Kürt Açılımı (2)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Referans İçerik: 
Kürt Açılımı (1)

 

Devletin Adı da mı Değişecek?
   “Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan ve ‘Kürdistan’ adı verilen devlet resmen ilan edildikten sonra Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin böyle bir devletin kuruluşunu ‘savaş nedeni’ sayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak.” (CHP’nin ortaya çıkardığı, Gül ve Powell’ın 2003 yılında yaptığı gizli anlaşmanın 7. maddesi)
   “Abdullah Öcalan ve diğer dört lideri dışında bütün PKK/KADEK yönetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak.” (Aynı anlaşmanın 8. maddesi)
   Bugün karşılıklı ırkçı söylemler, ne kadar revaçta olsa da sağduyuyu koruyup, düşünmek gerekiyor. Özellikle büyükşehirlerde yaşayan Kürt yurttaşlarımızın tedirginlik duyduklarını söylemek zor olmaz. Açılım denilen bu zorbalık, Kürt kökenli yurttaşlarımıza mı yöneliktir, yoksa binbir türlü tezgâhla, dıştaki odakların yaptırdığı bir süreç midir? Ağalık, şeyhlik düzeninden kurtulamayan, yoksullukla yaşamayı sürdüren halka yönelik bir açılım yapılmıyorsa, bu açılım neyi içermektedir, neyi içermemektedir?
* Kör Kör Parmağım Gözüne: Saptamalar
   1) Sürecin başlama biçimi: Hemen geri sarıyoruz; Powell’la yapılan gizli anlaşma, Yeni-Osmanlı planları, DTP’nin TBMM’ye sokulması, af tasarısı, Hasan Cemal’in Karayılan’la röportajı, hazmettirmeler…
   Hasan Cemal adlı kıdemli gazeteciden (!) giriş yapalım. Hasan Cemal, ne hikmetse ne zaman bir işe girişse, ardından Türkiye’de ilginç gelişmeler yaşanıyor. Cemal, anımsarsınız; Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim adını verdiği bir kitap yazmıştı. İlhan Selçuk’a faşist, komünist, darbeci gibi yaftalamalar yaptığı kitapta tüm Cumhuriyet yazarlarına ilginç yapıştırmalarda bulunmuştu. Ajanlıktan, darbeciliğe kadar Ergenekon adı verilen sürecin önsavını ve ilk kamuoyu oluşturma girişimlerini bu kitapta bulmuştuk. Rastlantı mıydı?
   Turgut Özal’ın sağ kolu, 12 Eylül’ün gizli hayranı Hasan Cemal, Cumhuriyet’te Kemalistlerin egemenliğini içine sindiremiyordu. Peki, yaptıkları basit bir yenilginin öcü olarak açıklanabilir mi? Bence hayır! Nedenine gelince; çünkü Hasan Cemal’in rastlantısal gazetecilik / yazarlık başarıları bu kadarla bitmiyor. 5 Mayıs’ta yayımlanmaya başlanan, Hasan Cemal’in PKK’nın sözde önderlerinden Murat Karayılan’la yaptığı, Kuzey Irak Notları adını verdiği söyleşinin ardından Reisicumhur Abdullah Gül, “tarihi fırsat” tanımlamasını yapmıştı. Senaryoyu devreye sokan Hasan Cemal’di sanki. Ve açılım zorbalığı, bugünkü durumuna kadar geldi. Bayram değil, seyran değil; Hasan Cemal bizi niye öptü? Hasan Cemal “öpüyorsa”, ardını beklemek durumundayız. Kesinlikle altından bir şeyler çıkacak.
   Hasan Cemal’le ilgili anımsatmalarımız bu kadar.
   2) Dış güçler: Başta da belirtildiği gibi Kürdistan adlı kukla devletin kurulması Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenliği açısından savaş nedeni sayılmıştı. Abdullah Gül’ün C. Powell’la yaptığı gizli anlaşmanın ortaya çıkmasını birçok kesim komplo teorisi olarak nitelendirmiş ve bunu gerçekdışı bulmuştu. Peki, gerçekten uçuk savlar mıydı bunlar? Kürdistan’ın kurulmasının savaş nedeni sayılmasından, 24 Mart 2009’daki Abdullah GülNeçirvan Barzani görüşmesine, Cumhurbaşkanlığı nezdinde bölgesel yönetimin “tanınmasına” (eylemli / de facto) giden sürece nasıl gelindi? Kamuoyu ve kurumlar bunu nasıl hazmetti? Toplumumuzun bu konuyu irdelemesinde yarar görüyorum. Yani verilmiş bir söz var. Bugün bu gerçeklere farklı kılıflar arayan kesimler, o günlerde gizli anlaşmaya yalan diyorlardı, görmemezlikten geliyorlardı. (Bilgi Notu: Gizli anlaşmanın 14. maddesinde de Ermenistan meselesi vardı. Son günlerdeki olayları izlediğimizde aklımıza yalnızca şu geliyor: Anlaşma tıkır tıkır işliyor.)
