Adını Koyalım: Soğuk Bir İç Savaştayız

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Seçim sürecinde yaşanan gerilimin ortalarda gezen kayıtların, kullanılan üslubun sertleşmekten ileriye geçerek kitleleri militanlaştırmaya dönüştürmesi Türkiye siyasetinin yeni bir boyut kazanmasına sebep oldu. Politika Dergisi adına yaptığımız çağrıda siyasetçilere öfkenizi yenin, halkı kurban etmeyin demeyi kalemimizin borcu olarak gördük. Söylemlerin daha da sertleşmesi sonucu artık yazının gücünü bastıran bir evreye girdik.

Şimdi daha farklı bir sürece uyandık. Seçimleri hedef olarak kendine koyanlar, istedikleri sonuca ulaşamayınca ister istemez hayal kırıklığı içine girdiler. Muhalefet unsurları artık öfkeyi daha öne çıkaran bir hale bürünürken iktidar ise totaliterliğe rahmet okutur hale geldi.  2 hafta önce, pazartesi gününe getirilen bir yolsuzluk fezleke görüşmeleri gündemi işgal etti. Televizyon yayının yasaklandığı, halktan her şeyin kaçırıldığı bir görüşme. Muhalefet tüm sertliğiyle tavrını koydu. Sonra çocuklara tecavüz vakaları artmaya başladı. Muhalefet yine tüm sertliğiyle tavrını koydu. Şimdi ise Soma’da 21.yüzyılın –iddia ediyorum, böylesi yaşanamaz- en büyük faciası ile karşı karşıya kaldık.

Biz halk olarak birbirimize düşman olmayı kabullendik. Gezi ile başlayan süreçte, atılan sloganların naifliği ve duvar yazılamalarındaki mizah öne çıkarken; artık sloganlar evrim geçirdi. Öfke patlamasına dönüştü: İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK! Duvar yazıları da nasibini aldı: KATİL DEVLET! BEDEL ÖDEDİK BEDEL ÖDETECEĞİZ!

Adını koyalım. Somadaki katliamdan sonra (cinayet demiyorum zira hiçbir katil tek seferde resmi rakamlara göre 301 kişiyi öldüremez) ülkede kutuplaşma falan kalmadı. Artık adı konmayan bir soğuk iç savaş var. Başbakanın insanları dövdüğü, müşavirlerin insanları tekmelediği, ölü sayısını bilerek az gösteriyorlar denilen, sizin üstünüze beton dökülmeli diyen, Geziciler iş başında diyen, Allah o acıyı size de yaşatsın diyen bu ülkenin insanları. Soğuk iç savaşın cepheleri. Havuz medyasına ateş püskürenler, öte yandan muhabirleri hedef gösterenler, mezarlıktaki kadına dahi dışarıdan getirilmiş fahişedir diyebilecek kadar insanlığını kaybedenler hepsi toplamda eşittir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları.

Kahveler ayrılmaya başladı. Farkında mısınız bilmem. Mahalle kültürünün olduğu bir yerdeyse yaşıyorsanız bu gözüküyor. Esnaflar birbiriyle konuşmuyor, insanlar alışverişlerini kendilerine yakın olanlardan yapıyor. Evet, 80 öncesinin dünyasını bize anlattıklarında gülüyorduk şimdi yaşıyoruz. Öfke; empatinin yitimi sonucu ortaya çıkıyor. Öfke evrim geçiriyor nefrete dönüşüyor, nefret ise işlenildiği anda şiddet olarak karşımıza çıkıyor.

Bu iktidarı analiz etmeye çalışan sosyal bilimciler Edward Said gibi teoride ve pratikte kendini ispat etmeye başlamış gözüküyor. Said, İsrail karşıtlığını teoride incelerken aynı zamanda eline aldığı taşı duvarın gerisindeki İsrail askerine atabilecek kadar da pratiği olan bir figürdü. Bugün de benzer durumlar yaşanıyor.

Yaklaşık 1 yıl önce yazdığım bir yazıda, bu iktidar siyasi bir iktidar değildir. Psikolojik hakimiyeti olan bir iktidarı çözümlemeyi psikologlar başarabilir derken de o günden bugüne süregelen bu tarifsiz durumu işaret etmeyi amaçlamıştım. Hala aynı kanıdayım. Psikologlar durum tespitini yapmalı, vakanın ne kadar kötü olduğunu anlamalı, ondan sonra teori kurmalıyız.

Soma katliamının olduğu 13 Mayıs akşamı, herkesin yüreği ağzında olduğunu sandığımız bir yerde aslında gerçeklik farklı bir şekilde inşa edilmişti: Diziler rating rekorlarını kırmayı sürdürdüler. Ertesi gün ise borsa yükseldi. Her türlü acıyı ve ızdırabı kabullenebilir olmak, bu ülke halkının savaş meydanlarından kalma genetik bir özelliği olabilir. Ama vicdan ve empati yitimi kuşkuya yer bırakmayacak şekilde mevcut iktidar zamanında ortaya çıkmıştır. Buna karşın, empati yeteneğini tekrar kazanmak ise zaman alacak nitelikte. Hala tam olarak ne istediğini bilmeyen yığınlardan oluşan sokak hareketleri içerisindeyiz. Barikata gitmeyi, Toma taşlamayı devrimciliğin doğal gereği olarak sayıyoruz. Halbuki bu durum tamamıyla insani bir refleks. Size şiddet uygulayana karşı ya güvenilir bir yere kaçarsınız (barikat) ya da karşılık verirsiniz (toma taşlama). Bu durum iktidarı değiştiremeyeceğini kabullenmek anlamına geliyor. Zira Yasak olgusu ortaya çıkınca, yasağa itiraz çatışma zemininde kendi meşruiyetini kurguluyor ve insanlar palyatif başarılarıyla evine dönmek zorunda kalıyor.

Sahi ne istiyoruz?

Erdoğan, Bakanlar Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırsa, toplantı sonunda Bakanlar Kurulu sözcüsü Arınç açıklama yapsa ve Bakanlar Kurulu olarak son günlerde yaşanan facia yüzünden kendimizi sorumlu kılıyor ve kabine olarak hükümetten istifa ediyoruz. Parti olarak da seçime girmeyeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz dese, B planımız nedir?

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim: AKP’ye oy veren yurttaşların yoğun yaşadığı yerlerde bir süredir analiz yapıyorum. 20 Mayıs’ta AKP’nin bir mahalle temsilcisiyle görüştüğümde şunları söyledi: Abi, biz fakire fukaraya kömür dağıtılsın, evlerine yardım yapılsın diye oyumuzu verdik. Ama şimdi o kömürün dağıtımı için çalışanlar can verdi. Kendimde şüphe oluştu, babama sordum o da aynı şüpheyi taşıyor acaba benim payım var mı bu olayda.

Vicdan işliyor işte.

Kapı komşunuza selam vermeyi ihmal etmeyin. En çok sizin selamınıza ihtiyaçları var ve sakın ezmeye kalkıp biz demiştik demeyin. Aksi halde savaş devam edecek.

 

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.