3 Mart Devrim Yasaları

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

3 Mart Devrim Yasalarının yıl dönümüne yaklaştığımız bu günlerde, 3 Mart 1924 tarihinde yaşanan durumun aslında bir devrimden daha çok bir ihtilâl olduğu söylemleri gündemde dolaşıyor. Bunun nihilist bir politika olduğu şüphe götürmez. Peki, nedir nihilizm?
 
Nihilizm, değeri olan her şeyin, değersiz gösterilerek önemini yitirtmek olarak tanımlanabilir. Bu politikanın günümüz Türkiye’sinde acımasızca kullanıldığı ortada… Değerli Hocam Sayın Derda Küçükalp’in Politik Nihilizm adlı tartışmasında nihilizmin eleştirisi yapılırken nihilizmin fırsatları da ön plana çıkartılır. Nihilizm, söz konusu yapıtta bir fırsat olarak görülürken açıklama şöyle başlar: “Nihilizm bir fırsattır; çünkü değerlerin değersizleştirilmesi yeni değerlerin yaratılmasının ön koşulunu oluşturur.” Akademik anlamda söylenen bu söz çok doğru; fakat burada yeni değerleri oluşturan kişilerin kimler olduğuna da bakmak gerekiyor. Yeni değerleri ortaya çıkaran, daha doğrusu sunan yapının, gücü oranında, eski değerleri alt etmeye çalıştığı düşünülürse, bu yapının yeni değerleri yaratmada da güçlü olduğu sorunsalı ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu olgu bizleri sosyolojik anlamda bir normalleşme sürecine iterse, işte asıl o zaman şu ana kadar devam eden ve ileride de devam edecek şekilde tasarlanan değerler tartışmaya açılır. Örneğin; Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet, Türkçe, Başkent, Laiklik, Devletçilik vs.
 
Laikliğe yapılan saldırıların bugün normalleşme eğiliminde olduğunu kim yadsıyabilir ki…
           
Laiklik değerine sarılan insanların, bu değere geçmişten geleceğe tasarlandığı için sarıldıkları ortada; fakat yukarıda da belirttiğim üzere gücü oranında nihilist politikalar uygulayan bir yapının bu insanları zor durumda bırakmak adına çabalarını da görebilmek mümkün. Bugün, “Silivri Toplama Kampı: Zülümhane” adlı kitabını çıkaran insanın neden tutuklu olduğunu anlayamaması mevcut yapının zaten nasıl bir kıvamda olduğunu bizlere fısıldıyor.
           
Unutmadan, ilk paragrafta yazdığım devrim ve ihtilâl kelimelerinin ince bir tartışması için Emre Kongar’ın Devrim Tarihi ve Toplum Bilimi Açısından Atatürk adlı eserine bakılabilir. Bizim, burada devrim kelimesini daha çok “inkılap” kelimesine uyarlayabildiğimizi belirtelim.
           
Çok kısaca normalleşmeye de bir örnek vermek durumu daha da anlaşılır kılacaktır. Bizim memurumuzun işini bildiği günden bugüne, bir memurun rüşvet almasını durumun mevcut akışı olarak görmemiz bir normalleşmedir. Nasıl ki, Mustafa Balbay, “yakalanacaklar listesini yaptık, başında da Soner Yalçın vardı” diyorsa ve Soner Yalçın’ın yakalanmasını normal karşılıyorsa; bugün mevcut iktidarın gücü oranında yaptığı politik nihilizm de normal karşılanıyor. Unutulmaması gereken tehlike, normalleşme eğilimlerinin, değerlerin savunucuları açısından anormale doğru gitmesi, eskiden normal olan tüm durumların anormale gitmesi sürecini doğurduğudur. Sert ve kalın yapının gevşek bir hale dönüşmesi durumu olarak da nitelenebilecek bu durum, gücü oranında yapıyı değiştiren kişilerin de gevşekliğin kurbanı olması anlamına gelir. Somut bir örnekle açıklamak gerekirse, bugün günün teröristi ilan edilen Ergenekon mağdurları, yarın toplumun kahramanları olarak kendilerini değersizleştirenlerin karşısına çıkabilir. Bu sefer normalleşen saldırıya uğradıkları günün hesabını sormak normal hale gelecektir. Yukarıda bahsi geçen Zülümhane adlı eserde tarihte bunun örnekleri olduğunu görmek mümkün.
           
