Referandumda Seçmen Tercihini Belirleyen Faktörler ve Süreç Değerlendirmesi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Türkiye 12 Eylül günü Anayasa’da değişiklik öngören 26 madde için sandık başına gitmeye hazırlanıyor. Referandum yolu ile yapılacak bu oylamada “halk”ın değişiklik için cevabı nihai karar niteliği olma özelliği taşıdığından ötürü bugün ülkenin en önemli sorunu olarak görülmekte ve yediden yetmişe herkesi ilgilendirmektedir.

   Bu yazımızda referandum için sandık başına gidecek olan seçmenin oy verme davranışının siyaset bilimi çerçevesinde değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Seçmen tercihleri analiz edilerek bu sürecin nasıl yürütüldüğü açıklanmaya çalışılacaktır.

   Seçmen, Oy Verirken Neye Dikkat Eder?

   Oy verme davranışı politik bilimin özellikle davranışsalcı akımı tarafından özel bir saha çalışmasına tabi tutulmuştur. Bu süreç içerisinde detaylı analizler yapılmış, davranışsalcı politik bilimciler tarafından öne çıkan en önemli belirti ise oy vermenin bir politik kitle psikolojisi olduğu ve bunun sonucunda da politik sistemin tüm sırlarının açığa çıkarmanın en önemli anahtarı olduğu vurgulanarak sonuç olarak seçmen tercihini etkileyen belirli maddeler ortaya çıkarılmıştır. Bu vurgu teoriye dönüşme noktasında sıkıntılar çekse de, psephology (oy verme davranışının bilimsel analizi) hala politik analizlerde başat konum olma özelliğini kaybetmemiştir. Buna sebep olarak da oy vermenin, bireyler toplum ve politikacılar arasındaki üçlü sacayağını tahlil edebilen yegane yapı olması gösterilebilir. Oy verme davranışına ilişkin analizlerimizle bireyden kitleye ve hatta siyasetin kurumsallaşmasına ilişkin değerlendirmeleri yaparak ülkenin demokrasi tarihi hakkında öngörülerde bulunabiliriz.

   Oy verme davranışı kısa ve uzun döneme etkileri olarak ikiye ayrılabilir. Kısa dönemli etkilere; hükümetin veya liderin popülerliği, işsizlik, yolsuzluğun açığa çıkması, enflasyon gibi temel olarak ekonomik belirleyicilerin etkisi olduğu söylenebilir. Kısa dönemli etkiler belirli bir döneme özeldir, belirli bir seçime ilişkindir. Uzun vadeli yansımalara etkisi yeterince değildir. Kısa dönemli etkilerde oy verecek seçmenin ekonomik anlamda yeterliliği ön plana çıkmaktadır. Kısa dönemli etkilerde saydığımız lider özelliklerine de dikkat çekmek gerekir. Liderin halk gözündeki değeri kısa dönemli tercihte büyük etki eder. Medya, parti liderini partinin vitrini olarak yansıttığı için liderin tavrı davranışları önemlidir.

   Oy verme üzerindeki son kısa dönemli etki ise medyanın tutumudur. Çeşitli konuların yanlı ve partizan bir dille sunulması ve basın alanında mülkiyet gibi yapısal, dolayısıyla daimi faktörleri yansıtması durumunda kitle iletişim araçları da uzun süreli etki gösterebilmektedir. Buna karşın, medyanın olayları sunma biçimi de seçimden seçime değişebilir. Ülkemizde de buna birçok örnek verilebilir. Medya patronlarının rekor cezalarla karşı karşıya kalması, ister istemez medya grubunu belirli bir cepheye çekebilir.

   Genel olarak bir seçmenin oy vermesinde belirleyici olan özellikler şunlardır:

   1. Lidere olan bağlılık,

   2. Partiye olan aşırı bağlılık (partizanlık),

   3. Partinin iktidar olması halinde kuracağı çıkar ilişkileri,

   4. Aday olanlardan birisiyle kurulan bağlar(akrabalık, dostluk vd.),

   5. Mevcut yapıda daha iyi bir aday olmaması,

   6. Manevi anlamda kendisini zorunlu bağlı hissetmesi,

   Yukarıda altı maddede topladığımız özellikler genel anlamda seçmen davranışını etkileyen faktörlerdir. Bunların akademik boyuttaki tahlilleri ise daha geniş olmaktadır.

