Kürt Açılımı (1)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Kürt Açılımı ve CHP:

   Bakın şu sırada pek çok çevrenin gündemi CHP’dir. Herkes CHP ile meşgul. Ne olmuş CHP? İşte seçim yapıldı, rahat bir çoğunluğunuz var, yürüyün. Hayır. Hayır… CHP 99 milletvekiliyle, yüzde 21 oyuyla CHP, bütün oyunları bozabilecek, bütün tuzakları kırabilecek, bütün bu projeleri, planları, hesapları altüste edebilecek bir inanç, bir düşünce, bir siyaset merkezidir. Bunun herkes farkında. Onun için, seçimden zaman geçmiş, manşetlerde CHP. CHP tartışılmalarla, üstelikle hırsla, kızgınlıkla suçlanan, bir seçimden sonra suçlanan bir büyük kampanyanın hedefi haline getirilmiş ise, getiriliyor ise bunun bir anlamı olması gerekir. Bunun anlamı, Türkiye’ye yönelik projelerin, hesapların, tuzakların doğal hesap vermesi gereken, hesaplaşması gereken, etkisizleştirmesi gereken ya da onay alması gereken temel güç odağının CHP olduğunu herkesin biliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yani Cumhuriyet Halk Partisi tartışması gündemden hiçbir zaman düşmeyecektir, giderek ağırlaşacaktır. Etkimiz arttıkça, ciddi tavırlar takınmaya başladıkça bu daha da gelişecektir. Bu süreç başladı, ta 1 Mart tezkeresi karşısında takındığımız geçen dönem Parlamentoya girer girmez takındığımız o tavırdan ve onun uzantısı bütün tavırlarımızdan çıkarak buraya kadar geldi. Türkiye’ye yönelik hesaplar var. Türkiye’ye yönelik çok ciddi projeler var. Bunları yok saymak şaşkınlıktır. Bunları umursamamak, bunları görmemeyi tercih etmek, görmezlikten gelerek siyaset yapmak bilinçsizliktir. Bütün bunları biliyoruz. Bunların karşısında CHP çok kararlı, inançlı bir mücadelenin sahibi olarak duruyor ve duracak. Türkiye’yi bölmek isteyenlerin karşısında CHP var. Bölmek isteyenlerin bin bir türlü hesabı var.” (Deniz Baykal, 04.08.2007, CHP’nin 2007 seçimlerinin ardından yaptığı ilk Meclis grubu toplantısı)

   Gündemimizi oyalayan Kürt açılımı (‘yandaş’çası demokrasi açılımı) konusunda güncel bir yazı dizisi oluşturmaya karar verdim. Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) başlama nedenim; -biraz, konuya ortadan başlamak gibi olsa da- CHP’nin bu konudaki en kilit konumda olduğuna inanmam.

   Neden kilit parti CHP?

   Nedeni basit; MHP gibi bir partinin sürecin içinde yer alacağını düşünmek, zırvaca olur. DTP’nin de sürecin dışında kalacağını düşünmek, aynı oranda saçma sapan bir düşünce olur. Bu açılımı yapmaya çalışan (çalıştırılan) AKP’nin sığınabileceği tek liman CHP görünmektedir. Bir yanı Kemalist ve devletçi olan CHP, 1989 raporlarından SHP geçmişine kadar, diğer yanıyla AKP ve AKP’nin akıl hocalarına umut da vermektedir. İşte bu nedenle, II. Cumhuriyetçi, İslamcı, liberal, Fethullahçı, eski solcu aydın takımıyla Polis Akademisi’nde kapalı toplantılar yapan, bunun sonucunda açılım olacağını savlayan iktidar partisinin yan kollarının hedefinde, nedendir bilinmez (!) CHP var.  Bunun anlamı Deniz Baykal’ın 2007 yılındaki kilit sözcüklerinde gizli: … Türkiye’ye yönelik projelerin, hesapların, tuzakların doğal hesap vermesi gereken, hesaplaşması gereken, etkisizleştirmesi gereken ya da onay alması gereken temel güç odağının CHP olduğunu herkesin biliyor olmasından kaynaklanmaktadır.” Kısacası; CHP’yi özellikle eski partililerle teslim etme girişimi, öncelikle CHP’den onay almaya; olmazsa, CHP’yi saf dışı bırakmaya yönelik akımlar, olarak tanımlanabilir.

