Kadın Hakları, Feminizm, Özgürlük ve Eşitlik

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

5 Aralık Türk siyasi tarihinde önemli bir gün…

Anadolu’da emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı verilen bağımsızlık savaşı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 1925 yılının Aralık ayında kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyor.

Aynı tarihlerde Batı demokrasilerinin çoğunda kadınlar bu nitelikteki bir hakka henüz kavuşmuş değiller.

Türkiye’de bu tarihte Mustafa Kemal Atatürk’ün başında bulunduğu devrim hükümeti görevdedir.

Türk toplumu her alanda uygarlaşma hamlesine ve aydınlanma devrimine dönük hızlı dönüşümler içindedir.

Feodal kültürün temelleri sarsılmakta ve modern toplum yapılanması her türlü kurum ve kültür öğesi ile birlikte kuruluş süreci içindedir.

Cumhuriyet’in temel değerleri geleneksel kültürümüzle bağdaştırılmaya çalışılmakta ve ilerleme yöntemi olarak da devrimci bir tutum benimsenmektedir.

Feodal kültürün tasfiyesi ve kültür köklerinin ayıklanması yönündeki temel kıstas laiklik ilkesinin özü ve pratiğidir.

Temel amaç yurttaşlık bilincidir.

Özgür bireyleri oluşturacak toplumsal ilke ve kurumlardır.

Bu tarihlerde kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı da, işte bu devrimci hamlelerin içinde yer alan değerli bir öğedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle, “Bir toplumun yarısı özgür değilse, diğer yarısına uygarlık yönünde bir hamle yaptırabilmek mümkün değildir.”

Türkiye nüfusunun yarısı seçme ve seçilme hakkına sahip değilse, o ülkede millet egemenliğinden söz etmek olanaklı değildir.

Özgürlüğün temel öğesi ekonomik özgürlüktür.

Ekonomik özgürlüğe ulaşılabilmenin yolu ise, siyasal özgürlüğü ele geçirmekten geçer. Çünkü ekonomik özgürlüğe ulaşmak için verilecek mücadele ancak, siyasal özgürlüklerin sağlanması ile mümkün olabilir. Kadının özgürlüğü, toplumun özgürleşmesi mücadelesinden ayrı ve bağımsız bir hareket değildir.

Dolayısıyla Türk kadını Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı olmayı gerçek anlamda 5 Aralık 1925 tarihinde gerçekleştirmiştir.

Günümüzde sürdürülen kadın hareketlerine göz atıldığında ise, birbirinden oldukça farklı düşüncelere ve bu düşünceler arkasına kümelenmiş gruplaşmalara rastlanmaktadır.

Kadınların hak aramaları yönündeki mücadeleler sürecinde feminist düşünceyi doğru tarif etmek yolumuzu aydınlatacak en doğru yöntemdir.

Feminizm, erkek ve kadın cinsleri arasında suni biçimde yaratılan bir ayrımcılığın ideolojisi değildir.

Feminizm, erkek egemen toplum düzenine ve bu yöndeki yerleşik değerlere karşı gösterilen psikolojik bir refleks de değildir.

Sonuç olarak feminizm, toplumun alt kültür ünitelerinde yerleşmiş inanca göre, erkeklere karşı gösterilen hastalıklı bir tepkinin alelade bir söylemi de değildir.

Feminizm, içinde yaşadığımız toplum düzeninde erkeklerle kadınlar arasında oluşturulmuş bulunan hukuki ve ekonomik eşitsizliğin düzeltilmesi ve iki özgür cinsiyet olarak bir arada ve barış [+ sevgi + saygı] ortamında yaşanması imkânının yaratılması mücadelesidir.

Feminist mücadele sadece kadınların değil, gerçekten uygar ve özgür bir toplumda içtenlikle yaşamak isteyen erkeklerin de meselesidir.

Çünkü gerçekten özgür bir toplumda kadınlar da özgür olacak ve erkekler, özgür kadınlarla yaşama imkânına kavuşacaklardır.

İki özgür insanın birlikte yarattığı bir çocuğun ise, içinde yetişeceği bu özgür ortamdan alacağı çok şeyler vardır…

Faruk HAKSAL

faruk.haksal@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.