   Açılım konusunun birinci fotoğrafında sözünü ettiğimiz gizli anlaşma var.
  1990’lardan beri, özellikle Amerikan neo-con kuramcılarının yazdıklarıyla burayı doldurmaya gerek yok. Bunları -üç aşağı beş yukarı- hepiniz biliyorsunuz. İkinci fotoğraf; bu düşüncelerin, stratejilerin, politikaların birbirini tamamladığı, Büyük Ortadoğu Projesi, Yeni Osmanlı Planı gibi değişik biçimlerde anlatılan -adını ne koyarsak koyalım- bir bütünselliktir. Yukarıdaki birinci fotoğraf da zaten büyük sürecin içindedir. “Gaflet, Dalalet ve Hatta Yeni Osmanlı” adlı yazımda bu sürecin içinde askerin etkisizleştirilmesinin, laikliğin aşındırılmasının, etnik kimliklerin ön plana getirilip ulusallığın zayıflatılmasının yer aldığını belirtmiştim. Kürt açılımı denilen sürecin devletin özünü, kendi oluşturduğu meşru zemini değiştirmeye yönelik koskoca bir adım olduğunu anlamamız güç olmaz. Bunu anlamamız için, fotoğrafa bakmak yeterli olmayabilir. Gelinen süreçteki bütün fotoğrafları yan yana koyarsak, gidişin de ne yönde olduğunu anlayabiliriz.
   Özellikle işkencelerle, yokumsama politikalarıyla geçen 1980’li yıllar; sanki sınıfsal savaşımın yerini etnik/ırksal mücadeleye bıraktırmak ister gibiydi. Devlet tüm örgütleri temizlemiş, -nedendir bilinmez- PKK’ya gücünü yetirememişti. O yıllarda Türkiye’nin adını Anadolu Cumhuriyeti olarak değiştirmeyi (beyin jimnastiği olarak) düşünen Turgut Özal da Kürt ayrılıkçılarına umut veriyordu. 1970’lerde Genel olarak, devletin temel niteliklerini savunan bir parti olan CHP’de siyaset yapan bazı Kürt kökenli politikacılar, sol / sosyal demokrat siyasetten etnikçi bir siyasal akıma yönelmişlerdi. 1990’lara gelindiğinde SHP, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan gibi Kürtçü politikacıları TBMM’ye sokarak, siyasal PKK’yı meşru zemine sokmuş oldu. O yıllarda iç çatışmalar da çok fazla artmıştı. Süreci çok fazla kaşıyan ANAP’ın düşmesinden sonra, olaylar DYP-SHP koalisyonunda tavan yapmıştı. (AKP’den sonraki hükümetin başına da aynısı gelebilir mi?) Kürt oyların azımsanamayacak düzeyde olması, Refah Partisi’nden SHP’ye, DYP’den ANAP’a kadar birçok partinin iştahını kabartmıştı. Olmayacak sözler veriliyor; İslamcı (ulus anlayışını reddeden din kardeşliği), oportünist (biraz ondan, biraz bundan) ya da etnikçi söylemlerle ulusal yapı aşındırılıyordu. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde, 1990’lardan sonraki tüm seçimlerde (1991’deki SHP ile koalisyonu da sayarsak)DEHAP, HADEP gibi Kürt ayrılıkçılarının etkinliği görüldü. Tüm çabalar HADEP türü partilere kazanç sağlıyordu. Aslında, -ulus anlayışına ortak düşmanlıkları yüzünden- Kürtçülerle en iyi birliktelik yapabilenler, genel olarak İslamcılar olmuştur.
   Özellikle dış baskılarla artık Kürt meselesi, iç mesele olmaktan çıkmış; uluslar arası bir sorun hâline gelmişti. Kürtlüğü yok sayan, onunla dalga geçen Kenan Evren -nasıldır bilinmez- eyalet sisteminden bahseder olmuştu. AKP’nin iktidarı elde etmesinden sonra da mesele iyice dallanıp budaklanmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel söylemlerine ters olan; Türklüğü etnisite olarak gören, dinsel anlayışı yurttaşlık bağı olarak yorumlayan tanımlamalar kullanıldı. Ağalık, şeyhlik, derebeylik düzeni sorgulanmadığı; babasına annesinin üzerine üç kez evlendiği için kızan insanların bile dağa çıktığı bir sistem ortaya çıkmıştır. Haklı gerekçeler, yanlış yöntemlere, yanlış adreslere kurban gitmiştir. Emperyalist devletler, Kürtleri maşa gibi kullanmaya yönelmiştir.
