Maddenin Evrimi ve Diyalektik (III)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Referans İçerik: 
Maddenin Evrimi ve Diyalektik (I)
Referans İçerik: 
Maddenin Evrimi ve Diyalektik (II)

Diyalektik bazı çevrelerde yaygın olarak, “tez-antitez-sentez” üçlemesi ile ifade edilen bir tartışma veya fikir geliştirme yöntemi olarak bilinir. Diyalektiğin bu biçimde tanımlanışı; idealist, yani varlığın fikir, ruh, ilahi güç veya fizik ötesi kaynaklı olduğu yorumunu yapan felsefenin bir ürünüdür. Buna karşılık; maddeyi, evrensel varlığın ve her türlü maneviyatın kaynağı olarak yorumlayan Materyalist felsefeye göre Diyalektik, en başta maddenin ve onun yansıması olan toplumsal bilincin gelişiminin (evriminin) bir öğretisidir. Diyalektik sadece madde ve bilincin gelişimiyle uğraşmaz; o aynı zamanda bütün bu maddi olgu, olay ve süreç olarak kategorileştirdiğimiz maddi nesnelliklerin kendi aralarındaki ve onların toplumsal bilinçte bir yansıması olan fikirler aralarındaki ilişkilerin de bir bilimidir.

İncelediği konuya göre Diyalektik

  • Nesnel (Objektif)  Diyalektik (İnceleme konusu: Madde)
  • Öznel (Sübjektif) Diyalektik (İnceleme konusu: Bilinç)  olmak üzere iki ana kola ayrılır.

İster Nesnel Diyalektik olsun ister Öznel Diyalektik olsun, her durumda Diyalektik öğretisinin konusu iki kategoride ele alınması gerekir:”

  • Diyalektik Yasalar
  • Kategorik Diyalektik İlişkiler

Yasa kavramı, hukuki olduğu kadar hem fiziki hem de felsefidir. Hukuki anlamı en yaygın olarak kullanılmaktadır; aşağı yukarı herkes yasa kavramının hukuki anlamını bilir. Fiziki yasa kavramı da özellikle örneğin “yer çekimi yasası” bağlamında çok kullanılır. Fakat bizim burada ele aldığımız yasa kavramı felsefi olanıdır.

Felsefi anlamda yasa; maddi olgu, olay ve süreçlerin arasındaki zorunlu, genel, temel, görece sürekli olan ve aynı nesnel koşullar altında yinelenebilir(tekrarlanabilir) özelliği taşıyan bağlantılardır. Aslında bu felsefi yasa tanımı, doğal ve fiziki koşulların hüküm sürdüğü her ortam için de geçerlidir.

Örneğin en çok bilinen yer çekim yasasını ele alalım. Bu yasanın esası, kütleler arası çekim yasasıdır. Fiziksel olarak kütleler, birbirlerini aralarındaki mesafeye göre ters orantıda, kütlelerine göre de doğru orantıda çekerler. Elimizden bıraktığımız kalemin yere düşmesi, dünyanın kütlesi ile kalemin kütlesi kıyaslandığında kaçınılmaz ve zorunlu bir olgudur. Kalemle dünya arasında yakın mesafe olduğu sürece, bu olay her zaman tekrarlanacaktır. Fakat eğer bu kalem, uzaydaki bir astronotun kalemi ise durum farklı olacaktır. Çünkü uzayda kalem ile dünya arasında çok uzun bir mesafe vardır; buna bağlı olarak ta dünyanın yer çekim gücü artık astronotun elinden bıraktığı kaleme, kendine çekecek kadar etki edememektedir.

Tıpkı yer çekim yasası gibi toplumsal yasalar da insan iradesinden bağımsız, nesnel ve zorunlu olarak, koşullara bağlı olarak varlıklarını sürdürür, toplumsal yaşamda etkilerini gösterirler. Örneğin kapitalist bir düzende işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi böyle bir yasadır.

***

Yasa kavramının felsefi anlamını yakından tanıdıktan sonra, şimdi Diyalektik’ in Yasaları konusuna daha yakından bakabiliriz. Diyalektiği biz; maddenin ve maddenin bir türevi, bir ürünü, bir işlevi, bir yansıması olan bi   lincin ve fikirlerin gelişim öğretisi olarak tanımlamıştık. Gelişim veya evrim kavramlarını ise yükselen, ilerleyen, mükemmelleşen özel bir maddi hareket kategorisinde değerlendirmiştik.

