Küreselleşme, Liberalizm ve Ulusalcılık (III)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Küreselleşme, ulusalcılık ile doğrudan bağlantılıdır. Ancak bu bağ çelişkilidir. Çelişki, emperyalist merkezin çıkarlarıyla çevre ulus devlet çıkarları arasındadır. Bu çıkar çelişkisi; bütün dünyada olduğu gibi Ortadoğu ve Türkiye’de de ekonomi ve mali alanlarda, çevrenin merkez tarafından sömürülmesi, siyasi ve diplomasi alanında ise emperyalizmin BOP uygulamalarıyla bölge ulus devletlerin ve halkların bölünerek birbirlerine düşürülmesi biçiminde yansımaktadır.

Küreselleşmenin ekonomik ayağı olan neoliberalizm bayrağı altında emperyalist kapitalizm, modern bilim ve teknolojinin de yardımları ile yer küresinin sosyalist veya bağımsız ve dik duran bazı ulus devletlerin dışında kalan ülkelerin ekonomilerinde, özellikle sermaye ve emtia piyasalarında hızla yayılmıştır.

Ancak emperyalist kapitalizm ekonomisi için çok büyük önem taşıyan üçüncü bir piyasası daha vardır. Bu piyasa işgücü piyasasıdır. İşte, küreselleşme süreci ile emperyalist-kapitalist sistemin nihai ana hedefinde olan, henüz tam olarak ele geçirilememiş olan bu dünya işgücü piyasasını tam olarak denetim altına almaktır.

Dikkat edilirse; işgücü piyasasının, dünya çapında henüz emperyalizm-kapitalizm tarafından fethedilmediğinden bahsediyoruz. Bunun nedeni dünyamızda ulus devletlerin varlığıdır. Çünkü her ulus devlette yaşayan emekçiler, o ulus devletin vatandaşı olarak yaşarlar ve işgüçlerini o ulus devletin işgücü piyasasında pazarlarlar. Başka bir ifadeyle; ulusal kimlik taşıyan emekçiler, akıllarına estikleri gibi, başka bir ulusun emek gücü piyasalarına gidip, orada iş arayamazlar. Çeşitli seyahat, oturma ve çalışma izin ve vizeleri gibi ulusal siyasetlerle bu işgücü hareketi uluslararası arenada sınırlandırılmıştır. Her ulus devletin refah ve kalkınma seviyesi, çalışma koşulları, ekonomik ve mali politikaları, gelenek ve görenekleri vs. farklı farklı olduğundan bütün bunlara bağlı olarak ta işçi ücretleri, memur maaşları ve diğer sosyal haklar da bu ulusal koşullara bağlı olarak farklıdır.

Fakat emekçiler açısından ulus devletlerin varlığı, özellikle emekçilerin örgütlenme ve sınıfsal mücadele araçlarına sahip olmalarının da ulusal koşullarda olması nedeniyle de olağanüstü büyük önem taşımaktadır. İşçi sendikaları, emekçi dernekleri, meslek odaları, kooperatifler vs. bütün bu emekçi örgütleri ulusal örgütlerdir. Bu emekçi kuruluşlarının işçilerin ve memurların ücretlerinin belirlenmesinde, sosyal haklarının kazanılmasında, esnaf ve köylünün kazancında büyük rol oynadıkları, elde edilen deneyimlerle artık tartışılmaz bir gerçekliktir.

Ulusal varlık, işçi sınıfının ve diğer emekçilerin kazanımlarının en büyük sigortasıdır.

İşte; küresel sermayenin, tam cepheden ulus devletlere saldırmasının asıl nedeni, bu olguda gizlidir. Çünkü küresel büyük sermaye ulus devletleri parçaladığı ve yok ettiği an, emekçileri koruyan, sınıf mücadele araçları olan bütün bu ulusal emekçi örgütlerinin, derneklerinin ve meslek odalarının, kooperatiflerinin de parçalanacağını ve yok olacağını çok iyi bilmektedir.

Bunun da ötesinde; ulus devletlerin sınırlarının kaldırılması ve kimliksizleştirilmesiyle birlikte emekçileri koruyan ulusal zırhlar da yok olacaklardır! O zaman bu koşullar altında bütün dünyada emekçiler arasında korkunç bir rekabet, ulusal sınırların olmadığı, kent devletlerin olduğu bir dünyada insan ticareti korkunç boyutlara ulaşacaktır. Bu durumda resmen emperyalist hegemonya altında modern kölecilik, 21. Yüzyıla damgasını vuracaktır. İşte, emperyalizmin küreselleşme ile hedef tahtasına oturttuğu uluslara ve ulus devletlere olan düşmanlığının esas, gerçek nedeni budur!

Ulusalcılık, tarihe bir burjuva ideolojisi olarak doğmuş ve gelişmiştir. Ulusalcılık; asla bir ırkçılık olmadığı gibi, sadece kültürel değerlerle de sınırlandırılamaz! Ulusalcılık; kapitalizmin tarihsel gelişim süreci içinde ekonomik olarak burjuvazinin halkıyla birlikte kendi sermaye, emtia ve işgücü piyasalarını kontrol eden, siyasi olarak ta kendi vatanını, ulusunu ve tek bayraklı ulus devletini koruyan bir ideolojidir.

