BOP Eş Başkanı Türkiye’ye (Cumhur) Başkan(ı) Oluyor!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

23 Nisan 1920 de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanını, Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal’i seçmiştir. O zamandan bu yana tarihinde ilk defa Cumhurbaşkanı artık meclis tarafından değil, doğrudan halk tarafından seçilecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri iki turlu olacak, ilk tur 10 Ağustos, gerek olursa ikinci tur 24 Ağustos ‘ta yapılacaktır.

Cumhurbaşkanlığına ilk aday olarak CHP ve MHP’nin ortak çatı adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu gösterildi. AKP, üç dönem Başbakan olan lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın, HDP ise eş başkanı olan Selahattin Demirtaş’ın adaylığını açıkladı.

En az 20 milletvekilinin önermesi gereken aday Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ana muhalefet partisi CHP de 21 milletvekilinin imza vermediği öğrenildi.   Aday bildirimin son tarihi olan 3 Temmuz’a beş gün kala CHP milletvekili Prof. Süheyl Batum, kendi partisinden Emine Ülkü Tarhan’ın adaylığını önerdi. Ancak adaylığa verilen imza sayısı altıyı geçmedi.

AKP’nin adayı Başbakan Erdoğan, Başbakanlık görevinden istifa etmeden seçim kampanyasını yürütecek.  Bu demektir ki Başbakan Erdoğan kampanyada örtülü ödenek dâhil devletin ona Başbakan olarak tanıdığı her türlü maddi, mali, idari vs. olanaklardan yararlanacaktır. Diğer adaylar bu olanaklardan yoksun olduğu için, eşit koşullarda cereyan etmeyen bu seçim, sadece bu şekliyle bile antidemokratik olduğu çok açıktır.

Öte yandan 28 Haziran 2014 Cumartesi günü Babaeski Öğretmen Evi bahçesinde yapılan basın toplantısında "Cumhurbaşkanı adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu çok fazla tanınmıyor olabilir ama gizli hiçbir şeyi yok, her şeyi çok açık ve net" diyen CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, Ekmel Beyin seçim mitingleri yapmayacağını söylüyor.

Yapılan bütün anketler Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde en az 5 puan önde gittiğine işaret ediyor. Başbakan Erdoğan ise daha birinci turda seçimi kazanacağından o kadar emin ki aday olarak yaptığı ilk konuşmasında “10 Ağustos’ta her türlü vesayetler bitecek”  diye kesin konuşabiliyor.

Lafı daha fazla uzatmadan üç aday arasında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimin sonucunun şimdiden belli olduğunu kesin olarak ifade edebiliriz: Recep Tayyip Erdoğan!

Çünkü tek ciddiye alınabilecek rakibi İhsanoğlu hemen hemen halk tarafından hiç tanınmıyor; ayrıca kendisi miting yapmayacağını söyleyerek peşinen mücadeleden kaçmış görünüyor. Kaldı ki asla eşit koşullarda yapılmayacak olan bu yarışta Recep Tayyip Erdoğan her bakımdan peşinen avantajlı ve hatta Başbakan olarak epeyce ayrıcalıklı bir aday konumundadır.

***

12 yıllık iktidarı döneminde bir Başbakan olarak Recep Tayyip Erdoğan; “Vesayet” diye diye yargıyı ve tüm diğer devlet organlarını tam kontrolüne almadı mı? “Vesayet” ve “darbe” ile mücadele yalanlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine ve ülkenin bir dizi önde gelen yurtsever aydınlarına karşı kumpas kurarak onları yıpratılıp sindirmedi mi?

Aynı Başbakan Erdoğan şimdi de cumhurbaşkanı adayı olarak yine “vesayet” kavramı üzerinden seçileceği kesin olan Cumhurbaşkanlığı makamını “fiili Başkanlık” sistemine dönüştürme hazırlığını yapmaktadır. Fiili diyorum; çünkü halen geçerli ve yürürlükte olan 1982 Anayasası, ülkemizin siyasi yaşamında Başkanlık sistemine izin vermemektedir. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğundan beri parlamenter demokratik hükümet biçimine sahiptir. Sadece Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesiyle yönetim şekli değişmez. Böyle bir seçimle değişen sadece cumhurbaşkanı olacak olan kişidir. Dolayısı ile uygulanması muhtemel olan bir başkanlık sisteminin hiçbir hukuki meşruiyeti olmayacaktır.

