Ortada Değil, Solda Durmak!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Emre Fidan

   Sol, tarihi ve toplumu algılayışı gereği; olaylara sınıf çerçevesinden bakmak, bu şekilde “somut koşulların somut analizini” yapmak zorundadır. Bu sınıfsal referansı kabul etmeyen, gizlemeye kalkan bir sol hareket olamaz. Sol hareket, aksine, burjuva siyasetçilerinin yaptığı kayıkçı dövüşünü teşhir etmeli ve gerçeği olanca gücüyle söylemelidir.

   Bu konu açıldığında sıkça kullandığım bir örnek var; Tuzla tersanelerindeki işçi ölümleri…

   Günümüz siyasetinde karşıt iki kutbu temsil ettiğini söyleyen kayıkçıların dövüşü Tuzla tersaneleri sınırında bitiyor mu, bitmiyor mu? Alın size 21.06.2008 tarihli bir haber:

   ‘’Tuzla tersanelerinde ölümlü iş kazalarını protesto etmek amacıyla düzenlenen grevin düzenleme komitesinde yer aldığı için işten çıkarıldığını söyleyen Niyazi Tepeli isimli işçinin iddiaları, firma tarafından kendisine gönderilen belgeyle kanıtlandı. Umut Gemi adlı taşeron şirketin sahibi CHP Tuzla İlçe Başkanı Hasan Uzunyayla'nın “sendikal gerekçelerle değil, 'huzursuzluk' nedeniyle çıkartıldı” sözlerinin aksine; belgedeki işten çıkarma gerekçeleri, işçiler arasında “örgütlenme” yapmak, 16 Haziran'daki “yasal olmayan” eyleme katılmak olarak açıklandı.’’(1) 

   “Allah’ı olana sendika mı lazım?” diyen zihniyete ne kadar benziyor, değil mi? Demek ki bize iki ayrı kutup olarak gösterilen kesimler arasında bazı konularda dayanışma var.

   Evet, doğrudur, sermaye sınıfı ve onun temsilcileri yekpare bir bütün değildir; yeşili, mavisi karası ile farklı eğilim ve öncelikleri temsil eden parçalardan oluşur; ancak unutulmamalı ki bu parçaları birleştiren harç, sömürü ve baskıdır. Bu harcın altını oymaya kalkan tüm girişimlere, sermaye sınıfının tüm bileşenleri, ortak bir çabayla karşı koyar.

   Tarihimizde sıkça görülmüştür ki geç kapitalistleşen ülkemizin genç kapitalistlerinin yön duyuları zayıfladığında, yardımlarına hep bir dış dinamik -Hızır gibi- yetişmiştir. Onları sevip okşamıştır, ellerinden tutmuş ve gitmeleri gereken yolları göstermiştir. Uğursuz dış dinamik, onları bu yolda yalnız bırakmamıştır ve tabii, işine geldiği gibi, sermaye sınıfının kendisine en iyi yol arkadaşlığı yapacak parçasını (eskiden mavi, şimdi yeşil) seçmiştir ve beraber yürümüşlerdir bu yollarda, beraber ıslanmışlardır yağan yağmurda; ancak ne mutlu çiftimizin, ne de geride kalanların yolu Tuzla’dan geçecektir, o başka…

   Sermayenin, sözlüğünden “durmak” sözcüğünü çıkarıp, “yola devam” edenleriyle yerinde sayanları; hep bir çekişme içinde olmuştur ve bu çekişmede halka iki taraftan birini seçtirmek için ideolojik baskı uygulamıştır; ancak gidilen, gidilmek istenip de gidilemeyen o yol, halkın hiç de çıkarına değildir.

   “İşçi ve emekçilerin tarafı ise her iki sermaye grubunun tam karşısındadır; çünkü sermaye sınıfının çıkarları ile işçi ve emekçilerin çıkarları taban tabana zıttır. İşçi sınıfının çıkarı, devrimci iktidar mücadelesindedir. Sermaye sınıfının kendi içindeki çıkar çatışmaları, işçi ve emekçilerin gerçek çıkarını gölgelememelidir.’’(2)

   Yani sermaye sınıfının farklı renkleri, domino taşı edasıyla art arda dizilmişlerdir. Daha ileriye götürüp, domino taşlarının birliğinden ortaya çıkan yazının ‘sömürü’ olduğunu da söyleyelim; ama asıl önemli olan nokta, solun kuşbakışı baktığında yazıyı oluşturanların sermayenin tüm renkleri olduğunu bilmesinin yanında, “sömürü”yü yıkmak için inisiyatif ve güç sahibi olanı dürtmesi gerektiğini bilmesidir. Yani, en öndeki domino taşını… Hepsi sırayla, art arda düşecektir. Aksi halde, sömürü var olmaya devam edecektir.

