Kemâle Ermek

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Süleyman GÖK

Ülkemizde yaşanan son gelişmeler gösteriyor ki bir çıkmaza doğru sürükleniyoruz. Her mantık sahibi kişiler kendi konumlarına göre değerlendirmelerde bulunmaktadırlar; fakat objektif, tarafsız bir gözle bakan kişilerin sayısı oldukça azdır. Bu da gösteriyor ki ülkemizde bir kutuplaşmanın olduğudur. Kimler arasında kutuplaşma var, diye baktığımızda karşımıza çıkan sonuç şudur: Kendilerini Atatürkçü, aydınlanmacı, çağdaş diye ifade eden kesim bir tarafı; şeriat yanlısı, laiklik karşıtı, bölücülük yapan kesim ise karşı tarafı ifade etmektedir. Aslında böyle ayrım yapmak yanlış olsa bile yalanlanamaz. Bugün gelinen noktada böyle bir ayrımın yapılması ve bizlerin ise bir tarafı seçtirilmek istenmesidir.<?xml:namespace prefix = o />

Son gelişmeler ışığında bir değerlendirme yapmak gerekirse çok önemli olaylar meydana gelmektedir. Ülkemizdeki kurumlar yerinden oynamakta, hükümet-yargı-asker arasında sorunlar oluşmakta ve bu sorunlar halka yansımaktadır. Dışa bağımlı olan ekonomimiz içeride veya dışarıda yaşanan spekülasyon ve şoklar neticesinde etkilenmekte bunun sonucunda enflasyon, işsizlik gibi makro ekonomik sorunlar bizleri derinden etkilemektedir. Onun için ülkemiz üst kurumlarında yaşanan gerginlik, en sadece vatandaşımızı etkilemektedir. Ülkemizde yaşanan olayların analizini iyi yapmamız gerekmektedir. Yaşanan gelişmeler bazıları tarafından ümit verici bazıları tarafından ise son derece vahim karşılanmaktadır. Kendilerini demokrat, liberal diye lanse eden kesim son hukuk ve yargıda ortaya çıkan olaylar hakkında en sert tepkiyi koyan taraf olmuştur. HSYK, kararına karşı çıkılmakta ve hükümet yanında bir tavır sergilenmektedir. 1. derecede görevli olan bir başsavcının tutuklanması onlar için normal, tutuklayan savcının görevden alınması ise anormaldir. Muvazzaf subaylar, generaller birer birer sorguya alınırken,100’lerce gensoru bulunan Başbakan, Cumhurbaşkanı, bakanlar ve milletvekilleri ise ellerini kollarını sallayarak gezmektedirler. Bu kesimlerin demokrasiden anladıkları bu kadardır. Bu mu adalet, insan hakları, hukuk? Bu mu eşitlik? Eğer demokrasiyi savunuyorsak hukuk önünde herkesin eşit olması gerekmez mi? Dağdaki çobandan Başbakana kadar… Demokrasi kültürünü kendi anlayışlarına, çıkarlarına göre yorumlayan bu “zatı muhterem”ler son gelişmelerden gayet memnundur. Ancak, çok savundukları Batı’da demokrasi; Başbakan veya Devlet Başkanlarının sorgulandığı, tutuklandığı örnekleriyle doludur. Her zaman, her yazımda belirtiyorum: Dokunulmazlıkların olmadığı, siyasi parti yasasının değiştiği, baraj sisteminin olmadığı veya asgari sınıra indirildiği, hukuk ve yargı bağımsızlığının gerçekten ama gerçekten sağlandığı, tarafsız bir yargı sisteminin olduğu bir demokratik ülke haline ne zaman geliriz; ben de o zaman demokratik bir ülkede yaşadığımızı kabul ederim. Ancak, günümüz Türkiye’sinde bu saydığım olguların hiçbiri yoktur. Örnek vermek gerekirse; hükümetin HSYK hakkında söyledikleri bu kurula müdahaleyi yansıtmaktadır. Fakat, hani yargı bağımsızlığı vardı? Hani hukukun üstünlüğü vardı? Onun için bu kuruldan derhal Adalet Bakanı ve müsteşarının çıkarılması gerekmektedir. Hükümetin hazırladığı yargı reformu paketine baktığımızda ise; bu koşullar yerine getirilmemekle birlikte HSYK üyeleri meclis tarafından atanılması sistemini gerçekleştirmek istenmektedir. Bu son düzenleme yapılırsa yargı bağımsızlığı sağlanacakmış! Buna inananlar hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum. Tek başına çoğunluk sağlayan bir partinin seçtikleri üyeler bağımsız yargılama yapacaklar. Ne kadar hoş geliyor kulağa değil mi? Onun için çok kapsamlı bir Anayasa yapılmalı, toplumun bütün kesimlerinin desteği ve önerileri alınmalıdır.