   Lipset ve Lazarsfeld, sandık başına gidip gitmemekte dört etmenden söz eder (*):

   1) Hükümetin izlediği siyaset, bir toplumsal grubun çıkarlarını ne kadar etkiliyorsa, o toplum kesiminde oy verme eğilimi o kadar artar. Kamu görevlileri buna örnektir.

   2) Hükümet kararlarının kendisiyle ilgili sonuçları noktasında bir toplum kesimi ne kadar bilgisiyle bu durum sandığa yönelimi o oranda arttırır.

   3) Bir toplum kesimi üzerinde, siyasal katılım yönündeki baskılar ne kadar fazlaysa, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi de o kadar artar. Bu başlık altına dini anlamdaki gruplar örnek verilebilir.

   4) Grup üzerindeki baskılar ne kadar artarsa oy verme eğilimi de artar, tersi durumda da sonuç ters yönde seyir izler.

   Biraz önce değindiğimiz altı maddelik kısma tekrar göz atmakta fayda vardır.  Bu altı maddeyi oy verme teorileri arasında da gösterebiliriz.

   Oy Verme Teorileri (**)

   Parti Kimliği Modeli: Oy verme davranışında parti önemli bir yer tutar. İnsanlar partiye karşı psikolojik bağımlılık duygusu taşıyabilir.  Seçmenler, partiyi kendi partileri olarak değerlendirir, partinin yılmaz bekçileri olarak tüm ilkelerini savunur, yaptığı her şeyi iyi olarak görür. Bu modelde oy vermeyi belirleyen dış etkenler, siyasalar, şahıslar, kampanyalar, medya gibi faktörlerin pek bir önemi yoktur. Zira lidere koşulsuz şartsız bir itaat kültürü gelişmiştir. Bu modelin en tehlikeli yönü olayın partizanlığa dönüşmesidir.

   Partiye bağlılık sadece oy vermekle sınırlı değildir. Ömür boyu sürecek olan bir birlikteliğe vurgu yapılır. Kuvvetli bir sadakat vardır.  Modelin olumlu yönü ise kemik oy diye bilinen normal oy düzeyinin çok rahat bir şekilde elde edilmesidir.

   Sosyolojik Model: Sosyolojik modelde oy verme davranışı ile grup üyeliğini, seçmenlerin ait olduğu grubun içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu yansıtan bir oy verme biçimi geliştirme eğiliminde olduklarını ileri sürerek birbirine bağlar. Toplum içerisindeki bölünmüşlükleri ortaya koyarak, bir bütünleşme yoluna gitmenin yolları aranır. Bu bölünmüşlükler genellikle etnik kimlikler, dini grup farklılığı, sınıf farklılığı ve bölge temellidir. Avrupa ülkelerinde sağ kanadın orta sınıf ve sol kanadın işçi sınıfı ile kurduğu ilişki sosyolojik temellidir.

   Rasyonel Tercih Modeli: Bu modelde toplumsal grupların davranışlarından ve sosyalleşmeden ziyade birey önemlidir. Oylamada bireyin takınacağı dış etkilerden arınmış tavır, rasyonel tercihin temelini oluşturur. Bu modelde birey, siyasalar üzerine durur. Siyasaların kendisine yönelik fayda değerlendirmesini yapar. İçerikten de anlaşılacağı üzere bu model dünya üzerinde sıkça göremeyeceğimiz bir modeldir.

   Hakim İdeoloji Modeli: Bu model, yapısal olarak demokrasinin tam kurumsallaşmadığı ülkelerde görülür. Bireyin sosyal hiyerarşi içerisindeki yerinin kısmen de olsa belirleyicisi olduğu için sosyolojik modelle ilişkilendirilebilir.  Hakim ideolojiyi kurumsallaştıracak ve reklamını yapacak olan ise başta medya olmak üzere farklı diğer kitle iletişim araçlarıdır.