Şimdiye kadar olan pratiğine bakarsak;  Başbakan Erdoğan için hukuk, anayasa, meşruiyet yabancı kavramlar olduğunu görürüz. 12 yıllık Başbakanlık eylemleri bunu defalarca kanıtlamıştır. Gelecekte de Recep Tayyip Erdoğan aynı tarzı, aynı usulü Cumhurbaşkanı olarak devam edeceği şimdiden bellidir.

O halde ülkemizin temel siyasi sorunu ne “vesayetten kurtulma” ne de cumhurbaşkanın doğrudan halk tarafından mı yoksa meclis tarafından mı seçilmesi sorunudur. Ülkemizin temel siyasi sorunu, hukuki, demokratik ve meşru bir yönetime sahip olup olmama sorunudur.

Ülkemizde gerçekten de hukuka, demokrasiye ve meşruiyete sadık bir yönetim 12 senedir ne yazık ki yoktur. 2008 yılında AKP, anayasamızın temel ilkelerden biri olan “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” olmaktan yüksek mahkemece mahkûm edilmiş bir partidir.  Kaldı ki ülkemizin siyasi pratiğinde de Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vs. gibi bir dizi hukuksuz ve kanunsuz siyasi kumpas davalar yaşanmış; bu kumpas davalar AKP iktidarını tahkim etmiştir.

Bütün bunların nedeni nedir? Neden Türkiye’de yönetim tarafından son 12 yıldır hak, hukuk, yasa, anayasa ve meşruiyet pek fazla gözetilmemektedir?

Çünkü Başbakan Erdoğan ve dolayısı ile iktidarı, emperyalizmin Ortadoğu’daki Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) fiilen uygulayan bir taşeronudur.  Emperyalizm BOP ’u, fosil enerji kaynaklarının (petrol ve doğal gaz gibi)  ve nakliyat yollarının bulunduğu bölgeyi tam denetimi altına almak amacıyla geliştirmiştir.  Başbakan Erdoğan, bizzat kendi ağzıyla bu projenin eş başkanı olduğunu defalarca itiraf etmiştir. Dolayısı ile 12 yıllık Başbakan Erdoğan, şimdiki cumhurbaşkanı adayı, yabancı emperyalist bir görevlidir. Recep Tayyip Erdoğan bu görevini iktidara geldiği günden beri yerine getirmeye çalışmaktadır.  Dolayısı ile Türk halkının ve ulusunun çıkarlarına tamamen aykırı olan bir yabancı projeyi uygulamak, ancak göstermelik ve sahte bir demokraside mümkündür! Çünkü gerçek demokraside her şey apaçık sırıtır.

Türkiye’de burjuva demokrasisi, yine emperyalizmin tahrik ve provokasyonlarıyla  12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yozlaşmıştır.  Türk demokrasinin yozlaşması; 

  • % 10 seçim barajı,
  • Partilerde lider sultası yaratan seçimlerde liderlere tam yetki veren aday belirleme yöntemi,
  • Her türlü suçu koruyan dokunulmazlık zırhı, yolsuzluklara kapı açan ve asla saydam olmayan ihale yasası,
  • Sınırlı ve engelli olan ifade ve basın özgürlüğü,
  • Yargının yürütmeye bağımlılığı vs. gibi alanlarda kendisini özellikle göstermektedir.

Ülkemizdeki demokrasinin dejenere olması demek aynı zamanda,

  • Hukukun üstünlüğünün,
  • Kuvvetler ayrılığının
  • Saydamlığın,
  • Denetlene bilirliğin de yok olması demektir.

Sonuçta 12 Eylül’ün mirası olan demokrasimizdeki bu yozlaşma, devletin gücünün ve siyasi iktidarın merkezileşmesine ve tek elde toplanmasına neden olmuştur. Dolayısı ile ülkemizdeki bu sahte demokrasi, Başbakan Erdoğan’a Atatürkçü rejimi dönüştürmesinde, ülkemizde otoriter ve dinci yeni bir rejim inşasında ve nihayet emperyalist Büyük Ortadoğu Projesini bölgede uygulamasında büyük yardımcı olmaktadır.