* * *

   Peki, demokratik bir açılımsa bu, CHP neden kendini bu kadar paralasın? Sırf muhalefetlik yapmak için mi? Neden, meselenin içsel değil dış kaynaklı olmasından mı kaynaklanıyor?  Yoksa, daha önceden yapılan anlaşmaların, verilen sözlerin, yazılan senaryoların sahneleniyor olmasından mı?

   Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan ve ‘Kürdistan’ adı verilen devlet resmen ilan edildikten sonra Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin böyle bir devletin kuruluşunu ‘savaş nedeni’ sayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak.” (CHP’nin ortaya çıkardığı, Gül ve Powell’ın 2003 yılında yaptığı gizli anlaşmanın 7. maddesi)

   Neçirvan Barzani: “Gül, Kürdistan’ı tanıdı.” (26 Mart 2009, NTV)

   ABD’nin Irak’tan çekilme takvimini açıklamasından sonra, orada konuşlanan kukla devletin bir ağabey-devlete gereksinimi var. Ulusal yapının zayıflatılmasına ve bölgedeki ABD muhalefetinin sindirilmesine dayanan bu senaryoyu, daha önce “Gaflet, Dalalet ve Yeni Osmanlı” (PD, Sayı 15) adlı yazımda belirtmiştim. Erdoğan’ın elini bile sıkmadığı Ahmet Türk’le, hangi sıfatla olursa olsun, kucaklaşması, kendiliğinden oluşmuş bir olay olabilir mi? Böyle bir olasılık var mı? Açılım adı altındaki zorbalığın dışarıdan gelen baskılarla olmadığını kim iddia edebilir?

   Gülen cemaatinin Erbil’deki toplantısında konuşulanlarla konuyu biraz daha açalım:

   Akreyi (Kürdistan TV Genel Müdürü), Türkiye’nin Kuzey Irak üzerinden kendi Kürtleri ile ilişkiye geçebileceğini, Kuzey Irak’ta ki yapının da Türkiye üzerinden güvenliğini garanti edeceğini iddia etti.” (odatv.com)

   Açılımın koruyucusu ABD; bunu anladık. Peki, bölgesel aktörleri kimler? Bana göre, Fethullahçılar ve Barzani. PKK ve DTP’nin görevleri de son süreçte değişime uğramış, adı geçen örgütler ılımlılaş(tırıl)mışlardır.

* * *

   Kapalı kapılar ardında yapılan Gül’ün Barzani ziyareti, yine kapalı kapılar ardında yapılan aydın toplantıları konunun açılım düzeyini bizlere göstermektedir. Konu, kamuoyu tarafından değil; birkaç kişinin pazarlığıyla değerlendirilmektedir. Böylesi karanlık bir sürece ortak olması, CHP’yi bugün olmasa da tarih önünde altından kalkamayacağı bir yükün altına atar.

   CHP’nin bugünkü dik duruşu, dik durma gerekliliğinin nedenlerine ve yapması lazım gelen eylemlere gelirsek;