   Bu süreçte PKK hareketi de epey bir başkalaşma geçirmiştir. Marksist söylemler, ağaların kolladığı bir etnikçi söyleme bırakmıştır yerini. Avrupa Parlamento’sunda, Amerikan enstitülerinde konuşulmaya başlamıştır Kürtçü hareket. Dış güçlerin Türkiye üzerine bir baskı yapma aracı olmuştur PKK ve Kürtçü hareket. PKK, Öcalan’ın ifadesinde yer aldığı gibi, AB ülkelerinden Suriye’ye birçok ülkeden doğrudan destek bulabilmiştir.
   Önce yok sayma, sonra baskı, sonra psikolojik savaş yöntemleriyle dallandırılan bu sorun; bugün Türkiye’de devletin -teslim törenini hatırlarsınız- boyun eğebileceği bir aşamaya geldi. Durum öyle bir hâle geldi ki, 1970’lerde, 80’lerde nasıl Kürt sözcüğü kullanmak zorsa, bugün Kürtlüğü öne çıkarmak o kadar değerli sayılıyor. O günün ülkücüleri, bugün Öcalan’a af çıkması isteminde bulunabiliyor.
* Gelinmek İstenen Sonuç
   Bu süreçlerin bizi getireceğini düşündüğüm, olasılı sonuçları yazmadan önce, Sayı 15’deki (Haziran’2009)Yeni Osmanlı yazımın bazı satırlarına geri dönüş yapalım:
   Neden mi? Nedenini merhum Kışlalı’dan alalım:
   “Bu köşede birçok kez yazıldı: Tito Yugoslavya'nın bütünlüğünü, etnik grupların kurumsallaşmasına bağlamıştı. Yani farklılıkları kurumsallaştırmıştı. Tito öldü, Yugoslavya kan içinde boğuldu. Paramparça oldu.
   Atatürk ise benzerlikleri kurumsallaştırdı... Öldü. Yolundan sapıldı. Aymazlıklar, hıyanetler yaşandı. İçeriden dışarıdan onca çaba sarf edildi. Türkiye hâlâ ayakta ve bütünlüğünü koruyor.” (A. Taner Kışlalı; Cumhuriyet, 27.08.1997)
   Türkiye’yi ancak, 1919 yılındaki gibi, etnik, kültürel, bölgesel, inançsal ayrılıklardan arınmış bir ulusal bütünleşme düzlüğe çıkarır. Kurumsal kimliğimiz ayrılıklar üzerinden değil, yüzyılların birikimi ile oluşan ortak kültürümüz üzerinden şekillenmelidir.
   Evet… Hâlâ ısrar ediyorum: Türkiye bir Yugoslavyalaşma sürecinin içindedir… Fakat bu yoldan dönülmesi olanaksız değildir. Bunları her defasında yeniden yazmaya gerek yok. Bu yolun devamı, ırkçılığın / etnikçiliğin yükselmesi sonucunu doğuracaktır. Yapay bir milliyetçilik oluşabilecektir. Etiketlemeler artacak, toplumda güven bunalımı yaşanacaktır. Boşnak ve Sırplar arasındaki dinsel farklılıktan dolayı, Türkiye’yi ayrı tutanlar yanılmaktadırlar. Mesele, dinsel değildir. Mesele; ötekileştirmek / ötekileştirilmektir. Aynı dinden olan halkın yaşadığı Irak’taki olan bitenleri de görüyoruz. Dediğim gibi, Türkiye’yi ancak, Bağımsızlık Savaşı yıllarındaki gibi, etnik, kültürel, bölgesel, inançsal ayrılıklardan arınmış, temelini tarihsel ortaklıklardan almış bir ulusal bütünleşme düzlüğe çıkarır.
   Peki, bu gidişle neden iç savaş ortamı doğar?
   Çünkü; yoksul Orta Anadolu köylüleri de acı çekiyor, askere çocuk gönderiyor ve büyük olasılıkla yakınlarını da vatana şehit vermiş oluyor. Olayı Kürtlükle özdeşleştirdiğimiz zaman, suçu da Kürt olmakta arayanlar -ister istemez- olacaktır.
   Çünkü; devletin “tabela devleti” durumuna düştüğü PKK’lıların teslim olma törenlerini gören Türkiye’deki Kürt kökenli olmayan tüm yurttaşlar bu kini Kürtlere doğrultacaktırlar.
   Çünkü; devlet tarafından önemsenmeyen -Kürtler dâhil- tüm yurttaşlar, kendi adaletlerini kendileri vermeye kalkacaktır.
   Çünkü; Abdullah Öcalan’ın -kim ne derse desin- muhatap alındığı bir süreçte, dışarıdan ya da içeriden yapılabilecek en ufak bir kışkırtma, en yakın komşudan başlayabilecek linç girişimlerine neden olabilecektir.
 …
   E, -hangi güçler olduğunu tahmin edebiliriz- boşuna mı hedef olarak seçtiler -ölümünün 10. yılında andığımız- Ahmet Taner Kışlalı’yı?
* * *