İşçi sınıfı da kapitalizmle birlikte tarih sahnesine çıktığı için, ulusal bir güçtür. Dolayısı ile işçi sınıfının; günlük sınıfsal çıkarlarını elde etmesinde olduğu kadar, toplumsal kurtuluşu ve geleceği olan sosyalizm kuruculuğunun mücadele araçları ve koşulları da ulusaldır. (İşçi sınıfının sendikaları ve partileri vs. ulusal çapta örgütlüdürler) Bu nedenle çevre ulus devletlerde emperyalist ve küresel sermayenin saldırılarında ulus devletlerinin işçi sınıfı ile milli (ulusal), yani yabancı küresel sermaye ile işbirliği yapmayan burjuvazinin aynı safta, yani ulusal cephede objektif olarak ortak çıkarları vardır. Bu ortak çıkar, her iki sınıfın da yaşadığı ortak vatandır! Kısaca, ulusalcılık vatanseverliktir!

***

Ülkemiz Türkiye, 12 Eylül 1980 tarihine kadar “Karma Ekonomi” denen bir modelle, özel ve kamu sektörünün birlikte yer aldığı, sınırlı bir planlamanın yapıldığı bir iktisadi politikaya sahipti. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi, ülkemizi küreselleşme fırtınasında neoliberal girdabına sokma için 24 Ocak kararlarını uyguladı.

Fakat daha önce, başta özelleştirilmeler olmak üzere değişik neoliberal uygulamalardan önce, 12 Eylül askeri rejimi, bu uygulamalara karşı toplumsal muhalefeti yok etmek için işçi sınıfımızın ve diğer emekçilerin tüm demokratik, devrimci örgütlü gücünü büyük ölçüde ezdi.

Küreselleşmenin Türkiye’de darbeyle işbaşına getirdiği bu faşist rejim; ülkemiz demokrasisini,

  • Partiler için temsilde adaletsizlik yaratan %10 baraj sistemi,
  • Kuvvetler ayrılığını tasfiye eden seçim ve partiler yasası,
  • Yolsuzlukların üstünü örten milletvekillerine tanıdığı olağanüstü dokunulmazlıklar,
  • Yargıyı yürütmeye bağımlı yapan HSYK düzenlemesi,
  • İfade ve örgütlenme özgürlüklerini kısıtlayan yasal düzenlemelerle sakatladı.

Aradan 33 yıl geçmesine ve bu süre içinde 11 hükümet değişmesine rağmen, hiçbiri demokrasimizi sakatlayan, küreselleşmenin önünü açan bu anti demokratik düzenlemeleri değiştirmedi.

Özal dönemi ve sonrasında kamu mülkünde ve denetiminde olan düzinelerle işletme, yerli yabancı özel şirketlere adeta peşkeş çekilircesine satılmıştır. Küresel sermayeye ve çok uluslu dev şirketlere Türkiye’nin kapsısı ardına kadar açılmıştır. Türk lirasının kur ayarı serbest bırakılarak serbest piyasada, dünyaya egemen olan dolar ve avronun manipülasyon ve spekülasyonuna terk edilmiştir. Nitekim bundan yararlanan küresel finans kapital, Türkiye’yi kolayca borçlandırmış ve Türkiye’deki üretime darbe indirerek; ekonomimizi, borca ve ithalata muhtaç duruma düşürmüştür. Basının son zamanlarda bildirdiğine göre, Türk şirketleri birer birer borç nedeniyle batmaktadırlar.

Küresel şirketler ve küresel finans sermaye, ülkemizden her yıl milyarlarca dolar kâr ve faiz transferi yapmaktadırlar. 2010 yılı rakamlarına göre Türkiye’den götürülen faiz tutarı 12 milyar dolar, işletme kârı ise 8 milyar dolar civarındadır. Bugün bir yıllık Türkiye’nin petrol ithal ettiği miktarın da 21 milyar dolar olduğu düşünülürse,  ülkemizin ne denli küresel sermaye tarından sömürüldüğü çok daha iyi anlaşılacaktır.

Görüldüğü gibi küreselleşme; dünyanın en güçlü sanayileşmiş emperyalist devletlerin ve şirketlerin kendi çıkarlarını ve iradelerini başka uluslara kabul ettirme, dayatma çabalarından başka bir şey değildir. Bu çabalar ulus devletlere ne ekonomik ne siyasi ne sosyal ve ne de kültürel hiçbir kazanım sağlamadığı gibi, tam tersine küreselleşeme süreciyle zengin ülkeler daha da çok zengin olmakta, gelişmekte olan ülkeler ise daha fazla açlık, yoksulluk, gerilik, cehalet gibi sosyal sorunlarla boğuşmak zorunda kalmaktadırlar.

