Oryantalizmin Sonu mu?*

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Bekir Aydoğan

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halkların yıllardır süren dikta ve toplumdan kopuk krallık ve diktatörlere yönelik ayaklanmaları, bazı rejimlerin çökmesine bazılarının da siyasi çalkantılar içerisinde reform uygulamasına ya da halkların taleplerinin kanla bastırılmasına sebep olurken; Batı’da da ekonomik krizle azalan refah seviyesinin ve işsizliğin neden olduğu demoralizasyon, yabancı düşmanlığı ve sağ partilerin nüfuzunu artırarak liderlerin bir bir sessiz çöküşlerine sahne olmaktadır.

Öte yandan Çin’in uzun süredir dünya ekonomisindeki nüfuz alanını küresel politikaya taşıma çabalarının ve Putin’le eski günlerini arayan, AB ve ABD’nin etki alanına rakip olacak uzun vadeli Avrasya Birliği gibi projeleri hayata geçirmeye çalışan Rusya’nın güç merkezini Batı’dan Doğu’ya çekmeye yönelik adımlarının da Batı dünyasının dominant rolü için tehdit unsuru olarak görülmektedir.

Doğu ve Batı’nın yaşadığı politik, ekonomik ve kültürel değişimler hem bölgesel hem de küresel manada medeniyetlerin ve güç odaklarının sorgulanması, çatışması ya da sessizce değişmesine neden olurken; dünyanın güç merkezinin Batı’dan Doğu’ya doğru çekilmesi,  hem günlük hayatımıza hem de akademi ve literatüre hâkim olan Batı menşeli, oryantalist düşünüş ve yapıların sorgulanması ve yeniden kurgulanması için bir umut vaat edebilecek midir?

Peki ya Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan değişim rüzgârına gönül veren milyonların aklından ne geçiyor? Refah seviyesinin yükselmesi, işsizliğin azalması ve daha demokratik bir ülke hayalinin de ötesinde birkaç başkanlık koltuğunun değişiminden ziyade, zihinsel ve kültürel kodlarını sorgulayarak tam anlamıyla bütüncül bir devrim için ‘Arap Baharı’nın yönünü ve gündemini bölge halkları kendileri tayin edebilecek midir?

Bunu bilmiyoruz. Kuşkusuz bugüne kadar yönetimi elinde tutan belli görüşteki azınlık grubun diktası, hız kaybederek biraz daha kendi halkalarını genişletebilir ya da şekilsel değişimlerle binlerce insanın hayatını kaybettiği ‘Arap Baharı’, Renkli Devrimlerin bir tekrarına da dönüşebilir. Ancak daha kötüsü ve kalıcı izler bırakabilecek olanı kendilerini en çok destekleyen Batılı demokrasilere duydukları ihtiyaç çerçevesinde orijinal tavır, duruş ve hareket geliştirme duygu, düşünce ve kabiliyetlerinin ciddi biçimde zayıflaması ve alternatif olma hususiyetlerini yitirmeleridir.    

Birinci Dünya Savaşı sonrası Batı’nın Doğu için çizdiği haritalar ve ulus inşası çabaları, bugün bölgede eksik olmayan sınır, mezhep ve doğal kaynaklar üzerinden gelişen çatışma ve devrimlerin önemli bir alt yapısını oluşturmaktadır. Biraz daha geriye gidersek kendilerinin geliştirdikleri burjuvazi devrimlerinin yarattığı ulus-devlet modelleri aracılığıyla merkeze oturan Batı, burjuvazileri aracılığıyla ülkesel çapta yaptıkları şeyi şimdi küresel bazda gerçekleştirmektedir. Buradan uluslararası bir karaktere bürünen küresel burjuvazinin bir küresel devlet yaratabileceği ise merakı muciptir.

Söz konusu devrimler yoluyla ekonomi ve politikada etkin hale geldikleri gibi düşünce üretme merkezleri olan akademi dünyası da doğal olarak Batı tarafından domine edilmektedir. Ve burada da eşyanın tabiatı gereği kendi kavramlarıyla konuşup, yazmakta dünyanın değişik bölgelerini kendi terminolojilerine göre tanımlamaktadırlar. Bizler de kendi coğrafyamızın denk gelmesine göre kah Orient –Batı Avrupacı bir tanımlama- kah Ortadoğu -ABD menşeli- gibi isimlendirmeler ile adlandırılmasına sanki alışmış vaziyetteyiz. Bu durum başka önemli bir sonuç üretmektedir: Dünya üzerindeki nüfuzunu medeniyet havzalarına kendi kodları ve kavramları ile gelerek temin eden ve bu coğrafyaları ve insanları kendi sistematik yaklaşımlarına kendi kavramsallaştırmaları üzerinden bağlayan ve entegre eden bir Batı hükümranlığı. Günümüzde gitgide bu hegemonya biçimi küresel düzen olarak literatürlerde anılmaktadır.