   Bu anayasal düzende, açılım dedikleri düzenlemeleri yasal ve anayasal yönden yapmaları olanaksız. Ancak, teslim töreninde gördüğümüz gibi, yasalara aykırı yoldan, eylemli olarak yapabiliyorlar bir takım uygulamaları. AKP yeni bir anayasa yapmayı tasarlıyordu. 1924 Anayasasından beri süren Türklüğün “etnistelerden ayrılmış bir üst kimlik sayılması” (1924 Anayasası 88. madde, 1961 Anayasası 54. madde, 1982 Anayasası 66. madde) bırakılarak, etnik temelli bir anayasa mı gündeme sokulacak? Bir takım kurumlar ele geçtiği için, dış güçlerin de baskısıyla anayasa değiştirmeden anadilde eğitim gibi bazı özerlikler verilecek mi Kürtlere? Özal’ın beyin jimnastiğinde belirttiği gibi devletin adı mı değiştirilecek? Sonraları Çerkez, Laz, Boşnak, Arap, Gürcüler ve diğerleri için de yasal kimlikler verilecek mi; yoksa teröre bulaşmadıkları için onlara herhangi bir hak verilemeyecek mi?
* Gelmek İstediğim Sonuç
   Kürtlere, geçmişimizde bazı haksızlıklar yapılmıştır; bunu kabul etmek, insanlığımızın gereğidir. Bu, demek değildir ki; bu yüzden Kürtlere anadilde eğitim verilsin, anadilde devlet hizmeti götürülsün. Bu hareket, ülkeyi paramparça eder. Evet, milyonlarca insan, ben Kürt’üm, diyorsa bunu yok saymak kimsenin yetkisinde değildir. Bugüne kadar folklorik olarak, belli bir kültürel birikim sağlanmışsa bu, bizim varsıllığımızdır; fakat etnik bir takım değerler devlet eliyle yükseltilirse, onca etnik kimliğe haksızlık yapılacağından, sonu gelmez bir yola girilir. Devlet etnik kör olmalıdır. Ya da eşitlikçi bir anlayışla düşünürsek, tüm etnisitelere aynı hakkı vermelidir ve elbette bunun da sonu gelmez. Ussal olarak ele aldığımızda, tek çıkış yolun ırkçı olmayan ulusal kimliğin sürdürülmesi olduğunu görebiliriz.
   Bugün ekinsel haklarına (müzik, edebiyat gibi dallarda) kavuşmuş olan Kürtlerin (hatta diğer tüm halkımızın da) -birey olarak- iktisadi bağımsızlıkları (toprak reformu ve bölgesel yatırımlar öncülüğünde) sağlanmalıdır. Geri oluşumları (ağalık, cemaatçilik gibi) “demokratik” olarak tanımlayan emperyalistler ve Türkiye’deki değişik kesimlerden pek çok aydın, demokrasinin kurumsal yapısını görmemezlikten gelmektedirler. Cümle âlem biliyor ki, demokrasi, Ortaçağ’dan gelen bir sistem değil; modernizmin taşıdığı bir yönetim biçimidir. Bu yüzden, daha çok Doğu, Güneydoğu bölgelerinde yoğunlaşan halkımızın bireysel haklarını elde edilmesi ve iktisadi özgürlüklerine kavuşması ile de birçok sorun aşılabilecektir. Bugün Kürtlere -PKK’lılara af, anadilde eğitim ve anadilde devlet hizmeti düşünülmüyorsa- gerekli olan açılım ekonomik açılımdır. Fazlası, korkarım, iç savaşa neden olabilir. İç savaş olmasa da bunun için en azından rejim değişikliği gereklidir.
* * *
   Araya sıkıştırmak gerekirse; “ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkından” söz eden sosyalistler de ikilem içindedirler. Türk burjuvazisi (ileri) ile Kürt feodalleri (geri) arasında gidip gelebilmektedirler. …ya da SSCB’nin Ukrayna’da, Turan ülkelerinde ya da Müslüman topluluklarda giriştiği uygulamaları unutabilmektedirler. Finlandiya örneğini verebilmektedirler; fakat SSCB’nin II. Dünya Savaşı sıralarında Finlandiya’ya saldırdığını gözden kaçırabilmektedirler. Gerçek şu ki, ulus olarak karar verebilmenin tarihsel, ekonomik, güce dayalı etmenleri vardır. Uygulama olarak, egemen devletler, içerideki farklılıkları olabildiğince bastırıp, sömürge ya da yarı-sömürge (çevre) ülkelerde bu siyasanın tam karşıtını desteklemişlerdir. Eğer, açık açık bir yok etme girişimi yoksa; ortak simgeler ve ortak bir tarih birikimi varsa; kapitalist ilişkiler açısından da merkezle bütünleşme (entegrasyon) sağlanabilmişse o ulusun kopabilme olasılığı düşüktür.
* * *
 