   “Açıkçası, teoride ve pratikte “ortalama”nın da çoğu kez sapma olduğu düşüncesindeyim. Marksist yöntem, biraz da öncelikleri belirlemek, ağırlık noktalarına vurgu yapmaktır. Uçları işaret ederek devrimcilik yapamayabilirsiniz; çünkü bazen, hatta sıklıkla, devrimcilik uçları zorlamak, uçları sivriltmektir.’’(3)

   Kısacası sol siyasetin, öncelikleri (dürteceği taşı) belirlemesi gerekmekte.

   Bu ihtiyaç, en yakıcı şekliyle, kendisini Ergenekon sürecinde göstermiştir. Bazı “sol”cularımız AKP demokrasisinden dem vururken, bazıları da Ergenekon’dan yana tavır aldı. Oysa, temel referans kaynağı sınıfsallık olması gereken “sol”cularımızın, Ergenekon’un ve Ergenekon’u ortaya çıkaranların aynı sınıfın farklı öncelikleri olan temsilcileri olduğunu kavraması gerekirdi.

   “Solda çoğunluk, her tür sınıfsal referansı kaybettiğinden; AKP’ye destek veriyor, akıl dışı bir kirlenme yaratarak. Ufuk Uras, elinde dilekçe, imza topluyor; Türkiye tarihinin “gerçekleşmemiş” bir darbe girişiminin aydınlatılması için CHP’den, MHP’den yardım istiyor. Varlığını Türkiye tarihinin “gerçekleşmiş” en acımasız ve etkili darbesine borçlu bir hükümet partisinin kapısını çalıyor. ‘’(4)

   Emperyalizmin, ülkeleri işgalle değil “demokrasiyle” sömürgeleştirdiği çağda, ABD destekli sivil darbenin de demokrasi sosuyla önümüze sunulacağı belliydi. Bu darbenin, devlet egemenliğini ele geçiren sermaye kesiminin kendi önceliklerini devlet kadrolarına kabul ettirme darbesi olduğunu, önceki yazımda da vurgulamıştım. Kabul etmeyenlerle yollar ayrıldı, merak etmeyin, yenileri bulunur; ancak -ilginçtir- solda bile bu yorumu yapamayan aymazlar varken, devlet yapılanması içinde bir yenilenme ve temizlenme hareketine girişildiğini Bülent Arınç bile belirtiyor: “Bu sıkıntılar, Türkiye'nin bağırsaklarını temizlemesidir. Türkiye ilk defa bu sancılarla karşılaşmadı.’’  Yanlış olmayan; ancak konumu gereği normal saydığım ters bir değerlendirmedir.

   “Bağırsakların temizlenme” süreci iyiye değil, kötüye; hatta uçurumun eşiğine getirecek Türkiye’yi; çünkü “bağırsakları temizleyenler”, emperyalizmle yola çıkmış olan, hatta yağan yağmurda beraber ıslananlardır.

   Solun, bugün gelinen noktada, kelime oyunu oynayıp ortada durma şansı yoktur. Taraf olmayan, bertaraf olur. İki taraf vardır; emperyalizm ve işbirlikçisi sermaye sınıfı, diğeri ise işçi sınıfı ve emekçi kitleler. Sosyalist solda “çetelere ve darbelere” karşı mücadele ettiklerini söyleyenlerin Ergenekon operasyonlarına destek verdiği açıktır; ancak ben, operasyonların çete tasfiye amaçlı olmadığını, ılımlı İslam’ın devlet kadrolarındaki egemenliğine karşı çıkanların ya da bu projeyi yürütemeyecek olanların tasfiyesini (en azından itibarsızlaştırılmasını) amaçladığını düşünüyorum.

   Formül işe yarıyor, o halde ulus ötesi sermayenin başka ülkelerdeki hedefi belli olmuştur: İki üç daha fazla Ergenekon!”(5)

   Buna karşın, emin olduğum bir konu var; o da işçi ve emekçi kitlelere yaslanan devrimci öznenin amacı, bizzat darbe ve çete çocuğu olan ABD kıbleli sermaye uşaklarından demokrasi dilenmek değil; sosyalizm davasını onların gözüne sokmak olmalı.

   Gelecek sayımızda görüşmek üzere…

 

Kaynaklar

(1)  http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=884566&Date=21.06.2008&CategoryID=77

(2) http://www.kizilbayrak.org/2003/sykb27/sayfa_18.html

(3) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/1472.html

(4) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/880.html

(5) http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=18061

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

Bu yazı; Politika Dergisi, Sayı 8’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile orijinal sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 8’i indirmek için buraya tıklayınız. 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.