Atatürk/Atatürkçülük, Sadece 10 Kasım Değildir, Bir Ruhtur/İlhamdır...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Sabah gazetesi yazarı Sayın Sevilay Yükselir’in 21 Ekim 2012 tarihli köşeyazısının başlığı şöyleydi:

“Asimilasyon suç ise Atatürk suç işlemiş olmuyor mu?”

Sayın Sevilay Yükselir’i çok fazla okumam. Yazı tarzını ve üslûbunu pek tasvip etmem, etmediğim için de, belirttiğim gibi dikkate aldığım bir köşeyazarı değildir.

Yalnız, yazının başlığını yukarıdaki gibi koymuş olmasından ötürü, yazıyı, sonuna kadar okudum.

Yazısında, ahaber kanalında yaptığı bir programdan bahisle, Atatürk ve Kürtler hususuna değinmiş. Aslına bakarsanız, programda Atatürk ve Kürtler konusu işlenmiş, Sayın Yükselir de, yazısında, programdan sonraki son değerlendirmelerini yapmış.

Programa, dallarında bilinen ve değerli isimler konuk olarak katılmış.

Erol Mütercimler, Ümit Fırat, İbrahim Güçlü ve Profesör Doktor Nurşen Mazıcı, programın katılımcılarıymış.

Sayın Yükselir, programında, bir ara şu tezi seslendirerek konuklarından görüş almış...

[“Atatürk koyu bir Türk Milliyetçisi idi. Ancak Milli Mücadele döneminde Kürtler’i de savaş anında yanında tutmak için bu yönünü hep gizli tuttu. Ve savaş bitip ortalık süt liman olunca da o aşırı milliyetçi tarafı öne çıktı. Mücadele sırasında özerklik sözü verdiği Kürtler’e sırtını döndü! Sadece sırtını dönmekle de kalmadı aynı zamanda Kürtleri Türkleştirmek için asimilasyon politikalarına da imza attı.”]

Bunun üzerine, yani Sayın Yükselir’in seslendirdiği bu yukarıdaki tez üzerine, Sayın Nurşen Mazıcı da şunları dile getirmiş:

[“Atatürk katı bir Türkçü değildi ama ulus devleti kurabilmek adına evet Kürtler’e asimilasyon yapmıştır. Kürtler önce asimile edilmiş sonra da entegre edilmişlerdir. Ulus devletin olabilmesi için etnik kimliklerin bulunduğu yerlerde ilk önce asimilasyon yapmak kaçınılmazdır!”]

Prof. Dr. Nurşen Mazıcı hocanın değerlendirmelerine, Sayın Erol Mütercimler de aşağıdaki gibi destek vermiş:

[“Hocam doğru söylüyor. Ulus devletlerin tek bir resmi dili konuşma koşulu vardı. Bunun için de asimilasyon yapmak zorundaydı. Bütün Kürtler’in konuşması gereken resmi dil Türkçe idi ve bunun hayat bulması için dayatmacı politikalar izledi.”]

Sevilay Yükselir hanımefendi yazısının sonunda “Asimilasyonun” suç olduğunu belirtip, Atatürk’ün suç işleyip işlemediğini soruyordu...

Türk Dil Kurumunun internetten hizmet veren sözlüğünde “Asimilasyon” şöyle tanımlanmış:

“Özümleme, Benzeşme, Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonu.” (Büyük Türkçe Sözlük)

Wikipedia internet ansiklopedisinde de arattım. Sosyolojik anlam karşılığında, yukarıdaki anlamın tıpatıpı vardı.

Ben, tarihçi değilim. Aynı şekilde Siyasetbilimci de değilim. Asimilasyonun suç olduğuna yönelik; ne ulusal, ne de uluslararası mevzuatlara bakmışlığım var. Bu hususta ahkâm kesmemiz pek doğru olmaz.

Yalnız, asimilasyon kavramının anlamına baktığımızda, TDK’nun verdiği anlamın sonuna katılmam mümkün değil.

Ne diyor TDK BTS: “. . .bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonu.”

Allahaşkına şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve biraz insaf edin yahu, Kürtlük veya Kürt kimliği yok edilmiş midir?

Tamam, daha önceki dönem uygulamalarını kastetmiyorum, özellikle ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK öldükten sonra, ülke siyasi idaresine sirayet eden ve buradan da tüm topluma nüfuz eden baskıcı ve ötekileştirici bürokratik vesayet uygulamaları ve onun dönemlerinin ara sancılarını söylemiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk, nasıl bir uygulama yapmış ki, insanlar etnik kimliklerini unutmuşlar?

Zaten hiç kimse, şu son 10 senelik süreçte, Kürtler ezildi ve zulme uğradı demesin...

Adama gülerler...

Kürt toplumu, 10 senedir belki de en rahat dönemlerini yaşamaktalar; kimi zaman Avrupa topluluğunun baskılarıyla; kimi zaman da hükümetin terörden ve konjonktürel yapıdan ötürü verdiği birtakım haklarla, eski dönemlerle kıyaslanamayacak kadar geniş özgürlüklere ve hareket alanına sahipler.