Öyle ki, yaşanan teknoloji ve telekomünikasyon devrimleriyle; bilgi üretimi, dağıtımı ve etkileşiminin çok daha hızlı ve kolay yaşandığı bugünlerde, bir ülkenin rekabet ortamına uyum sağlayabilmesi için sadece kültürü, eğitim sistemi, özgürlükleri, yaratıcı düşüncesi, insan kalitesi ve tarihi birikimi değil, aynı zamanda bilim ve teknoloji altyapısı ile inovasyon kapasitesi, kültürel enformasyon ve akademik faaliyetlerinin de iç içe geçebilecek ve uyum halinde işleyebilecek bir seviyede geliştirerek sürdürmesi gerekmektedir.

Kimilerine göre Batılı güçlerin yerel faktörleri harekete geçirerek kendi gündemleri ile yeşerttikleri, kimilerine göre ise yılların birikim ve ihtiyaçlarını fırsat haline getirmek isteyen idealist milyonların tüm dünyayı etkileyen ve Batılı halkları bile harekete geçiren Özgürlük ve Demokrasi talepleriyle büyüttükleri Arap Baharı esas sınavını daha derin ve kalıcı bir sınavla vermelidir.

Bölge halklarının önünde iki seçenek var:

Renkli Devrimlerin birer kopyası olarak zihni devrimden ziyade sadece bürokratik ve politik anlam ifa eden ve geçici izler bırakacak değişimleri kabul etmek.

Batı’nın, Eski Yunan’ın gelişmiş medeniyetini doğru okuyan ve ona büyük katkılar yapıp titizlikle koruyan İslam Medeniyeti’nin günün politik, ekonomik ve kültürel gücünü yerinde ve gerçekçi değerlendirip nedenselleştiren, yeniden doğuşu ve aydınlanmayı gerçekleştirecek rönesansının arayışında Batı Dünyasının kendi rönesansında olduğu gibi kendi köklerinden ancak kürsel bilgi birikiminin vasıtasıyla doğan bir istikameti benimsemek.

Zor olan ve Arap Baharı için çok az nüve sahneleyen bu aydınlanma umudu, belki de Doğu’nun tıpkı zamanında Batı’nın yaptığı gibi mezhep ve din savaşlarına son vererek, gelişmeyi ve aydınlanmayı engelleyen Kilisesi’ni ve otokratlarını sorguladığı gibi kendi tarihlerini, siyasetlerini, diktatörlerini ve küresel sistemdeki rollerini sorgulaması ile başlayabilir.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika halkının eğitim, din, teknoloji ve kültürel gelişmişliğini, 16. ve 17. yüzyıllara kadar Hıristiyanlıklarını Katolik Kilise’nin tekelinde öğrenen ve Kutsal kitaplarını Latince dışında kendi dillerinde bile okuma fırsatına sahip olmayan, din savaşları, iktidar mücadeleleri ve sığ düşünsel ortam içinde sorgulamaya ve girişimciliğe ket vurulduğu o karanlık döneme benzetmek yerinde olsa gerektir. İslam dünyasının birçok ülkesinde azınlık dini/etnik/ideolojik gruba ait meritokrasiden fersah fersah uzak oligarşik ve plütokratik halleriyle diktatör ya da otokratların anti-demokratik rejimleri altında oluşan kaotik yapı, bölge halklarının uzun vadeli siyaset belirlemekten ziyade günlük ihtiyaçlarını karşılama mücadelesi vermesine neden olmaktadır.

Tıpkı zamanında savaşların ve çatışmaların eksik olmadığı Avrupa’da yaşanan Katolik Kilise’nin tekelci zincirinin kırılması, aydınlanmanın tüm Avrupa’da beraberinde büyük bir sanayi ve bilim devrimini tetiklemesiyle önce İngiltere sonra da ABD gibi politik, ekonomik ve kültürel bir gücü doğuran Protestanlığın doğuşunda olduğu gibi İslam dünyasında da ancak, yaşanan mezhepsel çatışma ve anlaşmazlıklar, gelişmenin önünü tıkayan dar zihniyetin, yeni bir paradigma ve vizyonla çözülmesi ile bölge halkının refaha ulaşması ile mümkün olacaktır.

Şimdi tekrar sıra İslam medeniyetinde mi? Batıya ilham olan atalarının azmi, bilgeliği, özgüveni ve gücün merkezini hakikat arayışıyla belirleme yeteneği Arap Baharı’na gönül veren milyonların akıllarından geçiyor mu acaba?

                                                                              

                                                                          Bekir AYDOĞAN & Mehmet ALACA

                                                                        iletisim@politikadergisi.com

                                                                              *16/05/2012 Radikal Gazetesi

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.