Bu durum emperyalizmin Türkiye’yi siyasi olarak kontrol altına alması bakımından da çok önemlidir.  Çünkü emperyalizm, Türkiye’de bir iki siyasi parti liderini ideolojik ve siyasi bakımdan kendi tarafına çektiği zaman(ki hemen hemen Türkiye’deki büyük siyasi parti liderleri batıcı, liberal kapitalizmden yanadır) aşağı yukarı bütün ülkeyi denetleyebilmektedir.

Ancak ülkemizdeki 12 Eylül’ün bir eseri olan demokrasinin bu yozlaşmış hali bile artık Başbakan Erdoğan’a ve emperyalizme yetmemektedir. Onlar yakın gelecekte, Ilımlı İslam projesinin model olarak seçildiği ülkemiz Türkiye’de; özerkliğe izin veren, federal yapıda, bölünmeye her an hazır, laikliği dini ilke ve motiflerle kaldıran ve daha da merkezileşmiş ve otoriter bir devlet yapısını istemektedirler.

İşte bu amaçla Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarı yakın geçmişte Başkanlık sistemine dayanan yeni bir anayasa için çok uğraşmış; fakat halkımızın direnci karşısında bunu başaramamıştır. Recep Tayyip Erdoğan, şimdi süreci tersine çevirmekte; önce Başkan olup sonradan artık kendi çizgisine iyice yaklaşmış olan CHP ile birlikte Başkanlık sistemine dayanan yeni bir anayasayı yapmak niyetindedir.

Kısaca, cumhurbaşkanı adayı olan Recep Tayyip Erdoğan bu niyetine kılıf olarak yine aynı “vesayet” argümanıyla mevcut geçerli yasa, anayasa ve hukuku tanımadan “Başkanlık” sistemini fiilen uygulamak amacındadır.  Buna gerekçe olarak ta Erdoğan, cumhurbaşkanının “halk tarafından seçilmesini” göstermektedir.

Oysa geçmişte de cumhurbaşkanını hep halk seçmiştir. Aradaki fark sadece; eskiden halk cumhurbaşkanını milletvekilleri aracılığı ile seçerken, şimdi ise halk doğrudan seçecektir. Eğer milletvekillerinin seçtiği cumhurbaşkanı “vesayet” makamı ise, bu mantığa göre o zaman AKP hükümeti de ve Başbakan Erdoğan da bir “vesayet” makamıdır. Çünkü Erdoğan’ı başbakan yapan da AKP hükümetini kurup destekleyen de meclisteki milletvekilleri çoğunluğudur.

Demagojide sınır tanımayan cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalefet partilerinin de dolaylı desteği ile cumhurbaşkanı olması, ülkemizi büyük ve içinden çıkılması çok zor siyasi krizlere gebe yapmaktadır. Üstelik CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin beyi sonradan DSP, DP ve BTP de destekleyerek bir de ortak deklarasyon imzalamışlardır. Bu siyasi ortaklaşma, siyasi durumu daha da vahim yapmaktadır. Çünkü beş muhalif partinin desteklediği aday karşısında Recep Tayyip Erdoğan’ın daha birinci turdaki büyük zaferi, ister istemez ülkede psikolojik olarak ona zoraki ve fiili Başkanlık sistemi uygulamasında büyük cesaret ve cüret verecektir.

Sanırım; ülkede büyük bir muhalefet boşluğuna işaret eden geçen seneki şanlı “Gezi” direnişi bir kere daha haklı çıkacaktır. Çünkü ülkemizdeki muhalefet; bırakalım laik, demokratik, sosyal hukuk devletini tasfiye ederek dinci otoriter bir rejim kurmaya çalışan, Atatürk düşmanı, yabancı emperyalist proje taşeronu bir kişiye başarılı bir muhalefet yapmayı, bizzat kendisine ne yazık ki destek olmaktadır.

Yaşasın tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.