Gerçekten de bazen şaşırıp kalıyorum. Toplumumuzun bazı kesimlerinde, ulu öndere olan alerjiyi, nefreti gördükçe ve okudukça, inanın şaşakalıyorum!

Siyasetçilerin, cari dönem iktidarlarında sürekli geçmişe takılmalarına, karşısındaki siyasi rakibini eski dönem yaşanmışlıklarla sıkıştırmasına, sürekli bir şeylerden bahsederken, ülkemize ama öyle ama böyle hizmet vermiş liderleri adres göstermelerine şaşırıyorum, üzülüyorum; neden üzülüyorum, çünkü hedefe konan insanlar negatif bir algılamayla topluma sunulmakta.

Özellikle başbakan Erdoğan’ın, konuşmalarında ve parti değerlendirmelerinde, Türkiye Cumhuriyetinin II. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü kastederek, “Milli Şef” döneminde şöyleydi veya böyleydi şeklinde atıflarda bulunması, Cumhuriyet Halk Partisini, geçmişte yaşanan o dönemin bürokratik uygulamalarıyla eleştirmesi, ülkemizdeki gerginliği arttırmaktan başka neye yaramakta?

Toplumumuzun bazı kesimlerinde, nedense, gerçekten de ülkemizin kurucusuna yönelik negatif bir algı var.

Ve ilginçtir; ülkemizde, bence, Atatürk’e sanırım yeterince de, sahip çıkılmıyor gibi.

Tamam, pekâlâ, ATATÜRK de insandır.

Atatürk de, bizler gibi etten ve kemikten yaratılmıştır.

Tabii ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkemizin önderi olması ve yine cumhuriyetimizin banisi olması demek, onun her şeyden azade edilmesi anlamına gelmez.

Ama...

Daha önce de dediğim gibi...

Biraz vicdanlı olalım.

Atatürk’ü, yukarıdaki tanımdaki gibi bir uygulamayla nitelendirmek ve “Acaba mı” şüphesini uyandırmak...

Ülkemizin kurucusu ve devletimizin uygar devletler ailesine katılması için gecesini ve gündüzünü milleti adına mesai etmiş biri için, azıcık da olsa, hassas olmamız gerekmez mi?

Veya, birilerinin, bunu, diğerlerinden beklemesi çok şey mi?

Mustafa Kemal ATATÜRK ile ilgili “İddialara” veya “Tezviratlara” mal bulmuş mağribi gibi atlamak...

Hatta, ellerini ovuşturarak, bunlardan olumsuz ve negatif sonuçların çıkmasını “Dört Gözle Beklemek”...

Gerçekten de enerjimizi ve zamanımızı, bizleri tüketecek ve bölecek şeylerle harcamışız ve heba etmişiz, ülke olarak.

Nedir bu Atatürk karşıtlığı?

Neden bu kadar, geçmiş dönem, “Ha bir gayret” misali incelenmekte ve irdelenmekte?

Neden, geçmiş tarihimizde bir kusur veya leke aranmaya; ama büyük bir gayretkeşlikle çabalanmakta?

Yok efendim Atatürk “Kürtleri asimile etti”...

Yok efendim Atatürk “Dindarları kesti”...

Nedir bu raddede hınç veya nefret!?

Atatürk ne yapmış?

Yeni bir devlet kurmuş; yıkılan Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, dönemine göre kurulması gereken bir Cumhuriyet kurmuş.

İnsanlara kimlik vermiş, yurt vermiş, nam vermiş; Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı...

Modern bir ülkede, modern hukuk düzeni içinde yaşama fırsatı ve olanağı sunmuş...

İnsanları kul ve tebaâ olmaktan çıkararak “Birey” yapmış...

Yılgın, umutsuz ve bezgin halka vizyon sunmuş...

Pekâlâ, insanlar kusursuz değildir ve yine eleştirilerden de azade değildir. Pek tabii ki, bir ülkenin kurucu lideri, ülkenin ileri gelenleri tarafından değerlendirilebilir.

Tarih ve zaman, haksızca ve insafsızca yapılanları unutmaz; ister millî toplum hafızaları olsun, ister dünya toplumları hafızaları olsun; kolay kolay unutmaz, insafsızca ve acımasızca yapılanları ve edilenleri...

Millî tarih dehlizlerinde leke ve kusur arama çabasındaki lekeli ve kusurlu zihinleri de, zaman veya tarih unutmayacaktır...

Bizler; cumhuriyet Türkiyesi’nde yaşamaktan onur ve gurur duyanlar; bu ülke için gerektiğinde kendilerini bile feda edenleri unutmayacaktır...

Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü, kalplerimizden silemezler ve ATA’mızı her zaman saygıyla anmaya devam edeceğiz...

 

Erhan SALMAN

erhan.salman@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.