Eğer bir yerde nesnel bir hareket (gelişim veya evrim) söz konusu ise, orada bilim açısından yanıtlanması gereken ortaya üç temel soru çıkmaktadır:

  • Hareketin (gelişimin veya evrimin) nedeni nedir?
  • Hareketin (gelişimin veya evrimin) biçimi nasıldır?
  • Hareketin (gelişimin veya evrimin) yönü nereyedir?

İşte Diyalektik öğretisi, bu üç temel soruya üç felsefi yasası ile yanıt vermektedir.

Birinci soruya yanıt olarak gelişimin veya evrimin nedeni; olgu, olay ve süreçlerin(maddenin) içlerinde ve yapılarında yer alan çelişkilerdir. Diyalektikte hareketin ve gelişimin kaynağı olan bu çelişki bir yasadır; bu yasaya “Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasası denir.

Diyalektiğin gelişimin veya evrimin biçimi ile ilgili ikinci soruya verdiği yanıt; maddi olgu, olay ve süreçlerin, somut koşullara bağlı olarak bazen yavaş yavaş, tane tane değişerek (Toplumlarda reformlar biçiminde) , bazen de hızlı ve köklü dönüşümlerle(Toplumlarda devrimler biçiminde) olmasıdır. Diyalektikte evrimsel biçimi açıklayan yasaya “Nicel değişimlerin sıçramalı niteliksel dönüşümü” yasası denir.

Diyalektiğin gelişimin veya evrimin yönünü açıklayan üçüncü soruya yanıtı ise; yapısal olarak basitten karmaşıklığa doğru yükselerek zaman içinde nitelikçe ilerlemektir. (Siyasi kavram “İlericilik” buradan gelmektedir). Diyalektikte bu yanıtın karşılığı yasaya “İnkârın İnkârı” yasası denir.

Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasası Diyalektiğin çekirdek yasasıdır. Çünkü maddenin her türlü hareketinin, gelişiminin, evriminin, nicel değişiminin ve niteliksel dönüşümünün kaynağını ve nedenini açıklayan bu yasadır. Bu yasa; maddenin gelişimi ve evrimi için kendisinin dışında, fizik ötesinde ilahi bir güce ihtiyaç olmadığını, maddi olgu, olay ve süreçlerin hareket ve gelişimlerinin kaynağının maddenin bizzat kendisinde olduğunu gösteren bir yasadır.

Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasasının doğa ve toplumdaki etkisiyle evrendeki bütün maddi varlıkların geçiciliği ve faniliği belirlenmekte; her nesnenin, her sürecin mutlaka bir aşama sonrasında yerini yenisine terk etmek zorunda olduğunu göstermektedir. Daha iyi, daha güzel, daha yeni ve daha mükemmel olanın eskiye oranla kendini kabul ettirme şansının daha büyük olduğu; yeni olanın eski olana er geç mutlaka üstün geleceğine dair iyimserliğin de kaynağı gösteren bu yasadır.

Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasası, hem maddi gelişimin işleyiş biçimini, değişimin ve gelişimin iç mekanizmasını açıklayan “Nicel değişimlerin sıçramalı niteliksel dönüşümü” yasasının da kaynağına ışık tutmakta hem de gelişimin yönünü belirleyen “İnkârın İnkârı” yasasının hangi güç ve motifle maddeyi mükemmelleşmeye ve yükselerek aşamalı olarak ileriye doğru taşıdığını da açıklamaktadır. Kısaca, “Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasası diğer iki diyalektik yasallığın da temelidir. Bu nedenle bu yasa, diyalektik öğretisinde özel bir öneme sahiptir.

Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasası; kapitalist toplumda sınıfların ve sınıf mücadelelerinin de kaçınılmazlığını gösteren, kapitalizmin de geçici olduğunu, geleceğin sosyalizme ait olduğunu bilimsel bir mantıkla kanıtlayan yasadır.