   1) CHP, diğer birçok partinin tersine, dünyadaki ve Türkiye’deki bazı koşul ve durumlardan doğan (çevrimsel / konjonktürel)  bir parti değildir. Hepimiz biliyoruz ki, basında geçen uygulamalara kalkışılacaksa, bu, anayasa değişikliği anlamına gelir. “Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür.” (TC 1982 Anayasası 66. madde, 1961 Anayasası 54. madde) “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir.” (1924 Anayasası, 88. madde) Yıllardır ırkçılık olarak değil, birleştirici bir söz olarak bellediğimiz, Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü ırkçı bir anlayış olarak yorumlayan ümmetçi kafa (!) Türklüğü bir etnik başlık olarak sunmaya çalışmıştır. (Bkz. Tayyip Erdoğan’ın Türklüğü alt kimlik saydığı ve Türkiyelilik kavramı üzerinde durduğu üst kimlik-alt kimlik beyanı; Abdullah Gül’ün Ne mutlu Türk’üm diyene sözünü ilkellik olarak belirtmesi; Erbakan’ın Türk’üm, doğruyum denilirse, karşısında ‘Kürt’üm, daha doğruyum’ denileceği savı ve diğerleri.)

   Gerçi Deniz Baykal, bu süreçte söylenecek en isabetli sözleri de söyledi:

   “Türkiye, Anadolu'da -sadece milli mücadele sonrası dönemi söylemiyorum- bin yıldan beri Türk İslam kimliği anlayışı içinde bir Türk İslam kimliği geliştirilmiştir. Bu da sadece silahla savaşla gerçekleştirilen bir süreç değildir. Kültür insanlarının, filozofların, şairlerin ve onların düşüncelerini Anadolu'ya taşıyan öncünün çabası vardır. Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Yunus Emre bir kenara bırakılarak olmaz. Bu coğrafyanın bir kültür kimliği haline dönüşmüştür.

   Farklı etnik kimlikler milli devleti kurdu. Osmanlı İmparatorluğu’na, Selçuklulara dışarıdan bakan insanlar ‘onlar Türkler' demişledir.” (24.08.2009)

   Cumhuriyet’i kuran parti olan CHP, hiçbir ödünle kendi kurduğu rejime ihanet edemez, etmemelidir. (Üniter devlet, ulus-devlet ilkesi) Mustafa Kemal’in siyasal bırakıtına sahip çıktığını savlayan bir parti, tarihin önünde üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

   2) CHP’nin Türkiye’de nefreti körükleyecek Yugoslavya sonuna benzer bir sona karşı engel olması gerekmektedir. Karşıt cephelerde yatıştırıcılık görevi görülmelidir, olası linç kampanyaları engellenmelidir.

   3) CHP, toplumsal nefreti durdurmak ve Kürt kökenli yurttaşlarımızı oyuncak gibi kullanmaya çalışan emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin oyunlarına çomak sokmak adına Kürtlerin haklarını korumayı (ekonomik, toplumsal vs.) sürdürmelidir. Bölgede örgütlenmesini hızlandırmalıdır. Yani bir yandan masa başı oyunlarına karşı çıkarken, diğer yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki halkımızla iletişimini güçlendirmelidir.

   4) CHP’ye ve Deniz Baykal’a siyasal bedel ödettirilmek isteyenler de olacaktır. CHP; Kuvayi Milliye ve Müdafaa-i Hukuk geçmişini tanımamazlıktan gelmiyorsa, reddimirasta bulunmuyorsa ulusun ve devletin tarihsel yükümlülüğü altına girmektense; günlük kötü sonuçları tercih etmelidir. Elbette bu sorunun da çözümü vardır ve her ne kadar zor bir süreç olsa da, illaki değirmenlere karşı değildir bu savaşım.

   Bu konuda Sabahattin Önkibar’a ait ilginç ve başarılı bulduğum bir yazıyı da sizlerle paylaşmak isterim:

  Washington’un AKP’ye dayattığı ve Tayyip Erdoğan’ın da siyasi ikbali ve de kişisel kurtuluşu için son hamle olarak gördüğü Kürt açılımı hikayesinde CHP önderi Deniz Baykal tabir caizse göğsünü siper edip direnmeseydi, hiç kuşkunuz olmasın Türkiye bugün bölünmeye, doğru dolu dizgin olacaktı.