Demokrasi alanında özgürlükleri kısıtlayan küreselleşme; çevre ulus devletlere hiçbir biçimde, sosyal adalet veya sosyal eşitlik getirmemektedir. Tam tersine; bu ülkelerde küresel emperyalist-kapitalist ekonomi politika olan liberalizmin dayattığı özelleştirmelerle gelir dağılımı daha da bozulmakta, sosyal dengesizlikler artmakta, kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları emekçilere zulüm olmaktadır. Emekçiler için bütün bu ağır çalışma koşulları, açlık, yoksulluk, işsizlik vs. gibi sosyal sorunlar, onları düzene ve sisteme karşı isyana sürüklemekte; sistemi korumakla görevli olan devlet ve siyaset ise emekçilerin yükselen bu toplumsal tepkilerini bastırmak için biber gazı ve coptan başka onların hak ve özgürlüklerini kısıtlamaktadır. Örneğin bu durumu Türkiye, 2008/2009 kışı Ankara’nın göbeğinde TEKEL işçilerinin şanlı direnişiyle hep birlikte canlı olarak yaşamıştır.

Özetle küreselleşme, emperyalizmin ulus devletleri ve dünya halklarını daha iyi sömürüp kendisinin daha da zenginleşmesi için dünyamızı kuşatması ve ona tümüyle egemen olma çabalarıdır.

Küreselleşmeye karşı ulus devletlerin, dünya halklarının en sağlam, en güvenilir, en meşru, en denenmiş, en iyi reçetesi ise ulusalcılıktır! Yani ulusalcılık; çevre ulus devletlerin kendi çıkarlarını, emperyalist sömürü ve bakıya karşı savunmasıdır! Bu emperyalist sermayenin saldırıları karşısında ulusalcılık, vatanı, onuru, namusu ve emeği korumaktır. Küreselleşme koşulları altında, çevre ulus devletler için ulusalcılıktan daha doğal bir meşru savunma, emek dostu, onurlu bir insan hakkı olamaz!

Ulusalcılık, emekçilerin yerli sermayenin sömürü ve baskısına ek olarak bir de yabancı sermaye tarafından baskı ve sömürüye uğramasını önleyen en sağlam bir zırhtır!

Ulusal birlik, emekçiler için sınıfsal birliğin ön koşuludur!

İnsanlık tarihinde emperyalizme karşı, bağımsızlık, özgürlük, çağdaş uygarlık ve ulusalcılık uğruna ilk büyük zafere öncülük eden Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde Türk milletidir.

Somut olarak, emperyalist sömürü ve baskısının yer küresine yayılması, ulus ve ulus devlet düşmanı olan küreselleşmenin; ülkemizin Atatürkçü düzenini, ulusal birliğini ve varlığını, toprak bütünlüğünü tehdit eden ve emekçilere hayatı zehir edip zulüm getiren somut projesi, günümüzde Ortadoğu’da ve Türkiye’de uygulanan Büyük Ortadoğu Projesidir (BOP). BOP eş başkanı AKP Lideri Başbakan Erdoğan, boşuna “Türk milletini de ayaklarımın altına alıyorum!” dememiştir.

BOP eş başkanı Erdoğan yönetimindeki 10 yıllık AKP iktidarının temel işlevi; küreselleşme sürecini, yani emperyalizmin Türkiye’yi bütün hatlarıyla denetim altına alma ve hatta ülkeyi bütünüyle içerden işgal etme planlarını görünüşte meşru olan(!) yoldan, yani meclis ve hükümet eliyle uygulaması olmuştur. AKP’nin uyguladığı politikalar,

  • Türk ulusal sanayisini; sıcak paraya, dış borca ve ithalata bağımlı yaparak tekstilcilerin jargonu ile Fasonculuk seviyesine indirmiş;
  • 80 yıllık cumhuriyetin inşa ettiği kamu işletmelerinin önemli bölümünü özelleştirerek yerli yabancı büyük sermayeye peşkeş çekmiş;
  • Taşeron işçiliği yaygınlaştırarak sermayeye ucuz işgücü olanağı sağlamış;
  • Atatürkçü bağımsız, laik, demokratik, hukuk devletinin bütün değerlerinin tek tek içini oyarak bir gerici karşı devrimle büsbütün tasfiye etme yoluna girmiş;
  • Komşularımız, Suriye’ye, Irak’a ve İran’a karşı emperyalizmin taşeronluğunu yapan konuma düşmüş ve nihayet
  • Bölücü terör örgütü ile ortaklık kurarak ülkemizi parçalayıp, Türk ulusunu ortadan kaldırmaya çalışan emperyalist bir oyunun içine girmiştir!

Dünyanın güçler dengesi artık emperyalizmin aleyhine, özgürlük, bağımsızlık ve ilericiliğin lehine dönmektedir. Türk ulusu; işçi sınıfıyla, köylü ve esnafıyla, yurtsever tüccar ve iş adamıyla ve her şeyden önce vatansever, dinamik, cesur gençliği ile emperyalizmin BOP ’unu boşa çıkaracaktır!

100 yıllık emperyalizmin intikamı kursağında kalacaktır! Türkiye; ulusal birliğini, toprak bütünlüğünü koruyarak tam bağımsız, özgür, aydın, uygar, demokratik, emek dostu bir ülke olarak varlığını sürdürecektir!.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.