Faşizm Çeşitleri ve “Ötekiler”...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Dün Yeniçağ gazetesinden Özcan Yeniçeri derli dolu bir makale neşretti, iktibas ediyorum (http://www.yg.yenicaggazetesi.com...haber=13101):

LİBERAL FAŞİZM

Yazının başlığı olan “Liberal Faşizm” kavramı bize âit değildir. Zâten o yüzden de tırnak içinde gösterilmiştir. “Liberal Faşizm” Jonah Goldberg tarafından yazılmış, Pegasus Yayınları arasında da Türkiye’de de yayınlanmış bir kitaptır. Kitapla ilgili ilginç birkaç da değerlendirme var. Bunlar şöyledir: “Tek bir grubun başkalarını, hayatlarını biçimlendirebilme hakkına sâhip olduğuna inandığı zorlama elitist ahlâkî kesinliği görürüz. Kralların kutsal haklarını bireysel özgürlük haklarına dönüştürdük”. “Liberallerin bugün Avrupa faşizminden beslenen doktrinsel ve duygusal köklerinin olduğu savunuluyor. Uzun süre prim verilmeyen faşizmin diğer bir çağın ruhuna sızıp kemikleşebileceği düşüncesi insanları şok edecek” . “Faşizm sâdece soldan beslenmekle kalmayıp, Liberal faşist gücün günümüzde yetkilere sâhip olanlar ve hâttâ tutkulu muhafazakârlar arasında da varlığını sürdürdüğünü göstermektedir” vb.

Yafta ve amacı!

Geçmişte sosyalistlerin görüşlerine katılmayan hemen herkesi “Faşistlik” veya “Nazilik’le” suçladıkları bilinmektedir. Hâttâ sosyalistlerin kendileri gibi düşünmeyen eski dava arkadaşlarını bile “sosyal faşistlikle” suçladıkları çok görülmüştür. Onlar bütün eşitlikçi ve emekten yana görüşlerin yalnız kendi tekellerinde olduğuna ciddi ciddi inanırlar.

Sosyalistlerin bu konuda “ya bizdensiniz ya da düşmandan (yâni sistemden) yanasınız” ilkesini esas alırlar. Onlar için “gri” alan yoktur. Sosyalistlerin yerini günümüzde biraz sanal, çokça da banal bir “Liberal” anlayış almıştır. Liberaller de tıpkı bir zamanın sosyalistleri gibi “Faşist” ve “Irkçı” yaftalarla görüşlerine karşıt olanlara hakaret etmektedir. Her iki grubun da kendilerini meşrû göstermek için kendileriyle aynı görüşü paylaşmayanları ahlâk dışı, daha az insan, takıntılı ve fanatik olarak göstermek amacıyla bunu yaptıkları açıktır. Bu nedenle karşıtlarını politik olarak mahkûm etmek için  “faşist”, “Nazist” ve “ırkçı” kavramlarını bol bol kullanırlar. Aslında bu kesim belki de farkında olmadan her karşıt görüşte olanı “faşist” diye yaftalayarak bir bakıma “faşizm”e meşrûiyet de kazandırmış olurlar. Olgunun tartışılacak birden çok yönü vardır. Sonuçta Jonah Goldberg, Liberal Faşizm adlı kitabında “bilinçli olarak üretilen yalanların yerine şaşırtıcı ve aydınlatıcı araştırma açıklamalarla ve faşistlerin aslında Liberaller olduğu” tespitinde bulunmaktadır.

İnsanlık ve Liberallerin Suçları!

Kuşkusuz sorun, Liberalizm veya sosyalizm değil, insanın doğasıdır. Baskıcı, tepeden inmeci ve insanlık dışı tavırlar, yalnızca belirli kavram veya dünya görüşüne özgü değildir. Her değerin her zaman karşıtıyla özdeşleşme eğiliminden söz edilebilir. Kaldı ki hiç kimse insanlık adına olumlu görülen kavramların tekeline de sâhip değildir.

Öte yandan, günümüzde soldan sağa, sağdan sola savrulmaların yoğunluğu da ideolojik yargıların geçirgenliğini ispatlar. Nazizm veya komünizm denilince insanın aklına totalitarizm, soykırım, sürgün ve kamplar gelmektedir. Ancak tablo Liberal demokratların işledikleri insanlık suçları bakımından Nazi veya komünistlerden hiç de geri kalmadıklarını göstermektedir. Sonuçta atom bombasını da insanlara karşı demokrasi ile yönetilen bir ülke kullanmıştır. Vietnam, Irak veya Afganistan’a yağdırılan bombalar da aynı zihniyetin ürünüdür.