Gelinen noktada karşımıza çıkan diğer bir sorun ise parti yokluğudur. Mecliste bulunan partilerin misyon ve vizyon sorunları vardır. CHP, MHP ve AKP temsil ettiği kesimin desteklerini yerine getirememiştir. CHP, Atatürk’ün “altı ok”undan vazgeçmiş, kurumsal olarak başka alanlara yönelmiştir. Bunu çarşaf açılımında görmekteyiz. CHP’nin tam bağımsız, laik bir Türkiye hedeflemediği AB ve ABD’ye sıcak baktığı söylemlerde mevcuttur. MHP ise milliyetçilik ile ilgisi olmayan söylemler gerçekleştirmektedir. Devlet Bahçeli’nin Ahmet Türk ile samimi fotoğrafları, birbirlerini dağlara davet etmesi MHP’nin çizgisinin değiştiğini gösterir. AKP ise laiklik karşıtı bir parti olduğu tescillenmiş, artık meşruiyetini kaybetmiştir. Son çırpınışlarını yapmaktadır. Bunun için önüne gelen herkesi faşist bir anlayışla Silivri toplama kampına atmaktadır.

İşte bu gelişmeler doğrultusunda ülkemize yeni bir parti gerekmektedir. Toplumun tüm kesimlerini birleştirecek, ülkemizi gericilere, bölücülere teslim etmeyecek bir partinin kurulması ihtiyacı oluşmuştur. Bu partinin misyonu ve vizyonu; Atatürk’ün altı ilkesini rehber edinmiş olacaktır. Demokratik, laik, milliyetçi, devletçi, cumhuriyetçi, halkçı, devrimci özellikleri sentez yapan; bağımsızlık savaşımızı başlatan Gazi Mustafa Kemal’in ilkeleri ve önderliğinde tüm ezilmişlerin, sömürülenlerin yanında Atatürkçü, milliyetçi bir partinin kurulması gerekmektedir. Ülkemiz bir çıkmaza girmiş, bütün kurumlarıyla yeniden bir yapılanmaya gitmesi gerekmektedir. Bu yapılanma bugünkü meclis tarafından yapılamaz. Çünkü, tam bağımsız, laik ve üniter yapımız tehlike altındadır.1919 Milli Mücadele yıllarındaki gibi kadın-erkek, genç-yaşlı çalışmalıyız. Gerici, bölücü, yobaz anlayışa devrimci bir ruhla karşı çıkmalıyız. Dinimizi, Atatürkümüzü, milliyetçiliğimizi kullananlara karşı “Atatürkçü parti”yi kurmalıyız. Gençler olarak bu oluşumda en ön safta yer almalıyız. Küreselleşme bir yıkım projesidir. Ulusal, üniter yapımızı yıkmak istenmektedir. Bizler milli benliğimizi korumalıyız. Ülkemizi BOP eş başkanları yönetmektedir. İçeride ve dışarıda çok tehlikeli oyunlar oynanmaktadır. Bugün mücadele etmez, söz ile laf ile yolumuza devam edersek üzerinde yaşayacağımız bir ülkemiz olmayacaktır. Sevr Antlaşmasının maddeleri birer birer yürürlüğe girmektedir. Ülkemiz dört bir taraftan kuşatılmış, ekonomik, siyasi, kültürel bağımsızlığımız yok olmuştur. Bunun için sahaya inme vakti gelmiştir. Meydanı boş bırakmamamız ve mücadele etmemiz gerekmektedir.


Sonuç olarak; bir şeylerin değiştiğinin farkında olalım. Oyun, çok derin oynanmaktadır. Bizler bir taraf seçmek zorundayız ya bugünkü Türkiye ile yola devam ederiz ya da tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye ile çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşırız. Karar sizin…
………………..
Tüm dünyada bağımsızlık savaşlarını başlatan kim?
Kemal!
Peki bağımsız bir devlet kurup da hiçbir güce dayanmadan ayakta kalabilen bir ülke var mı?
O’nun Türkiye’sinden başka…
Peki Haçlı ile savaşmış, dini kurtarmış ama laikliğe geçerek halkını özgürleştirmiş bir örnek?
Yine sadece O. Kemal!
Her adımı geleceği gören, her adımı bizim bugünümüzü düşünen bir devrimcilik…
Niceleri geldi geçti. O hâlâ her elde, her evde, her yürekte bir bayrak! Bunca ülkenin kurucusu, kurtarıcısı, kahramanı arasında hiç halkı tarafından böylesine sevilen, unutulmayan ve hâlâ umut bağlanan biri kaldı mı geriye?
Yok!
Sadece Kemal!
100 yıllık devrimci mücadelenin, mücadelelerin en berrak çözümü:
Yine Kemal.
İşte Altı Ok:
Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devletçilik, halkçılık, devrimcilik, laiklik.
Var mı daha ileri bir sentez?
Daha kapsamlı bir çözüm?
Demek ki:
O’nu anlamak…
O’nun gibi olmak…
Kemâle ermek” gerek…

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

Yorumlar

geçenki yorumumum neden

geçenki yorumumum neden silindi anlamadım ama
demek istediğim yazının sonunda turksolu'ndan alıntı var. Irksolu :)

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.