrılığı bunun için gereklidir. Seçilmiş iktidarın egemenliği yasa yapmak ve yasayı uygulatmakla sınırlı olmalı, devlet kurumlarında egemenlik yasal sınırlar içinde kurum yöneticilerinin olmalıdır.
Denilir ki, bürokratlar iş bitirmez. Ama neden bitirmez? Çünkü sistem müsait değildir. kurum yöneticisi ihale yapamaz, anlaşma yapamaz, alım yapamaz. satış yapamaz. kanunların kendilerine vermiş olduğu hakları bile kullanamazlar! Bu bürokrat nasıl iş bitirecek?
Bürokratın yasal yetkisinde olan işlerin talimatı ankaradan verilecek talimata göre yapılmak zorunluluğu vardır. genel müdür vali kul durumundadır.
Memleketin en uç noktasındaki kasabayı düşünün, oradaki kaymakam Ankara'da ki istemedikçe odacı bile alamaz!
Bu neden böyledir?
Çünkü anayasamızı yapanlar, genel müdürün, valinin bilimum devlet görevlisinin atanmasını tayin edilmesini kanun yapanlara, yani iktidarlara bırakmışlardır! Bu sınırsız bir egemenliğin iktidarlara verilmiş olmasıdır.
Yer yüzünde böyle bir sistem yoktur! Böyle bir sistemle başarılı olmuş bir ülke de yoktur.
Bu memlekette bunları düşünen de yoktur. Sizin gibi, benim gibi düşünende yok denecek kadar azdır.
Adam soruyor; senin gibi düşünen kaç kişi var? Mesele de budur zaten. Sistemi düzeni düşünenin olmaması.
Bu ülkede insanlar boşu boşuna bir birlerini kırıp döküyorlar.
Basit, ama sistematik bir reformla farklı bir Türkiye var etmek mümkündür.
yeni anayasadan bahsediliyor. İyi de mevcut anayasa neden işlemiyor bunu düşünen anlayan yok? Bunu düşünmeden yeni anayasayı nasıl yapacaksın? Başkanlık sistemi diyenler var. Sanki çok sistemden anlıyor da! başkanlık sistemi bizim siyasetçimize çok dar gelir. Amerika'daki başkan bizim milletvekillerimiz kadar bile yetki kullanamaz! Egemenliği falan da yoktur.
Sayın Ekici, seyir defteri Atilla ilhan sitesinde yazılarımı okuyabilirsiniz.
Saygılar, selamlar.

Sayın İlker Ekici, "Sistem

Sayın İlker Ekici, "Sistem değişmeden hiç bir şey değişmez" diyen biri için yazınız çok anlamlı.
Bu ülkede insanlar yoksulluğu yaşıyorlarsa, bu ülke iyi yönetilemiyorsa bunun nedeni iyi kurgulanmış bir sisteme sahip olamadığımızdandır.
Elli yılı iyi yöneticiler aramakla geçirdik. Bir gün olsun sistem nedir? sistem de bir sorun mu var diye düşünenimiz olmadı.
Bu ülke neden başarılı olamadı diye soracak olsak, siyasetçinin anlayışı zihniyeti bozuk cevabını alırız.
Hiç düşünenimiz olmaz ki, bu memleketin iyi yönetilmesi siyasetçinin anlayışına mı kalmıştır!
Sistemin önemini idrak edemezsen, sistemin olmaz! sistemin sistem olmazsa siyasetçi ülkeyi anlayışına göre yönetilir!
Sistem sadece mekanik kurgu ile, elektonik kurgu ile olmaz! Kainat ilahi kudretin kurguladığı sistematik bir yapı ile işler. insan vücudu sistematik bir kurgusallıkla çalışır. Bütün sistemlerin değişmez ortak özellikleri vardır.
yer yüzünde gelişmiş ülkelere bakacak olur isek, bu ülkelerde teknolojininde geliştiğini görürüz. bu ülkelerde yönetim sorunu da yoktur.
Bunun sırrı sistemdedir. Sistemden anlayanların yönetim şeklide sistematiktir. Sistematik yönetim biçimlerinde iyi siyasetçi arama zarureti yoktur.
Sonuç olarak, sistem ıslah edilmediği sürece, ülkenin başına ahmet gelmiş memhmet gelmiş sonuç değişmez. İyi bir hükümet gelir biraz ortalığı toparlar. Ardından kötü bir hükümet gelir herşeyi harap eder gider!
Önemli olan iyi bir düzen kurgulayabilmektir. Bunu başarabilirsen, ortalama bir başbakan bile ülkenin ileri gitmesini sağlayacaktır.
Bunu siz anlayabilirsiniz. fakat bu ülkede bunu anlayacak beş adam bile bulunmaz.
Saygılar, selamlar.

Sayın Kütüklüoğlu

sayın Kütüklüoğlu; Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. Umut edelim ki insanlar sistem içerisindeki tartışmalardan ziyade, sistemin kendisini tartışmaya açsın.
Saygılarımla.
İLKER EKİCİ

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.