   Yazılanların sonucunda değerlendirme yapmamız gerekirse seçmenin hangi gerekçeyle oy vereceği artık bilinmektedir. Muhakkak ki yukarıda yazılanlar genel anlamıyla bir seçime ilişkin değerlendirmelerdir. Bize lazım olan ise yakın dönem için referandumdaki tavırdır. Yine yukarıda yazdığımız altı madde ile özetleyebildiğimiz başlıklar arasında referandum için de cevap olabilecek başlıklar da vardır.  Aşağıda ise referandumun yarar ve sakıncalarını anlatan bir değerlendirme yapılmaktadır.

   Referandumlar; Yarar ve Sakıncaları (***)

   Referandumlar seçmenlere bir konu hakkında devlet siyasasına ilişkin görüşlerini soran önemli oylamalardır. Seçimlerde belirli bir siyasi amaç gözetilirken seçmen tarafından da bir beklenti olabilirken, referandumlarda böylesi bir tablo söz konusu değildir. Referandum bir doğrudan demokrasi yoludur.  Halkın görüşlerini alma noktasında önemli bir kaynaktır. Ve türüne göre bağlayıcı veya danışma kararları niteliği taşıyabilir.

   Referandumun sağladığı yararlar şunlardır:

   - Seçilmiş hükümetin kamuoyuyla aynı noktada kalmasını temin etmek suretiyle iktidarını denetler.

   - Siyasi katılımı teşvik eder, böylece daha eğitimli ve donanımlı seçmenler yaratmaya yardımcı olur.

   - Belirli konularda halkın görüşlerini ifade etmesi noktasında önemli bir fırsattır.

   - Önemli konularda (anayasal düzenlemeler gibi) halkın konuya duyarlılığını ölçme noktasında hükümetler için önemli bir araçtır.

   Sakıncaları ise;

   - Siyasi kararları, çok az eğitimli ve çok az deneyime sahip ve medya ve çevrelerindeki diğer etmenlerden kolay etkilenen kişilerin ellerine bırakır.

   - En fazla belli bir zaman dilimindeki kamuoyunun bir bakış açısını ortaya koyar.

   - Siyasetçilerin, siyasi gündemi manipüle etmesini ve zor kararları verirken kendilerini sorumluluktan muaf tutmasını sağlar.

   - Siyasi meseleleri, sadece evet/hayır seçenekleri olan sorulara indirmek suretiyle bu konuları basitleştirir ve tahrif eder.

   Referanduma ve seçmen tavırlarına ilişkin değerlendirmeden sonra bu sürece ilişkin eleştirilerimizi de yazmak önemli bir zorunluluktur. Bu süreci de aşağıda irdelemek istiyoruz.

 

   Kim, Ne Konuşuyor; Asıl Olan Nedir?

   Liderler her gün bir meydanda referanduma ilişkin (!) görüşlerini peşi sıra sıralamaktadırlar.

   Pekala yanlış olan uygulamalar nelerdir?

   Öncelikle meydanlarda, referandumda ne oylanacaktır, diye sorduğumuzda yazımızın ilk cümlesi sorunun cevabıdır. Ancak meydanlarda garip söylemler var. İktidar açısından bakalım:

   1) Dersim polemiği. Başbakan Sakarya’da diyor ki CHP lideri nereli Dersimli. Dersim ne zaman bombalandı? CHP’li Cumhurbaşkanı döneminde. İşte sizin cemaziyelevveliniz bu. Referandumla Dersim’in ne alakası var, diye soran yok…

   2) Başbakan Yardımcısı tarafından “hayır” oyu vereceğini açıklayan sanatçılara telefon açmakta, niye hayır diyorsunuz evet desenize diye baskı yapmaktadır. Bu değişikliğin demokrasi getirme gibi bir nitelemesi olabilir mi?

   3) Başbakan ya darbeciler, ya siviller diyerek 12 Eylül’ü yapanlardan hesap soracaklarını belirtmektedir. Bunun mümkün olmadığını kendisi bilmektedir, bu bir kara propagandadır.