***

Bu derli toplu yazıyı iktibas etmemin sebebi basit: Türkiye öyle bir kaosa sokuldu ki, kavramlar muğlâk, kafalar karmakarışık ve bilgi sâhibi olmadan fikir sâhibi olup da, üstüne üstlük ahkâm kesmek vak’ayı âdiyeden oldu. Maâlesef en sık yaşananı da, “kendinden” olmayanı “ötekileştirmenin” en kolay yolu da, ona “faşist” demek hâline geldi

Hâttâ bu Faşomani (bkz. http://www.keremdoksat.com/2006/10/17/fasomani/) bir entellektüel olan ama aydın (münevver: nurlanmış) olmayan, bilhassa da Atatürk’le Hitler’i veya Mussolini’yi aynı kefeye koyan kişilerin ortaklaşa bir hücum stratejisi hâkline geldi…

Âdeta içtimaî bir histeri hâlinde tezâhür eden bu saçmalık o raddelerde ki, her gün sürekli olarak etnik kimliklerin bütün televizyonlarda, gazetelerde, dergilerde sorgulanıp vıcık vıcık hâle getirildiği bir ortamda, şu veya bu merak sâikiyle birisine “Ermeni misin” demek bile hemencecik “faşist” ilân edilmek için yeterli hâle geldi! Hâlbuki Osmanlı’daki devşirme sisteminin Ermeniler de dâhil pek çok etnik gruba tatbik edildiği tarihî bir realitedir. Meselâ büyük dâhi Mimar Sinan bu gruptandır.

Atatürk’ün bir Hitler olduğu vecizesini ilk yumurtlayan Fethullah Gülen değildir ama onun sözleri âdeta bir teşhis gibi kabûl görmüştür!

Azıcık tarih bilgisi vereyim: Faşizm, İtalyan filozof Giovanni Gentile’nin (30 Mayıs 1875 – 15 Nisan 1944) tarafından Mussolini’ye temel oluşturmak için, Mazzini, Rosmini, Gioberti ve Spaventa’dan etkilenerek ortaya attığı bir doktrindir. Kavram, Antik Roma yöneticilerinin geniş hükûmet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Lâtince fasces kelimesinden türetilmiştir.

Zamanla da antidemokratik, totaliter her rejim veya ideoloji için kullanılan bir sıfat hâline gelmiştir. Aslında emperyalizmin ve kolonializmin iki büyük kuklası, hâttâ soytarısı olan Benito Mussolini ve Adolf Hitler’in hezeyanları gerçek faşizmi dahi aşar.

Mussolini komünistlikten faşistliğe zıplayıp, en sonunda linç edilerek kendi milleti tarafından infazı gerçekleşen bir megalomanyaktı, suratına bakıldığında dahi bunu görebilirsiniz.

Adolf Hitler ise (her ne kadar Prof. Vamık Volkan “yıkıcı narsisist” diyorsa da) ağır bir Hudutta (Borderline) Kişilik Bozukluğu vak’ası idi. Kendi etnik âidiyeti de tartışmalıydı, Kavgam kitabında da bunun tipik örnekleri vardır: Son derecede rasyonel ve doğru gözüken fikirlerle öyle bir vals yapar ve öyle yerlere varır ki, bu derecede ağır çarpıtarak saptırma (distortion) ve ayırma (splitting) ancak çok zeki, karizmatik, yarı psikotik (bilhassa intiharından önceki dönemlerde paranoid yönde psikotikleşmişti) Hudutta Kişilik Bozukluk vak’alarında görülür. Eğer intihar etmeseydi, sonu Mussolini’den daha beter olacaktı; hani, trajikomik bir espriyle, “o kadarcık aklı kalmıştı” diyebilirim. Doktrinine taktığı Nasyonal Sosyalizm ismi de tamamen rasyonalizasyondan (akla uygun hâle getirme) ibârettir ve esas olarak “Irkçı Emperyalizm” denmesi gerekir.

Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk ise o zamanın bütün emperyalistleriyle ve kolonialistleriyle savaşıp demokrasiyi kurmak için çabalayıp mücadele vermiş bir liderdir. Bugünlerde berhava edilmeye çalışılan Türkiye Cumhuriyeti o ve arkadaşlarının eseridir. Prof. Vamık Volkan’ın “yapıcı narsisist” nitelendirmesine kısmen iştirak ediyorum ama bunu evrimsel psikoloji terminolojisiyle, “işlevsel ve yapıcı narsisist kişilik organizasyonlu” diye târif etmeyi daha doğru buluyorum. Atatürk ve arkadaşlarının millet târifinin ne olduğunu uzun uzun burada tekrarlamayacağım; kısaca “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk Türk Milleti’dir”, o kadar. Etnik olarak Türk olanlara da sıcak bakmış ama bir Türk Emperyalizmi, Kolonializmi peşinde hiç koşmamıştır.

Böyle hülyâları olanlar çıkmamış mıdır?

Tabii ki çıkmıştır ama CV’lerine baktığınızda hep ABG veya Fransa damgasını bulursunuz. Bilmem kaç darbeye rağmen ya hepsi de hayattadır ya da ecelleriyle ölmüşlerdir…

Liberalizm ise Lâtince liber’den (hür) türetilmiştir. Bence en güvenilmez lûgat olan Türk Dil Kurumu Sözlüğü liberal kelimesinin Fransızca libéral‘den geldiğini belirtir ve şu anlamları verir: -Hürriyet ve serbestlikle ilgili. -Serbest ekonomiden yana olan (kimse, parti vb). -(mecaz) Hoşgörülü.

Fransız İhtilâli’nin düsturu neydi: Liberté, égalité, fraternité yâni hürriyet, müsâvat (ânında sözlük: eşitlik), uhuvvet (ânında sözlük: kardeşlikl)! Ha, bunun teşkilinde Grand Orient de France, yâni Fransa Büyük Şark’ı masonluğunun büyük rolü olmuştur. Hâlen de binlerce doğru lâfın arasında sürekli olarak masonluğa saldıran Banu Avar’ın düştüğü büyük enformatif hata burada. O zaman için çok iyi olan bu fikriyat, sonradan emperyalist bir Nasyonalizm’e tahvil edilmiştir. Hâlbuki Atatürk ve arkadaşlarının sloganı “Yurtta Sûlh, Cihanda Sûlh” şeklindedir. Önce İngiltere’de kurulan günümüzün muntazam masonluğunda da bunların tartışılması, empoze edilmesi memnûdur (ânında sözlük: yasaktır; yaparsanız da Aşk-ı Memnû olur) ama Grand Orient de France’da serbesttir (meraklılar için web adresi: http://www.godf.org/).

Şahsî kanaâtim, ne idüğü belirsiz bir kavramlar karmaşası olan Liberalizm’in esasen emperyalizmin ve kolonializmin bir maşası olduğudur. Bizde 12 Eylül Faşizmi ve Turgut Özal ile başlayan bu Liberalizm’in memleketi ne hâle getirdiğini görmek için sâdece bakmak yeter: Feodalizm güçlenmiş, cehâlet ve sekterlik dört bir yanı sarmış, ahlâk çökertilmiş, bölücülük ve terör vak’ayı âdiyeden hâl almıştır.

Son krizle birlikte gerçekten demokratik, zengine karşı fakirin haklarını koruyan, şeffaf bir devletin olmadığı bir dünyanın, en azından bizler Homo sapiens sapiens olmaya devam ettikçe, gayrı mümkün olduğu kanaâtindeyim. Desmond Morris’in muhteşem ifâdesiyle, “biz hayvanlarla gerçek insanlar arasındaki kayıp halkayız”.

“Devletsiz bir dünya” samimi bir Rus mütefekkir olan Mihail Aleksandroviç Bakunin (Михаил Александрович Бакунин) ve diğer komünizmlerin ütopyasıdır (hayâl-i ham, gerçekleşmesi imkânsız toplum tasavvurları) sâdece… Bu sebeple de koyu dindarlarla hiç farkları yoktur (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Utopia) ve hep el eledirler!

   Bakın, dünya yeni bir karma ekonomi modeline kayıyor.

      Gâzi ve arkadaşları ne yapmışlardı?

         Cumhuriyet tarihimize bir bakıverin…

            En büyük ihânet “keyman” Özal’la başlamıştır…

               Ve sürmektedir!

Kerem.Doksat@PolitikaDergisi.com
www.keremdoksat.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.