   Sonuç olarak, Türkiye, bir iç çatışma yaşama olasılığıyla karşı karşıyadır. Eğer, iç çatışma olasılığı -bir şekilde- dağıtılırsa da, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ABD’nin bölgedeki isteklerine uygun olarak, şeklen Türkiye’ye bağlı, fiilen özerk (ya da ABD’ye bağlı) bir yapılanmayla da karşılaşabiliriz.
   Ama bu saydıklarım gerçekleşirse, en çok Kürtler zararlı çıkacaktır. Hem büyükkentlerde yaşayan Kürtler, hem bölge Kürtleri ve hatta Irak Kürtleri ateşin ortasında kalabilir, yalnızlaşabilirler. Kürtler eğer bir bağımsızlık kazandıklarını düşünüyorlarsa, unutmamalıdırlar ki o bağımsızlığı Türk halkıyla kazanmışlardır. Barzanilerle değil… Aymaz hükümet tanısa da Kürtlerin temsilcileri PKK değil, kendileri olmalıdır. Oluşturabilecekleri ileri kurumlarla feodal istekler; yerlerini eğitimsel, toplumsal, ekonomik isteklere bırakabilir.
   Kürt kökenliler dışındaki tüm halkımız da sağduyuyu elden bırakmamalıdır. Suçlu arayacaklarsa, kendilerinin seçtiği, fakat hesap soramadıkları hükümette aramalıdırlar. Çoğu, gelişmeden habersiz olan Kürt kökenli yurttaşlarımızda değil.
   Gün, ırkçılık yaparak düşmanlık besleme değil; üstümüze gelinen şu günlerde daha çok birlikte olma günüdür.
   İnadına; yurtta ve dünyada barış dileğimle,
   Dayancınız için teşekkür ederim.
 