Zıtların Birliği ve Mücadelesi” yasası yakından incelendiğinde; bu yasanın dikkati çeken ilk ifadesinin, insan toplumu dâhil bütün maddi nesne ve süreçlerin içeriğinin, zıtlaşan, farklılaşan güç ve momentlerden oluştuğu görülecektir. Nesnelerin ve süreçlerin özünü oluşturan bu zıtlaşan veya farklılaşan kutupların, tarafların kendi aralarında sürekli bir mücadele içinde oldukları, fakat aynı zamanda da belli bir sistem içinde ve belli koşullar altında birlikte var olan bu kutupların veya tarafların aralarında da organik bir bağ olduğu görülmektedir. “Organik bağ” dan kast ettiğimiz, tarafların sistem içinde karşılıklı fakat değişik biçimlerde varoluş ve çıkar açısından birbirlerine bağımlı ve muhtaç olduklarıdır.

Gerçekte zıtların, kutupların, tarafların hem birbirlerine bağımlı olmaları hem de birbirleriyle her daim mücadele etmeleri bir çelişkidir. Fakat bu çelişki gerçektir, nesneldir ve biz buna diyalektik çelişki diyoruz. Diyalektik çelişki; zıtların birliği ve mücadelesidir ve her türlü gelişim ve evrimin motorudur.

Zıtlar bir arada, birbirlerine bağımlı ve muhtaç olmasalar, aralarındaki mücadeleye de gerek kalmazdı! Yani tarafların kendi aralarındaki mücadelenin ön koşulu onların birlikteliği ve birbirlerine olan bağımlılıklarıdır. Taraflar, zıtlar, kutuplar vs. arasındaki bu bağ koparsa; o zaman mücadeleye de gerek kalmaz. Bu açıdan tarafların mücadelesinin temel koşulu onların birliği ve birbirlerine olan farklı biçimlerde de olsa bağımlılıklarıdır.

Örneğin, ücret artışı için greve katılan bir işçi, grev sırasında aldığı milli piyango biletine yüklü bir ikramiye çıkması nedeniyle işten çıkarsa, o işçinin grev yapmaya da artık ihtiyacı kalmaz. İçten çıkmakla o işçi ile sermayedar arasındaki bağ kopmuştur. Artık aralarındaki mücadelenin de bir anlamı kalmamıştır.

Başka bir örnek daha verelim. Kapitalist bir çevre ülkesi olarak Türkiye, 330 milyar dolar dış borcu ile, kısa vadeli portföy ve yatırım fonlarındaki 130 milyar dolar yabancı sıcak para ile, ülke bankalarının % 48’i, İstanbul borsasının % 70’inin yabancılara ait olması gerçeği ile vs. gibi faktörlerle emperyalizme ve küresel finans sermayeye bağımlıdır. İktidardaki AKP hükümetinin liderinin bir emperyalist proje olan BOP ’un eş başkanı olması ve Cumhurbaşkanı A. Gül’ün 2002 yılında ABD ile ulusal çıkarlara aykırı gizli antlaşma imzalaması vs. gibi unsurlarla da Türkiye siyasi olarak ta emperyalizme bağımlıdır. 60 yıldır Türk ordusunun NATO üzerinden emperyalistlerin kullanım alanına girmesiyle de Türkiye emperyalizme askeri olarak bağlanmıştır. Kültürel olarak ta 60 yıldır, Türkiye de sinemalarda en çok ABD Hollywood filmleri, TV’lerde ise yine en çok ABD yapımı dizi ve programları izlenir. Bütün bu emperyalizme ve küresel finans kapitale bağımlılık koşulları, Türkiye’deki emekçilerin, yurtseverlerin antiemperyalist mücadelelerinin nedeni ve ön koşuludur. Çelişki, emperyalizmle Türk ulusal çıkarları arasındadır.

Maddi nesne ve süreçlerin gelişiminin motoru ve gerçek nedeni diyalektik çelişki içindeki taraflar veya zıtlar arasındaki mücadeledir. Birlik sadece bu mücadelenin koşuludur. Mücadelede; güçler arasındaki dengenin değişimine bağlı olarak, zaman zaman bir taraf baskın ve egemen durumda olacaktır; ancak son tahlilde yeni olandan, gelişmeden, ilericilikten yana olan taraf, er geç mücadeleyi kesinlikle kazanacaktır. Çünkü yenilikten, gelişmeden, ilericilikten yana olan taraf, sistem içinde zamanla diyalektiğin diğer bir yasası olan nicelikçe çoğalıp nitelikçe güçlenecek, kendi zıttı olan taraf ise tam tersine nicelikçe azalıp, nitelikçe zayıflayacaktır. Kısaca güçler dengesi, gelişim ve evrimin devamında eskinin aleyhine yeninin lehine değişecektir.

