Demos’u Olmayan Kratos:

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Yukarıdaki iki sözcük, Eski Yunan’dan bugüne kadar gelmiş sözüm ona –en iyi yönetim- in ana iki kavramı: Halk ve yönetim= Demokrasi.

Demokrasi, kuşku yok ki üzerine en çok çalışmanın yapıldığı kavram olma özelliğiyle, sosyal bilimcilerin çalışmaktan bıkmadığı ve ne hikmetse her seferinde yeni bir ideanın bulunabildiği bir yapı.

Eski Yunan’da köle sınıfı Meteikos’lar için yaşama şansı tanımayan/ yurttaş olarak görmeyen bir sistem olan demokrasi, her devirde kendi meteikosunu yaratmayı başarmıştır. Aristoteles Politika adlı eserinde, demokrasinin aşırı bir modelleme ile başarılı bir yönetim olacağını öne sürerken, polis’te yaşayan herkesi eşit kabul etmeyerek bir oligarşik bloğu sempatik bulmaktaydı. Yine aynı çalışmasında toplumun en temel yapı taşı olan aile ile ilgili görüşleri bize Aristoteles’in insanın genlerinde bir monarka boyun eğme eğilimi taşıdığına inancını ortaya koyar. Ev halkının yönetimi monarkhia dır derken de, kendi görüşlerini geleceğe taşımanın derdinde bir düşünürle bizi karşılaştırır.

Ne hikmetse, sosyal bilimcilerin hallaç pamuğuna çevirdiği demokrasi öz kütlesi itibarıyla Aristo’nun sözlerinden bir adım ileri gidememiştir. Modern çağa geldiğimizde Tacqueville demokrasi için yapılan tartışmalarda “Demokrasi bir sanrıdır” diyerek temelden reddetme eğilimine bürünmüştür.  O günden sonra da demokrasinin başına veya sonuna ideolojik kavramlar ve teoriler eklenerek; tanımı yapanın istediği demokrasi modeli dünyaya pazarlanmaya başlamıştır.

21.yüzyıl için kullanılan popüler demokrasi tarifi kuşkusuz muhafazakar demokrasi dedikleri kavramsal karışıklıktır. Halk gibi istek ve talepleri konjonktüre göre değişiklik gösterecek bir büyük kütlenin yönetim aşamasında, muhafazakar söylemle geçmişin değeri içinde yürümesi tarifi zor bir nitelemedir. Toplumsal muhafazakarlık algısı, hayatın yaşandığı özel alanda geçerliliğini koruyabilen, geçmişiyle bağlarını kuran bir şekilde gelenekçi bir ekolken, dini değer yargısının muhafazakar söylem içerisine atılması, başta dinler olmak üzere muhafazakarlığa da yapılabilecek önemli yanlışlardan birisidir.

Muhafazakar düşüncenin dinle olan yakın dirsek teması, Edmund Burke ekolünden gelse de İngiliz demokrasi algısı muhafazakarlık ile din arasına mesafe koymayı iyi beceren bir sistem olmuştur. İdeolojik olarak baktığımızda –her ne kadar muhafazakarlık bir ideoloji olarak kabul edilmese de- batı menşeli olan Muhafazakarlık ( conservatizm) doğu’ya inen dinlerin batıyla entegrasyonunu sağlamayı amaçlamış bir sistemdir. Ve bu haliyle batı için kabul edilebilir bir anlayıştır.

Buna karşın, Doğu toplumlarının muhafazakar-demokrat ittifakı gerçek dışı bir yaklaşımdır. Bir algıyı muhafaza ediyorsanız, muhafaza etmeyenleri dışlamışsınız demektir. Buna karşın demokrasi denilen yapı taşı ise moleküler olarak da muhafaza edenler ve muhafaza etmeyenler ve hatta muhafaza etmeyi umursamayanların bile var olduğu/olması gerektiği bir sistemi içerir.

Hal bu iken, doğu toplumlarında demokrasi yerine otoriteryen bir eğilimle üstü kapatılmış bir muhafazakarlığın içerisine atar. Yönetici erk, doğugil toplumlarda bir zümre oluşturur ki bu zümre Michels’in sözünü ettiği oligarşik bloktur. Ve bu blok kendi kurallarını yönettiği/kontrol ettiği alana tunç yasası olarak dayatır.

Muhafazakarlığın katı yorumunun dışında, kendine özel bir tarifle işleyen Türk demokratikleştirilmiş muhafazakarlığı ise, otoriter eğilimlerin arttığı bir alanda hızla kalite düşüşüne yönelmektedir. Türkiye’de demokratikleştirilmeden önce muhafazakarlık; katı bir yorumla “Nemrut Dağındaki heykellerin kafasını uçurmayı düşünen”, Avrupa Birliğini “Hıristiyan Birliği” kabul eden, Laiklik ve Müslümanlığı asla yan yana yaklaştıramayan bir haldeyken, demokratikleştirilme sonrasında TÜSİAD’la barışmış, liberallerle ittifaka girmiş, Yeni sağ akımın ülkedeki boşluğunu doldurmuş, hatta hatta sosyalistlere balkonlardan teşekkür eder hale gelmiştir.

Bunları yapan demokratikleştirilmiş muhafazakarlık, şimdi tekrar eskiye doğru yönelmenin seyrine girmiş gözüküyor. Heykelleri yıkan, tiyatrolarının repertuarlarının belediye memurları tarafından hazırlandığı, doktorunun dövüldüğü, hakkını arayanın gazla abdest aldırıldığı bir yönetim algısı; netice itibarıyla Demosuna düşman bir Kratos yaratmıştır. Ve hem Demos Kratos’a, hem de Kratos Demos’una yabancılaşmıştır.

Toparlayacak olursak, Demos; bir bütündür. Hangi yönetim gelirse gelsin kendine ait bir demos kuramayacaktır. Demosun klik haline dönüştürüldüğü bir yerde, bu klikler mutlak bir şekilde yıkılır.

Ayağa düşmüş bir sözle bitirelim:

BU YAPILANLAR HİÇ DEMOKRATİK DEĞİLDİR!

 

 

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.