Bu sitedeki içeriklerin izinsiz alınması, kopyalanması, başka bir imza ile izinsiz ve "kaynak gösterilmeden" yayınlanması kesinlikle yasaktır. Tam bağlantıyı (link) ve yazar / çizer adını kaynak göstermek şartıyla, alıntı yapılabilir. PolitikaDergisi.com © 2009

Yayın Kaynağı: Politika Dergisi Sayı 18, Ekim 2009, Cilt - Yıl 2, No. 18


Yorumlar

Kürt Açılımı

Burdan tum tc vatandaslarina sesleniyorum. Eger birseyi elestiriyor yada savunuyorsaniz öncelikle konuyu enine boyuna arastirmanizi isterim kulaktan dolma bilgilerle kendinizi yönlendirmeyin yada basinin bir takim insanlarin da yönlendirmesi ile hareket etmeyin. Öncelikle bagimsiz dusunun ve sorunun önunu arkasini dusunun. Bos kuru milliyetcilik gercek milliyetcilik degildir. Dunya Kürt sorunu ile gercekten yakindan alakali özellikle bati ulkeleri ve Turkiyenin uzerinde cesitli oyunlar oynaniyor. Eminim bircogunuz zaten siyaset tarhini biliyordur Turkiyenin. Öncelikle sunu söylemek isterim ki Kürtler yillarca bu ulkede asimile edilmeye calisildi ve kendi kaderlerine terkedilmis bir sekilde bir bölgede birakildi egitimden yoksun maddi imkansizliklari ile kendi kaderine birakildi. Dillerini unutturulmaya calisildi vb.. Turkiyede 1978 li yillardan itibaren gerek ic siyasetiyle gerekte dis siyaetiyle pkk ya kilitlendi sorunu cözmek yerine karmasik hale getirdi. Turkiyenin gelismesi hem ekonomik hem de politik olarak durdu. Butcenin cogu askeriyeye verildi ve gercekten cok yiprandi. Eger siz Kürtlere sosyal ve ekonomik haklar verirseniz neden devlet kurmaya calissinlar ki.. Ilk defa bir hukumet Kürt sorununa bu kadar detayli degindi ve birseyler yapmaya calisti dolayisiyla önu engellenmeye calisiyor cunku Turkiye ancak bu sorunu hallederse ilerleyecek ve buna ben gibi bircok siyasal bilimcinin inandigini biliyorum ve Turkiyenin gelismesini önunun acilmasini istemeyenler karsi cikacaktir. Ama basta da dedigim gibi sorunu detayli arastirin sonra hareket edin

Milli Demokratik Açılım

Arkadaşlarımızın yaptığı üst düzey yorumlar için gerçekten mutluyum. Hemfikir de olsam, kendilerine katılmayıp, ''hadi canım sen de'' de desem, düşünce tarzı olan, bakış açısına sahip ve pragmatik olmayan bütün yorumlar için teşekkürlerimi arz ederim.

Milli Demokratik Açılım. İsmi kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Aynen Kemal Derviş'in ülkemizi yabancı yatırımcılara peşkeş çektiren o ünlü '' Milli Ekonomi Paketi'' gibi...