Diyalektik çelişki sürdüğü sürece zıtlar arasındaki mücadele mutlaktır; fakat taraflar arası birlik ve bağımlılık görelidir. Çelişkinin çözümü ile birlikte zıtlar arası birlik te yok olur; daha doğrusu başka çelişkiler ve zıtlıklar, farklılıklar eskisinin yerine geçer. Buna karşılık çelişkinin her aşamasında süren mücadele; zıtlar arası birliği ortadan kaldırdıktan, eski sistem yerine yeni bir sistem kurduktan sonra, yani çelişkiyi büsbütün çözdükten sonra başka bir biçimde, başka bir nitelikle başka bir görünümle devam eder. İşte bu da gerçek bir gelişim ve evrim sürecidir.

Nesnel bir sürecin veya sistemin içinde veya onlarla bağlantılı diğer dış bir başka süreç veya sistem arasında çeşitli çelişkiler olabilir. Bu çelişkiler, farklıdır. Bazı çelişkiler sistem niteliğini etkilediği oranda, kutuplar arası bağ devam ettiği sürece uzlaşamaz durumdadırlar (Antagonist Çelişkiler). Bazı çelişkiler ise sistem içinde çözülebilirler. Bir sistem içinde yer alan farklı çelişkiler de dolaylı ve dolaysız olarak birbirleriyle ilişki içindedirler ve birbirlerini karşılıklı etkiler ve hatta bazı çelişkiler bağlantılı oldukları diğer çelişkileri belirlerler. Dolayısı ile sistem veya süreç analizlerinde çelişkiler; sistemin yapısal ve niteliksel gelişimine olan etkileri derecesinde “Başat Çelişki”, “İkincil Çelişki” vs. gibi hiyerarşik bir önemde tasnif edilirler.

Ülkemiz Türkiye’den bu konuda örnek vermek gerekirse eğer; Türkiye’nin başat çelişkisi olarak, emperyalizm ile Türk ulusal varlığı arasındaki çelişkiyi göstermek zorundayız. Bu çelişki başat çelişkidir; çünkü küreselleşme sürecinin akışı içinde BOP ile emperyalizm tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal birliği, toprak bütünlüğü, siyasal ve kurumsal varlığı reel olarak tehdit edildiği gibi, yine küreselleşmenin neoliberal ekonomi politikası ile de Türkiye’deki emekçilerin sosyal kazanımları da bütünüyle emperyalist tehdit altındadır.

Emperyalizme bağımlı, orta seviyede gelişmiş bir kapitalist ülke olan Türkiye içindeki emek ile sermaye arasındaki çelişki ise ikinci derecede önem taşımaktadır. Dikkat edilirse, başat çelişki olarak tanımladığımız emperyalizmin küreselleşme sürecindeki Türkiye’de özelleştirme süreci ile taşeron işçilik, kuralsız ve güvencesiz işçi çalıştırılması, emekçilerin sosyal haklarının budanması gibi egemen politikalarla Türkiye’deki emek ile sermaye arasındaki çelişki de keskinleşmiştir. Yani Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla emperyalizm arasındaki çelişki, Türkiye içi emek-sermaye arasındaki çelişkiyi de belirlemektedir. Bunun tersi doğru değildir. Yani ülkedeki emek-sermaye arasındaki çatışma, Türkiye’nin emperyalizmle olan ilişkilerinde belirleyici hiçbir rol oynamamaktadır. Dolayısı ile emek-sermaye arasındaki ikincil çelişki olarak tasnif ettiğimiz bu çelişki, başat çelişkinin, birinci önem taşıyan emperyalizm Türk ulusalcılığı arasındaki çelişkinin tam anlamıyla belirleyici etkisi altındadır, ki işte bu nedenle biz özetle emperyalizm ile Türk ulusal çıkarları arasındaki çelişkiyi, Türkiye’mizin ve emekçilerimizin günümüz ve gelecekleri bağlamında belirleyici ve başat çelişki olarak tespit ediyoruz..