   (…)

   Bendeniz tatilde olduğum için yazamadığım o malum olay ya da görüşme hepimizin hatırlayacağı gibi CHP lideri Deniz Baykal’ın ABD elçisi tarafından ziyaret edilmesidir.

   ABD sefiri tam da Kürt açılımı bombasının patlatıldığının ertesinde DTP eşbaşkanı Ahmet Türk ile beraber CHP lideri Deniz Baykal’la da görüştü.

   Peki bu ilginç zamanda kendini Türkiye’nin genel valisi gibi gören bu elçi art arda bu ziyaretleri niçin yaptı dersiniz?

   Dikkat edin ziyaretin hemen akabinde Deniz Baykal, Mustafa Kemal’in mirasına yakışır bir duruş sergiledi ve bölünmeye karşı adeta gövdesini siper etti.

   Belli ki ABD sefiri Baykal’a telkin adı altında pakete desteğe baskı için gitmişti!

   Belli ki AKP’ye de CHP açılıma destek verecek taahhüdünde bulunulmuştu.

   Sonuç ortada...

   Deniz Baykal ABD’yi karşısına alma pahasına yukarıda belirttiğimiz gibi bölünme sürecinin karşısına dikildi.

   Yazdıklarım komplo teorisi değildir.

   Birkaç gram beyni ve de birazcık muhakemesi olan biri art arda yaşananlardan hareketle pekala bu tabloyu görebilir.

   Diyeceksiniz ki Washington bunun faturasını Deniz Baykal’a keser.

   Kesmek isteyeceği muhakkaktır.

   Siz, türkücü Zülfü’nün son çıkışlarının kendi iradesiyle olduğunu mu sanıyorsunuz?

   Ve dahası Mustafa Sarıgül’ün hazırlanıyor olması!” (S. Önkibar, Yeniçağ, 21.08.2009)

   Kürt yurttaşlarımızı incitmeden, bu zorlu yolda CHP’nin görevini yapacağına inanıyorum. Baykal, girişi güzel yaptı, bakalım devamı nasıl gelecek? Türklüğün buraya tarihin ve toplumların verdiği ad olduğunu, etnik kimliklerin bu üst kimliğimiz altında özgürce ve gururla yaşayabileceği savı temelinde söylem geliştirilmelidir. Hem, yalnızca Kürtlere anayasal, yasal güvenceler vermek, diğer etnik kimliklere (Çerkez, Laz, Arap, Gürcü, Boşnak vd.) karşı bir totaliter, faşizan bir anlayış taşımaz mı? Diğerlerine de aynı hakkı vermemiz durumunda ise, bu memleketin bir araya gelme olasılığı kalır mı? Kürtlerin, Türk ulusunun bir parçası olarak, birinci sınıf yurttaş önadıyla aramızda kalması en güzelidir. Bölünmenin adını bile anmak istemiyorum.

   1991 yılında üçüncü parti olarak iktidar ortağı olan SHP’nin, HEP’i TBMM’ye sokmasından sonra, ortamı iyice geren HEP’lilere (Leyla Zana, Hatip Dicle vd.) kongrede Genel Başkanlık koltuğunu Baykal’a kaptırmamak adına sesini fazla yükseltmeyen Erdal İnönü’nün düştüğü tarihsel hataya Deniz Baykal’ın düşmeyeceğine inanıyorum, bunu diliyorum. Deniz Baykal’ın adı, belki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları listesinde geçmeyecek, belki farklı renkli güller çıkarılacak yollarına; fakat dik duruşunu sürdürmesi durumunda inanıyorum ki, tarih Baykal’a hakkını verecektir.

   Konuya biraz ortadan girmiş olsak da, adı geçen açılım sürecini diğer bölümlerde daha geniş (makro) açıdan irdelemeye çalışacağım.

   Yurtta barış, birlik ve birliktelik dileğimle; iyi bayramlar diliyorum.

 

Emrah.Ozdemir@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

Devam Eden İçerik: 
Kürt Açılımı (2)

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.