Türkiye'nin önü açılacak, ilerleyecek, bizi kimse tutamayacak. Ne olduğu takdirde? Emperyalizmin kölesi olunduğu takdirde. Hani Başbakan bu bir AKP değil de bir devlet projesi diyordu ya, peki ne oldu da dün mecliste demokratik açılımdan bahsederken bir anda bu proje bir AKP projesi oluverdi. İşte bu zihniyetin en büyük kozudur iyi yalan söyleyebilmek, söylediği yalana kendisinin de inanabilmesini sağlayabilmek. Terslikler veyahut zıtlıklar üzerinden nemalanmaya çalışmak. Peki ya şuna ne demeli, 29 Mart öncesi miting meydanlarında Başbakan'ın '' Ya sev, ya terk et'' diyerek adeta harakiri yaparcasına Güneydoğu illerimizin neredeyse tamamını DTP'ye altın tepsi içinde sunuşu. Ben PKK'lıları kastettim deyip, arkasından davul zurnalarla PKK'lıları kahraman edasıyla ülkemize sokması... Örnekler çoğaltılabilir.

TRT 4 diye bir kültür, sanat kanalımız vardı. Türk Halk Müziği Ve Klasik Türk Musikisi yayınları yapardı. Milli değerlerimizi yaşatır, ecdadımızla gurur duymamızı sağlardı. Mesela Merhum Şükrü Tunar'ın ''Uşşak Oyun Havası'nı'' duyduğumuz vakit 7'den 70'e omuzlarımızı oynatmaya başlamaz mıydık, mesela çalan bir türküde geçmişimizin adeta bir filmini izleyip, yaşadığımız savaşların, göçlerin en hazin hikayelerini kanımızda hissetmez miydik, Rahmetli Özal Amerikan Başkanı Bush ile kol kola gezerken en azılı Özal düşmanlarının bile yüreği bir parça okşanmadı mı? Her 10 Kasım'da Saat 9'u 5 geçe çalan sirenler, yarıya inmiş bayraklar içimizi burkmadı mı hep, mesela Nakşibendi tarikatına mensup onlarca arkadaşımız olmadı mı, Kürt dostumuz olmadı mı? milletçe bir homoseksüel'i ''sanat güneşimiz'', bir transseksüel'i ''Diva'' yapmadık mı, aslen bir Ermeni olan Adile Teyze öldüğünde yanaklarımızdan gözyaşları süzülmedi mi, süzülmese bile içimiz acımadı mı, Kemani Tatyos Efendi'nin Gamzedeyim deva bulmam, garibim bir yuva kurmam şarkısını yıllarca dilimizden düşürdük mü? Kemal Sunal Eşş....ek dediğnde kahkalar atmadık mı? Örnekler gene çoğaltılır. Mesele de zaten örnekler değil... Yok olduk, yok ettiler, Kemal Sunal'ın filmerine ne oldu mesela? Hani o rüşveti eleştirdiği, ağalığı eleştirdiği, zamları, kira bedellerini, mafyayı eleştirdiği filmleri niye artık yayınlanmıyor, Neden bu filmlerin çoğunu Kanal 7 satın aldı? TRT 4'ü lütfen açıp da bir bakın yayın akışında artık ne var, veyahut kanalın adı artık ne? Sonra da yeni RTÜK yasası taslağını dikkatlice okuyun. Sizden istirhamım budur. En temel değinmek istediğim nokta şu. Çok büyük bir milletiz. Hepimiz delikanlıyız. Oramız buramız gerçekten oynamıyor, asil bir milletin asil çocuklarıyız, kürdü türkü hepimiz hepimizi zaten yıllar evvelinden bağrımıza basmışız, Zeki Müreni'de bağrımıza basmışız, Bülent Ersoy'u bağrımıza basmışız. Geri perdeki sorun kültür sorunu veyahut dil sorunu değildir. Sorun tamamen siyasi bir sorundur. Birilerinin aldığı kararları, yine birileri uygulayacaktır. Bu hep böyle olmuştur. Tartışmanın alemi olmadığı kanaatindeyim. Ortak paydalarımızı koruduğumuz takdirde bu sorun çözülür. Tüm Kürt kardeşlerimi bu oyunu görmeye davet ediyorum. Dün ordunun yanında olanların, yarın da ordunun yanında olabilecekleri ihtimalinin asla unutulmaması gerektiğini, 12 Eylül döneminin iyi incelenmesi gerektiğini sadece kefedekilerin yerlerinin değiştiğini anlamanızı rica ediyorum. Gün birlik olma günüdür. Gün kardeşlik günüdür. Gün Demokratik Açılım değil ''Demokratik Kapanım'' günüdür. Başka alternatifimiz yoktur. Yoksa hakikaten yanarız. Ya bu ülke tamamen Türkçe konuşacak ya da tamamen Kürtçe konuşacaktır. Ama hep tamamen olacaktır. Ben kendim adına her ikisine de varım. Yeter ki değerlerimiz ortak olsun ve kardeşliğimize zeval gelmesin. Bu oyunu hep birlikte durduralım.
Türkiye Cumhuriyeti hepimizin. Benim ve sizin...
Hepinizi en içten dileklerimle selamlıyorum...