   4) Referandum süreci bir seçim havasına sokulmuştur. Meydanlarda AKP ve karşıtlarının bir savaşı yaşanmaktadır. Bunu tetikleyen ise iktidarın söylemleridir.

   5) Başbakan karşıtları sayarken CHP, MHP, YARSAV, BDP, PKK demekten vazgeçmemektedir. Bu durumda sözün bittiği yere gelinmiştir.

   6) Ramazan ayı sebebiyle olayın boyutu dini mecraya da sürüklenmiştir. Oruç Baba türbesinde “evet” diyerek iftariyelik dağıtılıyor ve hükümet herhangi bir yaptırımda bulunmamaktadır.

   7) Kendine ait kanunun beşinci maddesine göre seçim ve halkoylamasında tarafsız olması gereken TRT, YSK’nın yasaklarını hiçe saymaktayken bunu gören(!) RTÜK inceleme bile başlatmamaktadır.

   8) Başbakan seçimlerde olduğu gibi ikinci çıkarsam ben bırakırım diye konuşmaya devam etmektedir. Bu ise halka yönelik imalı tehdidin göstergesidir.

   9) AKP, süreci, 12 Eylül 1980 mağdurları üzerinden yürüterek yanlış bir çizgiye sokmaktadır. Yandaş TV kanallarında 12 Eylül’de mağdur olan olmayan kim var kim yok herkese mikrofon uzatılarak halka akıl tutulması yaşatılmaktadır.

   10) Başbakanın sık sık Adnan Menderes hatırlatması yapması da psikolojik olarak yorulduğunun göstergesidir.

   11) Kendisinin sıkıştığı noktada Atlantik ötesinden, imkan olsa ölüleri de evet dedirtsek, diye destek alarak süreç uhrevi niteliklere bürünmektedir.

   Tüm bunların sonucu olarak gerçek gündemden uzak bir süreç işlemektedir… Halka oylatılmak istenen Anayasa değişiklikleridir. Ancak meydanlarda sıra daha değişikliklere gelmemiş gibi duruyor!

   Muhalefetin yanlış yaptığı ortak noktalar ise birkaç başlıkta toplanabilir:

   1) Meydanlarda referandumun ana temasına ilişkin vurgu yapılmamaktadır. Daha gerçekçi tahliller yapılmalıdır.

   2) İktidarın istediği zaten paketin değil, kişilerin tartışmasıdır. Halktan destek gören muhalefet bu gücünü pakete ilişkin tahlillerde kullanmalıdır. Aksi halde bu gidişle seçim döneminde propaganda malzemesi kalmayacaktır.

   3) İktidarın propaganda birimine karşı acilen karşı bir birim oluşturulmalıdır.

   4) Kendilerini terör örgütüyle bir gösteren bir yapıya karşı her türlü mücadeleyi hukuksal zemini göz ardı etmemek suretiyle yapmak muhalefetin temel görevi olmalıdır.

   5) Yerel birliklere özel bir ağırlık verilmeli ve son güne kadar genç, dinamik bir kadroyla süreç yürütülmelidir.

   Yukarıda belirtilenler de uzun zamandır siyasal analizler yapan birisinin gördüğü aksak yönlerdir. Umuyoruz ki, gerçekler halk tarafından da görülecek ve önce referandum ardından seçim ile saltanata dönüşme eğilimindeki sözüm ona demokrasi, hak ettiğini alacaktır. Tüm bunlar için karanlığa sövmek yerine kalkıp bir mum yakmak yeterlidir. O mum da 12 Eylül’de sandık başında bir “hayır”la yanacak güçtedir…

Ilker.Ekici@PolitikaDergisi.com

 __

*KIŞLALI; A.Taner; Siyasal Sitemler; sf:189;İmge; 4.Baskı; 1998

 **Heywood; Andrew: Siyaset; sf:350-353; Adres yay. Ankara; Ekim 2007

*** Heywood; A.g.e. sf:328

 

 

  

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 24’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 24’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.