Türkiye’de TKP, ÖDP ve EMEP gibi sol sosyalist partilerin stratejik önem taşıyan parti program ve politikalarındaki temel yanılsamalarının kaynağı, Türkiye’nin yaşanan bu somut çelişkileri arasındaki gerçek bağlantıları, doğru değerlendirememeleridir. Bu partiler; emperyalizm gerçeğini kabul etseler bile, Türkiye’deki toplumsal ilerlemenin ve toplumsal gelişiminin şu andaki ana görevi olan ulusal çıkarları savunmak, ulusal kurtuluş ve tam bağımsızlık mücadelesine katılmak yerine, sosyalizm hayalleri kurarak asıl mücadeleyi türbinlerden seyrediyorlar.

 

 

Mehmet ÇAĞIRICI

 

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

 

Devam Eden İçerik: 
Maddenin Evrimi ve Diyalektik (IV)

Yorumlar

Yazının içeriği hakkında

Yazının içeriği hakkında olumsuz bir yorum yapılması mümkün olmadığı gibi sonuç kısımında ön plana çıkan "emperyalizmden kurtuluş ulusal birlik ve bağımsızlıktır" önermesi emperyalizmin atardamarlarının ulus devletler olduğu gerçeğini gözden kaçırmak manasına gelmektedir.Nitekim Türkiye Cumhuriyeti diğer ulus devletler gibi tam bağımsızlık ve ulus olarak bütünlüğü korumak maksadıyla kurulmuş ve bu ideoloji için tüm imkanlarını topluma "empoze" etmiş, sonuç olarak sizin de belirttiğiniz gibi emperyalizmin pençesinden kurtulamamıştır.Hatta kurtulmak istemekten öte, ekonomik yapısı emperyalist olarak evrilmiştir ve onun çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir.Bu tartışmasız ulus devletlerin emperyalizm karşısındaki başarısızlığını kanıtıdır."Seyirci" diye tabir ettiğiniz partiler (hepsi için geçerli olmasa bile), bu gerçeklikten yola çıkarak, alternatif bir "dünya" düzeni için var olan dünya düzenini oluşturan unsurların araç olarak kullanılmasını reddetmektedir.Ulus devletin aracı olduğu emperyalist güçlerin, "yasalar" gereği karşısında durabilecek ve onu tarihin tozlu raflarına gönderecek güç işçi sınıfıdır.Adettendir: "Var olan toplum içinde, sınıfsız bir toplum ortaya çıkabilmesi için gerekli maddi üretim koşullarıyla, onlara tekabül eden işbirliği ilişkilerinin gizli varlığını keşfedemiyorsak, tüm mayınlama teşebbüsleri de Donkişotça olmaktan ileriye gidemeyecektir." K.Marx.

Selçuk Anıl AKTAŞ'a Yanıt

Sayın Selçuk Anıl AKTAŞ

Sizin yorumunuz olan "'emperyalizmden kurtuluş, ulusal birlik ve bağımsızlıktır' önermesi, emperyalizmin atardamarlarının ulus devletler olduğu gerçeğini gözden kaçırmak manasına gelmektedir." cümlesinden bir anlam çıkarmak çok zor. "emperyalizmin atardamarlarının ulus devletler" ifadesiyle ne demek istiyorsunuz? Bir sonraki cümlenizde "Nitekim Türkiye Cumhuriyeti diğer ulus devletler gibi tam bağımsızlık ve ulus olarak bütünlüğü korumak maksadıyla kurulmuş ve bu ideoloji için tüm imkanlarını topluma ‘empoze’ etmiş, sonuç olarak sizin de belirttiğiniz gibi emperyalizmin pençesinden kurtulamamıştır." cümleniz ise tam anlamıyla çelişkili ve anlamsız.

Yani sizin bu ifadelerinizden bir anlam çıkarmak gerçekten çok zor! Emperyalizmden tam bağımsızlık ve ulus olarak bütünlüğü korumak mı yeniden Türkiye'yi emperyalizmin pençesine düşürmüş?  Bu çelişkili ve anlamsız ifadeler yetmiyor muş gibi bir de Türkiye'nin bizzat kendisinin "emperyalist olarak evrimleştiğini" iddia edecek kadar ileri gitmişsiniz.

Ayrıca K. Marks'tan yaptığınız alıntının konu ile ne alakası var, o da pek belli değil!