Açılım birtleştiriyor mu yoksa bölünmeyi derinleştiriyor mu?

Açılım hareketi belli bir mutabakat sonucu ortaya atılmış bir süreç olmadığı için , birlikteliği pekiştirmek yerine ayrışmayı derinleştirmektedir. Başkasının atına binen onun türküsünü söylermiş ya ,iktidar da ABD ve AB 'nin arabasına bindiği için onlarca ortaya atılan süreci fırsat gibi görüp ne pahasına olursa olsun ülkenin çıkarı için yapılması gereken düzenleme olarak görmektedir. Halbuki Türkiye de taşlar yerinden oynamakta halk gittikçe birbirini etnik kimlik ve dini kimlik üzerinden tanımlamayı derinleştirmektedir. Burda şu soru da sorulabilir devletin bekası mı önemli yoksa Türk Milletinin geleceği mi ? AKP devletin bekasını ön plana alan yaklaşım içinde bulunmakta Türk Milletinin egemenlik içindeki payını azaltmaya ve daha çok etnisiyenin mozaik olarak ön plana çıktığı yeni bir yapılanma olan fedarasyona doğru gidecek olan bir sürecin önünü açarak Osmanlı Devleti yapısına benzer bir yapılanmanın kapısını aralamaktadır. Bilindiği gibi Osmanlı Devletinde Fatih Sultan Mehmet dönemi Türklerin Yönetimdeki etkilerinin azaltılıp devşirmelerin ve diğer etnik unsurların ön plana çıkarılma süreci olmuştur. Türkiye'de de Özal dönemi ile başlayan Recep tayip'le devam eden benzer bir süreç yaşamaktayız. Artık devletin olgunluk dönemine girdiği İbni Haldun'un da belirttiği" her devlet 100 yılda bir ya büyümek zorunda kalacağı ya da yıkılma sürecine gireceğini" söylemektedir. Rakamsal açıdan bu tarihin yakın olduğunu söyliyebiliriz. Bence Kürtlerle başlayan bu açılım süreci Arapları da içen alan bir şekilde devam edebilecektir. Şöyle örneklersek bisikletin üzerindeki sürücü sürekli pedal çevirmek zorundadır , aksi taktirde düşecektir. Yani, ya büyük içinde yer alarak birlikte yöneteceğiz ya da küçülerek sadece kendimiz mi yöneteceğiz. Türkiye'de Kültürel anlamda Türk olmak sorunu , Kürtler hariç etnisiye anlamında diğer unsurlarla büyük ölçüde çözülmüş görünmektedir. Unutulmaması gereken bir şey varki, Kürtçülük yapılanması diğer kesimlere göre artan nüfüslarıyla gelecek açısından Türkler için önemli gelecek kaygısı oluşturmaktadır. Kürtler Türkiye'nin ortadoğusundaki bu yeni konumlanmasında Türklerle beraber yer alacaklar veya kendi başlarına hareket ederek , Bu bölgenin mevcut hakim devletleriyle boğazlaşmayı sürdüreceklerdir. Başarısız olmaları halinde belirsiz bir gelecek onları bekliyor olacaktır.

açılım kardeşlikmiş oyle

açılım kardeşlikmiş oyle dediler kendileri bugun.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.