Bu arada sakallı yazar Ahmet Hakan’ın evine, saat sabaha karşı beşte yapılan polis baskınını ilk gördüğünüzde ya da duyduğunuzda olayın “Ergenekon’dur kesin” söylemlerine büründüğünü hissedebiliyorum. İşte normalleşme budur sevgili okurlar. Ancak olayın Ahmet Hakan’ın Cem Uzan davası nedeniyle gerçekleştiği duyduğumuzda işin seyri değişir, duyamazsak ya da öğrenemezsek olay Ahmet Hakan’ı da Ergenekon’dan içeri almışlar noktasında kalır gider.
          
 İşte nihilist ve normalleştirme politikalarının yarattığı durum da aynen budur: Öğrenmeyi teşvik edici sonuçları arka plana itmek. Günümüz Türkiye’sinde birçok kişi, halen, Ahmet Hakan’ın evine Ergenekon’dan dolayı baskın yapıldığını düşünüyor; çünkü olayı normal kılacak etkenler önceden yaratıldı. Bugün rüşvet dendiğinde ilk akla gelen nedense hep siyasetçi, memur oluyor. Oysa rüşvet alacak ve rüşvet alan o kadar çok kişi var ki ülkemizde.
            
3 Mart 1924 Devrim Yasalarını konuşurken eğitimde birliği ve ulusallaşması sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na da bir göz atmak gerekiyor. O gün, eğitimin bugüne değin değerli kalması adına yapılan çalışma, yerini tamamen farklı bir yapıya bırakmış durumda. Değerli Hocam Sayın Sertaç Serdar, Siyasal Toplumsallaşma konusunu anlatırken, toplum yaratma projesinde olanların ilk olarak eğitime el atacaklarını bizlere söylüyordu. 3 Mart 1924’de bu oldu; ama nedense mevcut iktidarın da ilk icraatlarından birisi bu oldu. Hatta günümüz Türkiye’sinde ekonominin haline rağmen iktidarca kaleme alındığı açık yayınlar ücretsiz olarak halka dağıtıldı. Sanki süreç yeni bir toplum yaratma sürecine benziyordu!
           
İşte, çarpıcı bir örnek daha: 3 Mart 1924’de bunlardan başka ne oldu biliyor musunuz? Bilmiyorsanız hemen belirteyim: “Genelkurmay Başkanlığı kuruldu”. Bugün Genelkurmay Başkanlığı için yapılan nihilist saldırıları görmek için Balyoz Davası’na, Ergenekon Davası’na bakmak gerekir. Böyle bir değerin değersizleştirilmesi sürecini yakından takip etmek gerekir. Yukarıda kurduğum yapıya, bu yapıyı da gözü kapalı olarak ekleyebilir, üzerine sayfalarca konuşabilirsiniz.
           
3 Mart Devrim Yasalarının bu kadarla kaldığını düşünmek elbette ki doğru değil. 3 Mart Devrim Yasaları Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da kurulduğu günü bize fısıldar. Bugün Diyanet’in kuruluş mantığıyla, yaptıkları arasında oluşan ciddi farkların sebebi nihilist politikanın normalleşmesinden başka bir şey değildir.
           
Değerli okurlar, yazıyı daha fazla uzatmak niyetinde değilim ve bu sebeple bir sonuç yaratarak yazıyı sonlandırmak istiyorum. Bugün yaratılan tüm olumsuzluklar, dün yapılan olumluyu yıkmak adınaysa ortada ciddi bir sorun var demektir. Bu sorunu aşabilecek kadro; iyi örgütlenmeli, eğitimini zamanında tamamlamalı ve en önemlisi kendisine sonsuz güvenmelidir. Unutulmaması gereken her yapının, yapıyı koruyan ve yapıyı bozan manasında gücü oranında bir şeyler yapabildiğidir. Bizim gücümüzün farkında olmamız nihai bir zorunluluktur. Eğer gücümüzün farkında değilsek, bu farkındalık 3 Mart’a sahip çıkmamızla başlamalıdır. Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk, Yaşasın Tüm Vatanseverler, Yaşasın 3 Mart Devrim Yasaları…
           
Okumadaki sabrınıza ve ilginize teşekkür ederim.
 
Gökhan DAĞ
Gökhan.Dag@PolitikaDergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.