***

Benim sizin bu yorumunuzdan çıkardığım izlenim; sizin nedeni pek belli değil (ki tahminen, sizin etnik Kürtçülüğü destekleyen ve Türk ulusu karşıtı bir söylemin etkisi altında kalan bir solcu olmanız muhtemel) ama kesin bir biçimde "ulus devlet" karşıtı biri olduğunuz anlaşılıyor. Öyle sanıyorum ki Siz, emperyalizm kavramından da çok başka şey anlıyorsunuz!

Bu olguyu bilimsel olarak araştıran Lenin’e göre Emperyalizm; 19. yy. sonunda yani aşağı yukarı 100 yıldan beri dünyamıza egemen olan, kendi ulusal sınırlarını aşan, sadece Avrupa ve Kuzey Amerika'nın 7-8 devletinde oluşmuş, diğer ulus devletlerin yer altı yer üstü ve insan gücünü sömüren, hatta günümüzde diğer ulus devletlerin bütünüyle varlığını tehdit eden asalak, çürümüş ve mafyalaşmış tekelci bir kapitalizmdir.

Emperyalistler, 100 yıldan beri dünyayı üç kez kendi aralarında paylaşmışlardır. I. ve II. Dünya savaşları bu paylaşım nedeniyle olmuştur. En son 20 yıl önce SSCB ve Varşova Paktı reel sosyalizmin yıkılışı ile 3. Kez paylaşılmış; sosyalizmden dönüş yaparak kapitalist sisteme yeniden dâhil olan Doğu Avrupa ulus devletleri, Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyeleri olmuşlardır. Emperyalist paylaşım, Afrika’da ve Ortadoğu’da halen devam etmektedir.  Demek istediğim, 100 yıldan beri yeni süreçte emperyalist kategoriye girecek yeni bir devlet yoktur! Hele Türkiye’nin emperyalist olması tezi çok komik bir tezdir. Türkiye sadece Ortadoğu’da emperyalistlerin taşeronluğunu yapmaktadır!

Emperyalizme yani bu mafya kapitalizmine karşı az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin halklarının en önemli koruması, onların ulus devleti, ulusal ekonomileri, ulusal orduları vs., özetle ulusal birlik ve bütünlükleridir. Siz ise tamamen buna karşı çıkarak, emperyalizmin amacına uygun bir konuma düşüyorsunuz. Bence siz; emperyalizm, ulus devlet, ulusal kurtuluş hareketleri vs. gibi kavramları bir kez daha yeniden gözden geçirmelisiniz.

Saygılar.

Sayın Mehmet

Sayın Mehmet ÇAĞRICI

Verdiğiniz cevaptan kurduğum cümlelerden bir anlam çıkartmakta zorlanmadığını gördüm.Emperyalizmle mücadele için gerekli maddi üretim koşullarıyla, onlara tekabül eden işbirliği ilişkilerinin gizli varlığını keşfedemiyorsak, tüm mayınlama teşebbüsleri de Donkişotça olmaktan ileriye gidemeyecektir olarak çevirirsem de bu sözün konuyla alakasını kurmuş olurum sanırım.Kurduğum cümleyi çelişkili olarak yorumlamanız da sizin gibi tarihten alıntı yapmak yerine zaten halihazırda bildiğinizi varsaydığım, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin emperyalist güçlerin müdahelelerini engellemek amacıyla kurulmuş olmasıdır.Kurulan bu devletinde neticede emperyalizmin taşeronluğunu yapmaktan öteye gidememiş olması ulus devlet kavramının başarısızlığını temsil etmektedir.Üstelik mevcut iktidarın dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma planları,Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin emperyalist devletler arasında olma isteğini yansıttığını söylemek yanlış mı olur bilemiyorum.Ayrıca benim düşüncem "etnik Kürtçülük" değil hümanizmdir ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına inanmamdır.Bu yüzden sizin "Emperyalizme yani bu mafya kapitalizmine karşı az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin halklarının en önemli koruması, onların ulus devleti, ulusal ekonomileri, ulusal orduları vs., özetle ulusal birlik ve bütünlükleridir." teziniz en az benimki kadar komik ve anti-demokratiktir.Bunu idrak edebilmeniz için Coğrafi ve kültürel yapısında farklılıklar olsa da ekonomik altyapı açısından bölgemizle benzerlik gösteren Güney Amerika'da ki bazı devletlerin emperyalizmle mücadele adına gösterdikleri başarıda ulus devlet anlayışının payına bakmanızı öneririm.

Saygılar.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.